eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
9°C
Ankara
9°C
Açık
Pazartesi Az Bulutlu
9°C
Salı Hafif Yağmurlu
6°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
8°C
Perşembe Çok Bulutlu
10°C

Mûsıkîşinas Bir Öğretmen: Meşahir-i Meçhûleden Hâfız Süleyman Efendi

           Evet bu eski nesil şerefli bir âlem açar

                Duyuşta ince zamanlardan inkıraza kadar

               Yahya Kemâl   

Yozgatlı Derelizade Hâfız Süleyman Turgut Efendi, eski mûsikîmizin çelebilerinden biridir ve Yozgat’ta hâfızlık geleneğinden yetişmiş meşhur bir mûsikîşinastır.

Yozgat’ın kıymetlerinden olan Hâfız Süleyman Efendi, Yozgat’ın Yeni Cami Mahallesi’nde 1885’de dünyaya gelir. Babası Derelizâde Mehmet Ragıp Efendi’dir.

Hâfız Süleyman Efendi, hıfzını ikmâl edip, 1899’da biten “Yozgat Nümûne-i Gayret Mektebi”ndeki tahsilinin ardından, “Şevkî Efendi Medresesi”nden icazetini alıp 1911’de “Kurra Muallimi” olur. Açılan imtihanı kazanıp 1912’de muallimlik ehliyetnamesi alır.

Muallimlik ehliyetnamesini aldıktan sonra, sırasıyla: “Yozgat Alcı Köyü Muallimi, Yozgat Nümûne-i İrfan Mektebi Muallimi, Yozgat Rehber-i İttihat Mektebi Muallimi, Yozgat Nümûne-i İrfan Mektebi Baş Muallimi, Yozgat Sultanîsi Kısm-ı İbtidaî Muallimi, Yozgat İmam ve Hatip Mektebi Kur’an-ı Kerim Muallimi, Yozgat Birinci Kız Mektebi Muallimi, Yozgat İkinci Kız Mektebi Muallimi, Sorgun Merkez Mektebi Muallimi, Yozgat Fakıbeyli Köyü Muallimi.” olarak vazife yapar. Yozgat Kuşçu Köyü Muallimi iken 1936’da emekli olur.

Hâfız Süleyman Efendi, 1941’de Yozgat’ta Hakk’a yürür ve Sarıtopraklık Mezarlığı’nda sırlanır.

Derelizade Süleyman Efendi, bilahire “Dereli” soyadını almıştır.

Güzel sesi ve kıraatındaki fevkalâdelikle büyük bir şöhretin sahibi olan Hâfız Süleyman Efendi, mûsıkîyi, Mevlevî meşhurlarından Mehmet Zekaî Dede Efendi’den meşk eden Yozgatlı Neyzen Sâlih Dede Efendi’den meşk etmiştir. Dolayısıyla, bir Mevlevî kültürünün olduğu Yozgat’ta, mûsıkîyi bir Mevlevî Dede Efendisi’nden meşk eden Hâfız Süleyman Efendi’nin de Mevlevî olma ihtimali yüksektir.

   Başta Hâfız Haşmet Efendi olmak üzere, pek çok hafız yetiştiren Hâfız Süleyman Efendi, söylediği ilâhîleri ile hâlâ hatırlanmaktadır.

Hâfız Süleyman Efendi, bestekâr, şair ve aynı zamanda bir gazelhandır.

   Hâfız Süleyman Efendi, İstanbul’da, taş pilağa Kur’an-ı Kerim, Yozgat türküleri ve şarkı okuyan mühim bir sanatkârdır. “Sahibinin Sesi” gramofon kumpanyası tarafından “56” şarkı ve türküsü pilağa alınmıştır. Hâfız Süleyman Efendi’den başka, Arap Hâfız, Sıtkı Baba, Âşık Gülşânî Baba ve Hadiye Hanım da Yozgat türkülerini ve bozlaklarını taş plağa okumuştur.

Nâzî’nin “Yozgat Bozlağı,” Âşık İbrahim’in “Turnalar”ı ve Sürmelilerden çığırdıkları ile şitayişle bahsedilen Hafız Süleyman Efendi, Yozgat yöre mûsikîsine emekte Muzaffer Sarısözen (d. 1899 v. 1963), Halil Bedi Yönetken (d. 1901 v. 1968) ve Nida Tüfekçi’den evveldir.

Bütün bu vasıflarıyla Hâfız Süleyman Efendi, Yozgat’tan yetişmiş mühim bir değer ve dikkate alınması gereken büyük bir mûsikîşinastır.

