Salgın süreci bildiğimiz özelliklerimizi abartırken bilmediğimiz birçok özelliğimizi de gün yüzüne çıkarıyor. Bu özelliklerden muhtemelen en tipik olanı gettolaşma kabiliyetimiz olsa gerektir. Salgınla mücadele ve salgından korunma sürecinde hemen türlü gettolar oluşuverdi. Üstelik bu gettolar önceki gettoların ya da mahallelerin sınırlarını da belirsizleştirdi. Oldukça farklı kesimler bu salgın gettolarında biraraya gelebildi tuhaf biçimde.
Uzmanından sıradan insanına kimsenin hakkında net bir bilgiye sahip olmadığı bir virüs ve yayılma süreci konusunda ilkin salgını ve maske-mesafe tedbirlerini ciddiye alanlar ve almayanlar ortaya çıkmıştı. Vaka sayılarının ve kayıpların hızla artması karşısında medyanın abartılı anlatımları sayesinde bütün dünyayı haklı bir kaygı sararken bizde de tedbirlere daha fazla önem verilmeye başlanmıştı. Yine de alışkanlıklarından vazgeçemeyenler için maske ve mesafe çok da gerekli görülmüyordu. Zamanla daha katı tedbirlere taraftar olanlarla kapanma tabir edilen bu tür tedbirlere karşı olanlar farklılaşmaya başladı. Kimsenin sokağa çıkamadığı, ülkeye giriş çıkışların durdurulduğu bir tam kapanma hiçbir ülkede uygulanamadı elbette yine de kapanma tedbirlerine kimileri hastalığı engelleyeceği için destek olurken kimileri de ülke ekonomisini felce uğratarak farklı sıkıntılara yol açacağı için karşı çıktılar. Farklı zaman dilimlerinde farklı yaş gruplarına yönelik sokağa çıkma sınırlandırmaları söz konusu oldu ve bu durumda da sokağa çıkma özgürlüğünün sınırlandırılamayacağını savunanlar özgürlükler adına yeni bir mahalle oluşturabildiler. Maske mesafe kurallarına harfiyen uyan sıradan insanlar, cami cemaati ve tedbirlere uymayan şehirli okumuş eğlenceyi seven insanlar türünden haberler medyada yer bulmaya başladı. Herşeye rağmen bitmeyen ve etkisini sürdüren salgın giderek bütün mahallelerin karışmasına da yol açtı. Kimileri daha ciddiye almaya başladı salgını kimileri politik kamplarından hareketle yorumlamaya çalıştı salgınla mücadele yöntemlerini.
Artık iki yıla yaklaşan salgın süreci hemen her kesimde bu salgınla birlikte yaşama zorunluluğunu hissettirmeye başladı. Başlarda kaygı ve heyecanla beklenen aşı konusunda oldukça hızlı çözümler üretilmesi birçok insan için salgının bitirileceğini ilişkin umutları güçlendirirken kimileri için bu hızlı üretim başlı başına bir kaygı unsuru olarak belirginleşti. Nihayetinde aşı ve aşılama konusundaki uygulamalar pandemi gettolarının da aşı etrafında kristalize olmasına yol açtı.
Bu noktada vurgulamakta fayda var ki bahsettiğimiz kristalze olmuş gettolaşma anlatımının aşının tıbbi değeri ve etkisi ile fazlaca bir ilgisi bulunmamaktadır. Burada asıl tartışma konusu aşı ve salgına yüklenen anlamlar ve bu anlamlar etrafında şekillenen gettolaşmış tavırlardır. Bu tavırlardan en tuhafı ya da ilginç olanı esasen bilim hakkındaki söylemlerde kendini belli etmektedir.
Şu tarz ifadeleri çok sık duymaya görmeye başladık; Bilim bunu söylüyor ve emrediyor, bilime güvenin, bilime itaat edilmeli, bilime inanın, bilim düşmanı olmayın, biilim karşıtlığıdır bu! Bu ifadalerde bilim kelimesinin yanına iliştirilen kelimelere ayrıca bakıldığında durumun tuhaflığı daha da belirginleşiyor; emir, itaat, düşman, karşıt, inanç… Büyük mütefekkir Feyerabend’in “bilim kilisesi” deyişi geliyor aklına insanın ya da mesela yine irfan sahibi bir düşünür olan Huxley’in bilimce idare edilen Cesur Yeni Dünya’sıı gibi distopya anlatıları. Emir, itaat, inanç vb. bilimle asla biraraya gelmemesi gereken kavramlar değil mi? Malum bilimcilerce kıyasıya yok sayılan geleneksel inançlara yakıştırılmıyor muydu bu yaftalar. Comte’un yeni pozitivist bilimci dünyasının müminleri şöyle haykır mıyor muydu; Bilim özgürlüktür din itaat ister; din “boş” inançlara dayanır bilim ise ıspat edilmiş somut ve kesin bilgidir; dini düşüncelere dalmış otokrasilerde emir ve itaat vardır, bilimci yeni dünyanın insanı özgür, sorgulayan bireydir vb.
Gelin görün ki günümüzün güya bilimcileri Comte’un falan içini sızlatacak seviyelere eriştiler. Koca koca profesörler medyada şurda burada “bakın bilim bunu diyor buna uyacaksınız, uymama özgürlüğü olamaz” diye emirler yağdırıyorlar. Yine güya sosyal bilimci geçinenlerin bir kısmı ise toplumsal olgulara, anlayışlara ve algılara pozitivist bir otokratik gömlek giydirmeye çalışıyorlar.