Hâfız Süleyman Efendi’den hatıralar dahi meraklısına lâzım olur… 

Şöyle ki…

Vaktiyle Paşaköy, Paşa Medresesi sayesinde güçlü bir  ilim merkezidir ve idare tarihi bakımından da mühim bir yere sahiptir. Osmanlı devlet ricalinden Tokmak Hasan Paşa ve Çapanoğulları tarafından dağıtılıp sürgün edilinceye kadar ahfadı, bu köyü mekân tutmuştur. Dulkadırlı hanedanı ile yakın akraba olan büyük ağa sülalelerinden Panasoğulları da olunca, bu köy, Bozok tarihinin bir devrinde adından kuvvetli bir sada ile söz ettirmiştir. Paşaköy’ün sanat değeri fevkalâde yüksek bir camisi var ki o günlerden kalan nadide bir hatıradır. Mütevellisi Mehmet Nuri Ağa olan medrese ise zaman içinde yıkılmış, geride unutulmaz hatıralar bırakmış ve büyük alimler tarafından asırlarca burada yakılan ilim çerağı uyutulmuştur!.. İşte bu alimlerin belki de en büyüğü, şöhreti hudutlar aşmış bir güzide ve aynı zamanda Medine-i Münevvere’de ulemaya ilm-i hikmet okutmuş bir büyük derya Şeyh Hacı Yakup Efendi’dir (v. 1918?). Hacı Yakup Efendi, Şam’dan Ankara’ya, Ankara’dan da Yozgat’ın Paşaköy’üne gelmiş bir hocanın oğludur. Asrının incisi bir zat olan Hacı Yakup Efendi, irfan hayatımızın pek müstesna bir halkasıdır. Hacı Yakup Efendi, Sultan II. Abdülhamid Han’ın cülûs merasiminde hazır bulunur ve ardından padişah tarafından Edirne’de müderris olarak vazifelendirilir. Aradan geçen senelerin ardından kendi arzusu ile memleketi Yozgat’a döner. Yozgat Cami-i Kebir/Çapanoğlu Camii’nde İmam-Hatiplik de yapan bu büyük alim, köyüne gelir ve köyündeki Paşa Medrese’sinde mollalık seviyesine gelmiş talebelere ihtisasa yönelik ders okutur. Devrinde, Paşa Medresesi en parlak ve en kalabalık bir seviyeye ulaşmıştır. Şeyh Hacı Yakup Efendi, Paşaköy’de Hakk’a yürür ve köyün mezarlığında sırlanır. Kabri ziyaretgâhtır. Sırrı aziz olsun.

Devrinin meşhur ve büyük alimlerinden Paşaköy’deki Paşa Medresesi Müderrisi Şeyh Hacı Yakup Efendi’nin Paşaköy’de bulunduğu bir Ramazan günü, Hâfız Süleyman Efendi mukabele okumak için Paşaköy’e davet edilir. 

Mihmandarı ile birlikte Paşa Camii’ne giden Hâfız Süleyman Efendi, kalabalık bir cemaatin huzurlarında mukabeleye başlar ve güzel sesi ve okuduğu “İstanbul Kıraatı” ile cemaati hayran bırakır.

Mukabele devam ederken Şeyh Hacı Yakup Efendi camiye gelir ve Hâfız Süleyman Efendi’nin okuyuşundaki letâfete hayran olur. Hâfız Süleyman Efendi de, daha evvel tanıdığı ve büyük bir hürmet beslediği bu büyük zatı görünce heyecana kapılmaktan kendini alamaz.

Hâfız Süleyman Efendi, nihayet, mübarek kelâmdan okudukça heyecanını nisbeten teskin eder, büsbütün aşka gelir ve bambaşka bir tat ile âşıkları mest eder. 

Şeyh Hacı Yakup Efendi: “Maşaallah, maşaallah! Oku hâfızım, oku hâfızım, oku evlâdım.” diye ara ara takdirkâr ifadelerde bulunur.

Hâfız Süleyman Efendi, namaz vaktine kadar okur. Namazdan sonra ise Şeyh Hacı Yakup Efendi ile bir süre sohbet ettikten sonra elini öpüp ayrılır.

Zuhurata bakın ki, o gün Paşaköy’de düğün vardır. Düğün sahipleri, Hâfız Süleyman Efendi’yi davet edip düğüne götürürler. 

Hâfız Süleyman Efendi, düğün odasında biraz oturduktan sonra dışarı çıkar ve halay çekenlerin yanına gider. Halayın başına geçer, hem halay çeker ve hem de halay türkülerini çığırır.

Bu vaziyeti gören bazı “müzevirler!” vakit kaybetmeksizin Şeyh Hacı Yakup Efendi’ye gidip: “Aman Efendi Hazretleri, pek takdir ettiğiniz Hâfız Efendi var ya hani! Düğünde halayın başını çekiyor ve bir de türküler çığırıyor ki.” diye derhâl şikâyet ederler.

Bir süre sonra, düğün sahibi, birkaç komşusu ile birlikte gelip Şeyh Hacı Yakup Efendi’yi davet ederek ihtiramla düğün odasına götürürler.

Büyük Hoca Efendi’nin odaya yaklaştığını haber alan misafirler, derhâl kapıya çıkıp karşılarlar.

Şeyh Hacı Yakup Efendi, düğün odasının merdivenlerinden yukarı doğru çıkarken, Hâfız Süleyman Efendi ve arkadaşlarını halay çekerken görür.

Ancak, halayın başındaki Hafız Süleyman Efendi’nin söylediği bir mâni, Şeyh Hacı Yakup Efendi’nin dikkatinden kaçmaz:

Ağ koyun meler gelir

Dağları deler gelir

Hakikatli yâr olsa

Uykuyu böler gelir

Ağ koyun kara koyun

Yaremi derin oyun

Ben bu dertten ölürsem

Adımı dertli koyun

Bu sözler Şeyh Hacı Yakup Efendi’yi duygu sağanağına uğratır. Göz pınarları hafifçe süzülür. Ertesi gün camideki vaazında, bu sözlerin derin mânâları üzerinde durur. İkinci günün vaazında da devam eder!..

Hem ağlar, hem anlatır, hem ağlatır!..

Bu hatıra dahi, Hâfız Süleyman Efendi’nin Mustafa Kemâl Paşa’nın huzurunda Kur’an okuduğudur:

Artık zor zamanlar geride kalmıştır. Harpler bitmiş, Anadolu’da yeni bir devir başlamıştır. Millet, dertlerine bir mim koymak ve üzeri küllenmiş yaralarını sarmak için yeni bir mücadelenin içine girmiştir. Bir seferberlik de yeniden ayağa kalkmak için ilân olunmuştur. Bu sebeple, eski Yozgatlılar’ın Gâzî ya da Gâzî Paşa diye hitap ettikleri Mustafa Kemâl Paşa memleketi gezmektedir, yollardadır. 

Şöyle ki…  

15 Ekim 1924’de, bir süvari müfrezesinin refakatinde Kayseri güzergâhından Yozgat’a doğru gelen Gâzî ve beraberindeki heyet, yol boyunda bulunan köylerin ahalisinin sevgi seli arasından geçerken yolda Poyrazlı Köyü’nün Çerkezleri tarafından durdurulur.

Gâzî, otomobilden inip Poyrazlılılarla bir süre sohbet eder. Çerkezlerin önceden hazırladığı yemek ikramına çok az bir miktar iştirak ettikten sonra yola devam eder. 

Gâzî, ikindi üzeri kendisini yolda karşılayan Battallı atlılarla birlikte Battal Köyü’ne bir sevgi ve saygı seli arasında gelir. Köyün girişinde, Kapusuzoğlu Mehmed Kâmil Ağa (d. 1872 v. 1947), Süleyman Ağa (d. 1882 v. 1938) ve köylüler olduğu hâlde karşılanır. Ziyaretten dolayı şükürcelik kurban kestirilecekken Gâzî’nin kurbanın kesilmemesini işaret etmesi bir an duraklatır. O sırada otomobilden inmeyen Lâtife Hanım’ın arabanın camını açıp kesilmesini istemesi ile birlikte, zaten fırsat kollayan Kâmil Ağa’nın işareti üzerine kurban kestirilir. 

Yemeğin Poyrazlı’da yenildiğinin öğrenilmesi üzerine, biraz dinlenmesinin ardından Gâzî’ye kahve ikramında bulunulur.

Gâzî’nin Battal’a uğramalarının hususî bir sebebi vardır. Bu mühim sebep, Millî Mücadele sırasında ağaların yaptıkları yardımlardır.

Gâzî, ziyaret sırasında, Millî Mücadele’ye “üç erkek sürü koyun ve bir balak derisi altın” veren Süleyman Ağa ile, “3000 kırmızı lira” veren Kapusuzoğlu Mehmed Kâmil Ağa’ya teşekkür ettikten sonra, onlarla bir müddet sohbet eder.

Köy ve civarı ile bölge tarihine dair Mehmed Kâmil Ağa’dan sorduğu suâllerin cevabını aldıktan sonra Süleyman Ağa’ya: “Söyle bakalım Ağa. Verdiğiniz sürüler ve paranın karşılığını devletiniz size ödeyecek. Buna karşılık size Ankara’dan yer vereyim. Ne dersiniz!..” deyince, Süleyman Ağa: “Paşa Hazretleri, bizler devletimizle varız ve sadece çiftçilikle uğraşıyoruz. Hem karşlığı da ne oluyor, Paşam sağ olsun!” diye mukabelede bulunur.

Mehmed Kamil Ağa’da Süleyman Ağa’nın cevabını tasdik eder. 

Gâzî, Ağaların bu cevabından dolayı iltifatlar eder ve onları Ankara’ya davet eder. .

Bu ziyaretin ardından Süleyman Ağa, Ankara’ya gitmiş, Çankaya’da Gâzî ile görüşmüştür. Mehmed Kâmil Ağa ise Ankara’ya 1936’da gitmiştir.  

Bir müddet sonra Battal’dan ayrılan Gâzî, Yozgat’a gitmek için yola koyulur.

Gâzî, Boruklu Yazı’dan itibaren Elekçi Yokuşu’nun tepesine kadar olan kısımda bekleyen atlılar tarafından karşılanır.

Elekçi Yokuşu’ndan inişte Sarıtopraklık’a varmadan, Eskipazar Mahallesi’nin sonunda, bağların alt kısmında resmî karşılama merasimi yapılır.

Resmî uğurlama merasimi de yine aynı yerde olur.

Gâzî, geç vakitte yol boyu bekleyen Yozgat ahalisinin sevgi gösterileri arasında şehre girer.

Ancak Gâzî, yol boyunda ve etrafta çok sıkı emniyet tertibatı alındığını, köprüleri de bizzat subayların tuttuğunu görür.

Ertesi gün aynı sıkı güvenliği görünce: “Derhâl sıkı emniyet tertibatını kaldırınız. Yurttaşlarımla aramda hiçbir engel bırakmayınız. Millî Mücadele’de fevkalâde büyük gayret gösteren memlekette bana hiçbir şey olmaz!..” diyerek, emirleri doğrultusunda, emniyet tertibatının bunaltan engelini kaldırtır.