Bu en çok da son zamanlarda aşı hakkında söz konusu oluyor. Söz konusu uzmanlar konuya hep bilim kilisesinin yeni normlarını açıklar gibi yaklaşıyorlar ve böylece ortaya bilime iman edenler ve etmeyenler gibi tuhaf gettolar ortaya çıkarıyorlar. Oysa bilimciliğin doğasına yaraşır bir şekilde aşının faydaları, yan etkileri gibi konularda sağlıklı araştırmalara dayalı verileri açıklamak suretiyle tereddütleri olanları konuyu etraflıca anlmaya çağırmaları gerekirdi. Fakat yapılana baktığımızda sanki fetva yayınlar gibi davranılıyor. Sizi gidi “düz dünyacı bilim düşmanları” düzeyinde bir sesleniş ortaya çıkıyor. Buna karşın diğer kesimlerden de “küreseler güçlerin oyunlarına alet olan sahte bilimciler” tarzında karşı saldırı gelmeye başlıyor. Uzmanlar kademesinde böyle olunca diğer kesimlerde bunun yansımaları daha trajik ve garip oluyor elbette. Özellikle akademik camiada bilimciler ve bilim karşıtları gettoları saçmalıklar üretmeye çoktan başladı bile. Farklı düşünen bilim insanları neredeyse konuşturulmamaya çalışılırken bilime itaat etmeyenin akademide ne iş var diye muhataplarını dışlamaya başlayanlar türedi bile. Salgının ciddiyetini tam olarak kavrayamamış, maske ve mesafe tedbirlerini kendi hayatlarında ve kurumlarda uygulayamamış, yerleştirememiş birçok insan nerdeyse halkın boyunlarında sağlık rapor sonuçlarını içeren dövizler asılı şekilde dolaşmalarını istiyecekler. Buna karşı çıkınca da bilim karşıtı oluyorsunuz; e bilim karşı iseniz mesela akademide ne işiniz var oluyor.
Eğitim alanında ise bu gettolaşmanın yansımaları olabildiğince farklı. Ancak en çok dikkat çekenleri ise eğitimden maddi çıkar sağlayan özel okullar diye düşünüyorum. Herşeye rağmen okullarını açmayı gerekli görüyorlar ve tamamen eğitimle ilgili kaygılardan dolayı bunu yaptıklarını açıklıyorlar. Onlara göre de bilim, okullar açık olsun diyor, zaten eğitimden daha önemli ne olabilir ki. Oysa yaşadığımız birçok şey neredeyse herşeyin eğitimden daha önemli olduğunu göstermedi mi? Ekonominin çarkları işlemek zorunda bu nedenle insanlar çalışmak zorunda. Anne babalar çalışmak zorundalar ve okulları kapalı olan çocukların evde olması bu açıdan ciddi bir sorun; özel okulların gelirleri olumsuz etkileniyor, kapalı kalan okulların ücretinin de azalması gerektiği düşünülüyor bunun olmaması için de ne olursa olsun okulların açık olması gerekiyor. Okulların açık kalabilmesi için vaka sayıları gibi konularda önceden standartlar belirlenemiyor ve şu şu koşulların sağlandığı yerlerde okullar şu şekilde açık olur şeklinde bir planlama yapılamıyor. Çünkü vaka sayılarını kontrol etmeye dönük politikaları el birliği ile adam akıllı uygulayamıyoruz. Ülkeye giriş çıkışları sınırlandıramıyoruz çünkü küresel ticaret ve turizm sürmeli ekonominin çarkları işlemeli aksi durumun maddi külfetini hiçbir ülke karşılayamıyor. Esasen salgının böyle bir yolla ülkeleri etkilemeyi hedeflediğini de düşünebiliriz. Malum küresel güçler toplumları ekonomik zorluklarla terbiye ediyorlar sanki…
Bilimci ve bilim karşıtı gibi görünen gettolara dönecek olursak daha önce bir vesile ile demiştik tekrarlayalım; bilimden değilse de bilimcilerden ve bilim insanlarından şüphe duyulabilir çünkü bilim yanılgıya dayalıdır, bilim insanı yanılabilir, yeni bir buluş ve bilgi eskisini boşa çıkarır, bilimde dogmatik kabul olamaz. Bunlar bilimin doğal iddiaları ancak insanlar ve hele akademisyenler bile bilimi bir inanç gibi kavrayabiliyorlar. Günümüzde herhalde hiç kimse ben suyun kaldırma gücüne inanmıyorum demeyecektir ancak bir salgın yaşanıyor ve esasen kimse bu virüs ve yayılışı hakkında net bir bilgiye sahip değil henüz. Bu nedenle karşıma çıkan sonuçları, önerleri, tedbirleri, çareleri şüpheyle karşılıyorum diyebilir. Bu konuda bilim de kesin bir sonuca ulaşmış değil zaten. Bir buçuk yılda bilim salgınla ilgili yeni şeyler öğrendikçe baştaki bazı fikirlerini değiştirdi bile ama bilimcilere iman edenlerin inançları kolay kolay değişmiyor…
Bilimci otokrasilerle ilgili edebiyat çok zengindir. Sanki oraya doğru gitmiyor muyuz? Salgının içimize ve hayatımıza dayattığı korku ve güvensizlik bizi bu konuda daha mı kırılgan yapıyor? Küresel salgın tehdidi bizi asıl neye hazırlıyor?
Bilimin üreteceği çözüm ve çareleri değerlendirmeli ve takip etmeliyiz elbette ancak bu salgının ve yarattığı etkilerin yok olması ve insanlığın bunu aşabilmesi için de mevzu güvense Tanrı’ya güvenmekten başka bir şey yapamayız.