Bunun üzerine emniyet tertibatı göze çarpmayacak bir seviyeye getirilir.

Yozgat Belediye’sinin önünde kurban kesilirken Gâzî’nin üzerine kan sıçrar, bu vaziyet bir hayli canını sıkar ve ikâmetine ayrılan Miralay Şerif Bey Konağı’na gidip elbiselerini değiştirip tekrar gelir.

Şimdilerde Etnoğrafya Müzesi olan Nizamoğlu Konağı’nın balkonunda kahve içerken, meşhur fotoğrafçı Mümtaz Tiyanşan tarafından fotoğrafı çekilir.

Daha evvelinden tanıştığı, meşhur Âkif Paşa’nın ahfadından Sâlim Efendizâde Mustafa Arif Paşa’nın (d. 1861 v. 1931) Kirazlı Çiftliği’ndeki köşkünde öğle yemeği yer, kahve içer ve biraz istirahat eder.

Gâzî, Yozgat ziyaretlerini 17 Ekim tarihinde tamamlar ve coşkulu kalabalığın arasında, “tekrar gelmeye söz vererek,” Yozgat’tan ayrılır…

Gâzî’nin, 15 Ekim 1924’deki Yozgat ziyaretinin üzerinden on sene geçer.

Bu sefer, 3 Şubat 1934’de Yozgat ahalisi, Kırşehir üzerinden hareketle gelen büyük misafirini karşılar.

Esasen on senenin ardından yapılan bu ziyaret, hiç şüphesiz, Gâzî’nin Bozok’a ve Yozgat’a olan alâkasının da pek bariz bir tezahürüdür.

Gâzî, aynı gün, ahalinin sevgi gösterileri arasında, Hükümet Konağı, Belediye ve Alay Kumandanlığı’nın ardından Halkevi’ne gelir.

Halkevi’ndeki merasimde, şair Nizami Nefesli olarak tanınan Mehmet Nizamettin Nefesli (d. 1907 v. 1987), Gazi’nin huzurlarında bir şiirini okur:    

Çerağı söndürülmüş karanlık bir vatanı

Işıkla dolduranın şu büyük armağanı

Sayması gurur veren İnönü Dumlupınar

Eşsiz inkılâbınla daha bin mucizen var

Bilginin güneşine cehâleti boğdurdun

Bir avuçluk on yıla asırları doldurdun

Ana yurdu süslüyor bin fabrika bacası

Ergani’den geliyor medeniyet nârası

Yükselişte cihana dehân emsâl olacak

Türk adı anılınca akan sular duracak

Yanında küçük kalır tarihteki büyükler

Gazi, ancak seninle iftihar eder Türkler

Ruhumuzu bağladık kurtarıcı ismine

On beş milyon Türk kalbi çerçevedir resmine

Gâzî, şiiri dinledikten sonra, genç şair Nizami Nefesli’ye kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorar.

Nizami Nefesli de: “Sıhhatinizi dilerim Paşa Hazretleri. Ancak bir memuriyet rica ederim.” diye karşılık verir.

Gâzî: “Bu delikanlıyı posta memuru yapın.” diye talimat verir.

Emrin icabı yerine getirilir. Nizami Nefesli, Gâzî’nin vesilesiyle posta idaresinde vazifeye başlar, uzun süren bir memuriyetin ardından müdürlükten emekli olur.

Gâzî, Yozgat Lisesi’ne gider ve derse girer. 

Yozgat Lisesi’ni ziyaretleri sırasında girdiği sınıfta biraz ders dinledikten sonra hoca ve talebeye Türk tarihi ile ilgili suâller sorar. Aldığı cevaplardan hoşnut olur.

Girdiği sınıfta, görür görmez ismi ile hitap ettiği, Millî Mücadele’de Ankara Karargâhı’nda Merkez Muhabere Birliği Kumandanı ve Mülâzım-ı Evveli rütbesiyle büyük hizmetiyle yakından tanıdığı Fizik ve Kimya Muallimi Mehmed Vehbi Ulusoy Bey’in (d. 1891 v. 1970) dersinden fevkalâde memnun kalır. Dersten sonra Gâzî Paşa: “Benden bir isteğiniz var mı Vehbi Bey?” diye teveccühte bulunur. 

Vefatına kadar Yozgat’ın ilmine ve irfanına pek büyük hizmetler yapacak olan Mehmed Vehbi Bey de: “Sıhhatinizi dilerim Paşa Hazretleri. Ancak Zât-ı Devletinizden müsaadenizle bir istirhamım var. Eğer tensip buyurursanız mebus olmayı arzu ederim.” diye Gâzî’ye mukabelede bulunur. 

Ancak bu mukabeleye, Gâzî’nin cevabı hakikaten bir ders olur ve: “Bırakınız Vehbi Bey, bırakınız! Sizin muallim ve bir mürebbî olarak hizmetiniz, değil mebusluk, Reis-i Cumhurluğa bile değişilmez. Siz, Türk çocuklarını yetiştiriyor ve nur dağıtıyorsunuz. Eğer maddî bir meşakkatiniz varsa derhâl telâfi olunsun. Hem, Ben nasıl olsa mebus bulurum. Fakat, sizin gibi bir muallimi kolay kolay bulamam.” der. 

Söz sükût ediyor bu cevap karşısında…

Gâzî, İsmet Paşa Mektebi’ndeki ziyaretten sonra, gün boyu sürdüğü ziyaretlerin ardından Vali Konağı’na gelir.

Gâzî, konakta, Vali Bekir Sâmi Bey ve Belediye Reisi Yusuf Bey (d. 1888 v. 1970) başta olmak üzere, resmî erkân ve eşraftan bazı zevat ile memleket meselelerine dair sohbet eder. 

Söz Türk edebiyatına gelir ve Türk edebiyatı hakkında konuşmalar olur, divan sahibi büyük şairlerimizin şiirlerinden bazı kısımlar okunur. 

   Bozok tarihine dair Gâzî’ye etraflı bilgi verilir. Yozgat’ta yetişen şairlerden ve bilhassa Hüznî Baba’dan bahsedilir.

   Hüznî Baba, hürmetle: “Mehmed Bahaeddin Efendi, Hüznî Baba namı ile meşhur, alim, fazıl, münevver, hoş sohbet ve şair bir hocaefendidir.” takdimiyle medhedilir.

   Gâzî’ye, Halkevi Reisi Çapanoğlu Bekir Bey (d. 1901 v. 1970) tarafından Hüznî Baba’nın bir şiiri okunur:       

Nazar kıl âleme ey dil ne bir şaşkın bunak olduk

Bu halkın gözüne menfur demirden bir tabak olduk

Fakat ol meyvesiz eşcar misâli bir kavak olduk

Hüdâ’dan havf u haşyet yok garâretle yamak olduk

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Bıraktık bâb-ı Mevlâ’yı kula kullar gibi taptık

Şeriatten hurûc ettik sefahat râhına saptık

Verip va’z u nasihat milletin parasını kaptık

Edip hem fikre hizmetler papazlar yaptığın yaptık

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Tabasbus eyledik bâb-ı gınâya iltica ettik

Varıp zalimlere candan ciğerden merhaba ettik

Fakat yoksullara buğz u adâvetle ezâ ettik

Değiştik dini dünyaya ne varsa hep hebâ ettik

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Hatimler bahş edip zengin kesim emvâtına sattık

Fakirin mevtine ikrah edip de yan gelip yattık

Ne menfaatperest olduğumuz ağyâra anlattık

Edip binler müdâhinlik nice eslâfa da attık

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Sükût ettik görünce münkirâtı eyledik tahsin

Tarîk-ı zulme binlerce delâ’il eyledik ta’yin

Olup şirke şerîk ettik nifak ahkâmını telkin

Hevaya tâbi olmaktan dahi hiç olmadık teskin

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehâk olduk

Sehâdan bahsimiz halka fakat hırs u tamâ bizde

Fesâda âletiz her dem hasetlik özde hem gözde

Bıraktık ar u nâmûsu hacâlet kalmadı yüzde

Büründük kisve-i ilmi amel yok hep kalır sözde

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Nic’oldu manevî maddî Hüdâ’nın emr u fermânı

Edip efkâra müftîlik bıraktık hükm-i Kur’ân’ı

Maişet celbiçün verdik bütün yağmaya imânı

Tarîk-ı Hakk’a hor baktık görüp hoş ism-i udvânı

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Hamâkat esbine bindik denâet şehrine yettik

Edip mü’minleri tekfîr nice icrâ-yı fikr ettik

Şarap rüşvet zinâ fâiz kumar hep mahv olup gittik

Hülâsa nehy-i ma’rûf emr-i münker râhına gittik 

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Kılıp terk sünneti Hizbî edip bid’atlara rağbet

Menâfi noktasında biz bu dini eyledik âlet

Fesad bizden zuhûr etti yine etti bize avdet

Denir meşhur mesel herkes bulur ettiğini elbet

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk   

Okunan şiiri beğenen Gâzî, Hüznî Baba ile tanışmak ister. Emirleri doğrultusunda derhâl Hüznî Baba’nın evine otomobil gönderilir.  

Eve giden memurlar kapıyı çalarlar. Kapıyı açan hanımı forslu otomobili görünce kısa süreli bir şaşkınlık yaşar.

Memurlar: “Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri, Vali Bey’in konağında bulunuyorlar. Hoca Efendi’yi görmeyi arzu ediyorlar.” derler.   

Hanımı ise: “Hocaefendi evde yok, kahveden haber gönderip beni köye davet ettiler, köye götürüyorlar, köye gidiyorum, demişti.” diye cevap verir.

Tekrar konağa dönen yetkililer vaziyeti haber verirler.  

Gâzî: “Hangi köye gitti ise derhâl gidip getiriniz.”  diye emir tekrarı yapar.    

Yetkililer, tekrar gidip hangi köye gittiğini sorarlar. Hocaefendi’nin hangi köye gittiğini söylemediğini öğrenmeleri üzerine konağa dönerler ve durumu arz ederler.             

Bunun üzerine Gâzî: “Hüznî’yi tanımayı arzu ederdim, ne ise artık Ankara’ya gelsin de öyle görüşelim.” diye üzüntülerini bildirirler. 

Bilahire Yozgat’a dönen Hüznî Baba, olanları öğrenir ve Gâzî ile tanışamadığına hayli müteessir olur. Fakat çok arzu etmesine rağmen Ankara’ya gitmek de kendisine bir türlü nasip olmaz. Zaten Hüznî Baba 17 Ocak 1936’da da âlem-i cemâle intikal eder.

Sohbet uzar… 

Söz arasında Gâzî’ye ahalinin dışarıda beklediği ve dağılmadıkları arz edilir. Gâzî de bir süre sonra açılan pencerenin önüne çıkar ve ahaliye: “Göstermiş olduğunuz misafirperverlik ve alâkadan dolayı hepinize teşekkür ederim. Sizlerle bir arada olmaktan dolayı duyduğum memnuniyeti ifade edemem. Bu memleketin hakiki sahibi sizlersiniz. Bunu asla unutmayınız. Esasen yarın için yapılacak işleriniz var, hava da fevkalâde soğuk, artık istirahata çekiliniz.”  diye çok kısa bir nutuk irad eder.  

Gâzî, ahalinin tezahüratları ve sevgi gösterileri arasındaki konuşmasından sonra tekrar içeri çekilir. Bu konuşma üzerine herkes evine gitmek üzere dağılır.

O gün konakta Gâzî’nin huzurlarında, Yozgat’ta ve köylerde bulunan muallimler de hazır bulunmaktadır. Çünkü Gâzî, muallimleri bilhassa görmek istemiştir.

Muallim heyeti, Maarif Müdürü tarafından sırasıyla Gâzî ile tanıştırılır.

Gâzî de memnuniyetlerini ifade eder.

Takdim devam ederken, sıra meşhur mûsıkîşinas Hâfız Süleyman Efendi’ye (d. 1885 v. 1941) gelir.

Maarif Müdürü: “Paşa Hazretleri, bu muallim efendi ise Yozgat’ımızın medar-ı iftiharı ve Fakıbeyli Köyü Muallimi Hâfız Süleyman Efendi’dir.” diyerek ihtiram dolu bir ifadeyle Hâfız Süleyman Efendi’yi Mustafa Kemâl Paşa ile tanıştırır.

Bunun üzerine Mustafa Kemâl Paşa, huzurda ayakta bekleyenlere oturmalarını söyleyerek: “Hâfız Efendi, bir Aşr-ı şerîf okuyunuz da dinleyelim.” diye emirlerini bildirir.

Hâfız Süleyman Efendi: “Hayhay Paşa Hazretleri.” diyerek bir ihtiram ifadesi olmak üzere başını hafifçe öne eğer ve ardından “Kıyamet Suresi”ni okumaya başlar.

   Hâfız Süleyman Efendi, muhrik sadası ile ziynetlendirdiği ve İstanbul Kıraatı ile okuduğu Aşr-ı serîf’i bitirmesinden sonra Gâzî’den iltifatlar ve takdirler alır.   

Gâzî: “Hâfız Efendi, takdir ve iltifatta isabet etmişler. Sesiniz ve kıraatınız fevkalâde. Tebrik ederim. Ancak, okuduğunuz ayet-i kerîmelerin mânâlarını söyleyiniz de, muazzez kitabımızda Cenâb-ı Hakk’ın bize ne buyurduğunu öğrenelim.” der.

Gâzî’nin bu isteği karşısında heyecana kapılıp mahcup olan Hâfız Süleyman Efendi: “Beni mazur görünüz Paşa Hazretleri, ben hoca değilim sadece bir hâfızım.” diye cevap verip mahcubiyetini bir nebze olsun gidermeye çalışır.

Ders verme sırası Gâzî’dedir. 

Hâfız Süleyman Efendi, Gâzî’nin işaretleri üzerine, okuduğu ayet-i kerîmeleri tekrar okur ve Mustafa Kemâl Paşa’da ayet-i kerîmelerin meâlini verir ve kısaca tefsir eder.

Hâfız Süleyman Efendi, aynı gün Gâzî’nin huzurlarında, Kemanî Muhsin Gökay Bey(d. 1900 v. 1968) ve arkadaşlarından teşkil eden fasıl heyetinde hânende olarak yer alır.

Kılasik Türk mûsıkîsinin nâdide eserlerinden bazılarını okur ve bir bozlak ile Yozgat Sürmeli çeşitlemelerinden bir kaçını çığırır. 

Heyet ise Gâzî’nin sevdiği şarkıları seslendirir. Bilhassa meşhur “Kırmızı gülün alı var” ve “Şahane gözler” adlı şarkıların icrasına Gâzî bizzat iştirak eder. Oynadığı “Sarı Zeybek” hâlâ hafızalardadır!.. 

Ve ondan Turnalar Bozlağı…

   Yozgat semaları, bir vakitler, mûsikîye bihakkın vâkıf hafızların sadaları ile mesttir. Bu hoş sada, “güzel insanlar güzel atlara binip gitmeden,” yani, şehrin gönül kapısı açık efendilerine, demler ve safalar sürdürmüştür. Ancak zamanın öğütücülüğüne rağmen onları nisyan büsbütün örtememiştir. Hâfız Süleyman Efendi, Çakır Hafız, Muttalip Hâfız, Ahmet Hafız, Arap Hafız ve daha nicesi, latîf sesleri, fevkalâde üstâdâne kıraatları ve hatıraları ile ufuklarımızda yankılanmışlardır.

Bu hikâye dahi, hükmün sahih beyanıdır…

Ahmet Hâfız, bir gönül kırgınlığı üzerine, kimseye bir şey demeden Yozgat’ı terk eder. Yakın çevresi de, ciddi bir merak içinde kalır ve onun için kaygılanmaya başlar.

Hayli zaman kendisinden bir haber alınamaması üzerine, yakın arkadaşları olan Hâfız Süleyman Efendi ve Çakır Hafız, daha fazla bekleyemezler ve doğuya doğru gittiğini duydukları arkadaşları Ahmet Hâfız’ı aramaya çıkarlar.

Nihayet uzun süren soruşturmadan sonra, Ahmet Hâfız’ın Sivas’ta olduğunu haber alırlar.

Arkadaşlarını bulma ümidi ile Sivas’a giderler.

Sivas’a gelir gelmez Ahmet Hâfız’dan bir haber almaya, nerede kaldığını bulmaya çalışırlar.

Soruştururken, çarşıdaki handa, tariflerine uygun düşen birinin varlığından haberdar olurlar ve hana giderler. Fakat elleri ile koymuşçasına bulacak hâlleri olmadığı için bulamazlar.

Bu arada, hayli zamandır memleketinden uzak kalan Ahmet Hâfız bir derde mübtelâ olmuştur ve bir süredir kendisini bitkin düşüren hastalıktan kıvranmaktadır. Garip, gurbet elde, hasta hâlinde bir köşede kalakalmıştır yapayalnız.

Hâfız Süleyman Efendi, Çakır Hafız’a: “Çakır, iyisi mi sen bir köşede, ben bir köşede duralım, bekleyelim. Ben bir sesleneyim. Sesimi tanır. Ya çarşının, ya da hanın bir köşesinden çıkar.” der.

İki arkadaş, sözleştikleri gibi yapar. Hâfız Süleyman Efendi, bir köşeye çekilip, 1761’de hayatta olan XVIII. asır şairlerinden Bahadınlı Âşık İbrahim’in “Turnalar”ını çığırmaya başlar:

Hasta düştüm bî-mecâlim Bafra’da     

Bildir ahvali mi yâre turnalar

Seher vakti hûb avazım hûb zade 

Düşürdüm efkârım zâre turnalar

Uğraman Çorum’a geçin solundan

Himmet alın Abdal Ata dilinden

Hatab Boğazı’ndan Küre Beli’nden

Doğru gidin bir katere turnalar

Ahmet Hâfız, bulunduğu yerden kulağına gelen sesi tanır; bu ses arkadaşı Hâfız Süleyman Efendi’nin sesidir. Duyup da çıkmamak, yanına varmamak, kucaklaşıp hâlleşmemek olmaz elbette.

Hâfız Süleyman Efendi’nin sesi Sivaslıları da mest etmiştir üstelik. Orada bulunan bütün ahali de bu büyüleyici sesin tesirinde kalmıştır.

Ahmet Hâfız yerinden kalkar ve sesin geldiği yöne gider; Hâfız Süleyman Efendi’yi dinleyen kalabalığın arasından geçip arkadaşına kavuşur.

Çakır Hâfız’a da haber ulaşınca oda koşar gelir.

“Turnalar” sayesinde buluşan üç arkadaş, Ahmet Hâfız’ı tedavi ettirirler ve sonra Yozgat’a dönerler.

Ancak “Turnalar” meselesi, bu tahkiyeyle noktalanmamaktadır… 

Âşık İbrahim’e ait meşhur “Turnalar” türküsü, hem yazılı, hem de şifahî kültürde, Hâfız Süleyman Efendi’nin çığırdığı türküler arasında sayılmakla ve bu şekliyle bilinmekle birlikte, Hâfız Süleyman Efendi’nin taş pilak kayıtları dinlenilince, “Turnalar” türküsünün farklı bir söz sırası olduğu görülmüştür. Asıl manzume hangisidir, bizim yazılı ve şifahî kültürden tevarüs ederek naklettiğimiz mi, yoksa taş pilakta geçen şekli mi? Ya da aslı, yazılı ve şifahî kültürde geçtiği gibi de, Hâfız Süleyman Efendi’nin zamanında Yozgat’ta yeniden mi mânâ verilmiştir ve söylenen odur? Bu suâlin cevabı şimdilik açık değildir. Buna rağmen, Hâfız Süleyman Efendi’nin çığırdığı “Turnalar” çok daha başka bir huzur vermektedir.

Hâfız Süleyman Efendi, şöyle sesleniyor turnalara:

Hasta düşdüm bî-mecalim Bafra’da

Yitiştir selâmım yâre turnalar

Gariplik hasretlik gurbet ellerde

Bir de bizim için ötün turnalar

Turnamın kanadı bir sarı telden

Kışlanın Önü’nden Pazar Yeri’nden

Hatap Boğazı’ndan Küre Beli’nden

Doğru bir katere gidin turnalar

Hâfız Süleyman Efendi, buraya kadar olanı uzun hava tarzında seslendirirken, sonrasını hareketli bir nağmeyle bağlamaktadır: 

Turnam nerden gelin aslın Maraş’tan

Kanadın ıslanmış yağmurdan yaştan

Turnam sen hiç korkman mı alıcı kuştan

Doğru bir katere gidin turnalar

Benden yâre selâm edin turnalar

Turna, cümlesi ile hayatı, sevdalarımızı, yalnızlığımızı, dertlerimizi, meşakkatlerimizi, memleket hasretimizi, selâmımızı ortak ettiğimiz; asırları aşmış ve aşacak en büyük üzüntümüz olan “Kerbelâ mâtemi”nde içimizi döktüğümüz, sırrımızı paylaştığımız bir tercümandır.

Turna, Türkmen’in dert ortağıdır. Türküler bir başka içlidir turna ile. Sevdalar içli bir gönül nağmesidir turnanın yâdı ile.

“Kırklar”dan bir nasip olan “bâde”yi turnanın getirdiğini kabul eden Anadolu Türkmenleri, turna olmasa idi ne ile hâlleşirdi acaba. Asırlardır turna ile söyleşiyor!..

İşte, Hâfız Süleyman Efendi’den bir türkü:

Turnam nerden gelin aslın Maraş’tan

Kanadın ıslanmış yağmurdan yaştan

Turnam hiç korkman mı alıcı kuştan

Amman amman amman uçun turnalar

Benden yâre selâm edin turnalar

Turnamın kanadı bir karış telden

Çekerim ayrılık ne gelir elden

Kışla’nın Önü’nden Pazar Yeri’nden

Amman amman amman uçun turnalar

Benden yâre selâm edin turnalar

Hasılı…

Hâfız Süleyman Efendi, “Turnalar’la” meşhur olmuştur, ya da “Turnalar,” Hâfız Süleyman Efendi’yle. Ve her dem, Hâfız Süleyman Efendi, “Turnalar”ı ne vakit çığırsa, bir duygu sağanağıdır yaşanan!.. Öyle ki taş pilakta yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor!..

Hâmiş: Miralay Mehmed Şerif Bey, Yozgat Alay Kumandanı ve Mutasarrıf Vekili olarak Yozgat’ta vazife yapmıştır. Kuvvetle muhtemel İstanbulludur. Yozgat’ta, Miralay Şerif Bey Konağı denilen konağı ile meşhurdur. Miralay Mehmed Şerif Bey’in muvazzaflık günleridir. Eşraftan bazısının da misafir olarak bulunduğu resmî zevata ait bir mecliste Uzun Hacı Ağa: “Yozgat’a elli iki odalı konak yaptırdım.” diye övünür. (Nohutlu Tepesi’nin eteklerinde, Alacalıoğlu Camii’nin güney doğu yönünden hemen yanıbaşındadır.) Bu konuşmalar Şerif Bey’in guruna dokunur. Şerif Bey’de İstanbul’daki varlığını Yozgat’a aktarıp bir konak yaptırmaya karar verir. Pilanlarını İstanbul’dan getirterek, Aşağı Nohutlu Mahallesi’nde, kargir, üç katlı bir konak yaptırır. Artık o da, elli iki odalı olmasa da, biraz da Uzun Hacı Ağa’ya nisbet, muhteşem bir konakta oturmaya başlar. Miralay Mehmed Şerif Bey emekliliğinden sonra Yozgat’tan ayrılmamıştır. Miralay Mehmed Şerif Bey 1914’te, hanımı Fatma Hürmûze Hanım 1909’da Yozgat’ta vefat etmişlerdir. Ebedî istirahatgâhları Sağır Mustafa Ağa Camii Haziresi’ndedir. Maddî ve manevî varlığını, konakla birlikte Yozgat’ta bırakan Miralay’ın, tek oğlu ise İstanbul’a akrabalarının yanına döner ve maalesef hayatı fakr u zaruret içinde geçer. Bozok tarihinde Miralay Şerif Bey Konağı’nın mühim bir yeri vardır. Konağın üst katının güney batı köşesindeki muhteşem tavan süslemeleri ile hayranlık uyandıran Baş Oda’sında, Enver Paşa, 1914’de Birinci Cihan Harbi sırasında Şark Cephesi’ni teftişe giderken Yozgat’a uğradığında bir gece konaklamıştır. On sene sonra ise Miralay Şerif Bey Konağı, Gâzî’nin ziyaretinin şahidi olur. Bu konak, 15-17 Ekim 1924’de Gâzî’nin Yozgat ziyaretlerinde ikâmetlerine tahsis edilmiştir. Konağın üst katının güney-batı köşesindeki muhteşem tavan süslemeleri ile hayranlık uyandıran Baş Odası, Gâzî’nin istirahatlerine ayrılmıştır. Ayrıca, Miralay Şerif Bey Konağı’nın bir vasfı da, Millî Mücadele’nin yaralı aslanları Mehmedçiklerin cephe gerisinde tedavîlerinin sürdürülmesi ve istirahat dönemlerini rahat geçirmeleri için geçici bir süreliğine hastane olarak kullanılmasıdır. Bilahire özel idareye geçen Miralay Şerif Bey Konağı, milli eğitime tahsis edilmiş, çürüdü, gerekçesiyle tavan süslemeleri betonla yer değiştirilmiş ve bugün ise ikbâl günlerinin hasreti içinde Camızlık Yokuşu’nun hemen yanı başında yılgınlık göstermeksizin dimdik ayakta durmaktadır. Bkz. S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme, Yozgat’a Güzelleme, Akara 2010, s. 170-171.   

Kaynak: S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme, İstanbul 2015. Yozgat Milli Eğitim Müdürlüğü Arşivi, Süleyman Dereli Dosyası, Numara: 884. 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.