Peyami Safa, 8 Mart 1956 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan “Gerçek Bir Hikâye” başlıklı yazısında 1938 yılında Casino de Paris (kumarhane sanılmasın) adlı “tiyatro, oyun, gösteri, konser” salonuna giden bir adamın başına gelenleri anlatır.
Yazıda anlatıldığına göre, Casino de Paris’te sergilenen oyun bittikten sonra vestiyerdeki bayan görevli, Amerikalı bir müşteriye pardösüsünü giydirir. Müşteri, “Benim değil.” diyerek pardösüyü çıkarıp iade eder.
Bu itiraz üzerine vestiyerdeki kıyafetlerin arasında Amerikalı müşterinin pardösüsünü aramaya başlayan görevli, bulamayınca telaşlanır. Amerikalının tarif ettiği pardösüyü başka bir müşteriye yanlışlıkla giydirdiğini hatırlar, hatta o müşterinin yüz hatları gözünün önüne gelir.
Amerikalı müşteri, pardösünün cebinde yüz elli dolar para ve Amerikan sigaraları da bulunduğunu söylediğinde görevlinin telaşı büsbütün artar. Çünkü pardösüyü, yüz elli doları ve sigaraların bedelini ödemekle kalmayacak, muhtemelen işinden de kovulacaktır.
Müşteriden ertesi güne kadar süre isteyen bayan, işini kaybetme korkusuyla geceyi -neredeyse- uykusuz geçirir. Bütün ümidi, Amerikalının pardösüsünü yanlışlıkla giydirdiği diğer müşterinin pardösüyü geri getirmesidir. Bu sırada “Pardösüyü yanlışlıkla giydirdiğim müşteri bir Fransız ise geri getirmesi şüphelidir, bir İngiliz ise mutlaka geri getirecektir.” diye düşünmekten kendini alamaz.
Ertesi gün işe gittiğinde kapıyı gözetlemeye başlar. Öğleye doğru zayıf, gözlüklü, orta yaşlı, orta boylu bir adam içeri girer. Pardösüyü, cebindeki yüz elli dolar para ve sigaralarla birlikte görevliye teslim eder.
Sevincinden ne yapacağını şaşıran bayan, henüz kim olduğunu bile bilmediği bu dürüst müşteriye bir çift orkestra bileti hediye etmek ister, fakat kabul ettiremez. Bu arada adama “Siz, Fransız mısınız? diye sorar. Adamın cevabı “Hayır, madam” olur. Beklediği cevabı alamayan bayan sormaya devam eder. “İngiliz misiniz?”, “İtalyan mısınız?” Her defasında “Hayır” cevabı veren adam, sonunda “Hayır madam, hayır.” der, “Ben Türk’üm.”
Pardösüyü getiren adamın Türk olduğunu öğrenen bayan, gece boyunca aklından geçirdiklerini anlatarak “Türkler hiç hatırıma gelmemişti.” der ve bu dürüst müşteriye Türk bayrağının rengini hatırlatan kırmızı ve beyaz güllerden alelacele yaptırdığı buketi hediye eder.
Peyami Safa, Casino de Paris’te yaşanan bu gerçek hikâyeyi anlattıktan sonra yazısını şöyle sonlandırır:
“Bu hikâye doğrudur, çünkü buketi alan Türk benim. Pardösüyü iade etmek, benim için üstünde durulmayacak kadar ehemmiyetsiz bir hareketti. Sadece vazifemi yapmıştım. Fakat kadının bu harekete karşı gösterdiği hayret ve hassasiyet, dünya ahlâkına karşı duyduğu şüphenin bir tezahürü olmak bakımından, beni ondan fazla hayrete düşürmüştü. İnsanlar bu kadar mı birbirlerine itimatlarını kaybetmişlerdi.”[1]
Safa, yaşadığı bu olaydan hareketle insanlar arasında kaybolan güven sorununu dile getiriyor ve yazısının sonunda “Dünyanın, şüphesiz bir ahlâk problemi var.” diyor.
Malumdur ki güven sorunu; çok şey keşfeden, ancak insanlığın özünü keşfedemeyen insanoğlunun yaratılıştan itibaren en önemli sorunlarından birisidir.
Bunun yanında, ahlaki bir değerin vurgulandığı bu hatıra, pek çok edebi şahsiyetimizin öğrencilerimize, gençlerimize, hatta büyüklere iyi örnek olarak aktarılabilecek özellik ve hatıralarının varlığını göstermektedir.
Onların şairliğinin, yazarlığının, edebi kişiliğinin ötesinde dünya görüşlerine, olumsuz hatıralarına, hikâyelerine ve söylemlerine; bencilliklerine, tutarsızlıklarına, zafiyetlerine takılıp kalmadan; önyargılı ve tarafgir yaklaşımlardan uzak bir biçimde “azimlerini, gayretlerini, hayat mücadelelerini, ümitlerini, hassasiyetlerini, cesaretlerini, girişimciliklerini, vatan ve doğa sevgilerini, bu yazıda olduğu gibi doğruluklarını, dürüstlüklerini, erdemlerini, örnek insani özellik ve davranışlarını…” gösteren bu hatıraları fırsat buldukça öğrencilerimize, gençlerimizle, hatta dostlarımızla, arkadaşlarımızla paylaşsak zarar eder miyiz? Sanmam.
Aksine bu hatırada anlatıldığı üzere doğruluk ve dürüstlük gibi önemli bir değeri, bir edebiyatçımızın şahsında gençlerimize aktarmış oluruz. Belki “Böyle erdemli hatıraları nereden bulacağız?” diyenler olabilir. Hatırlatayım, iyilikler ve güzellikler ayrıntılarda gizlidir. Önemli olan onları fark edebilmektir.
İşte bu insani özelliklerin aktarılmasının edebiyatçılarımızın edebi kişilikleri, biyografileri ve eserleri; edebi türler ve özellikleri, edebi sanatlar, edebi dönemler, edebi akımlar, sanat anlayışları, edebiyat terimleri kadar önemli olduğunu düşünüyorum.
Peyami Safa’nın yaklaşık yetmiş yıl önce kaleme aldığı “Gerçek Bir Hikâye” başlıklı yazısını, sadece bir hatırayı aktarmak amacıyla değil, bu düşünceye dikkat çekmek için ele alma gereği duydum.
Mustafa USLU
[1] Peyami Safa’dan Seçmeler, s. 132-133, Yağmur Yayınları, İstanbul, 1976
Eline emeğine sağlık Mustafa Hocam.. Ders kitaplarına alınması gereken ibretlik bir hikaye diye düşünüyorum. Bu arada kendi kendime sormadan da edemiyorum… Bugün bu Peyami Safa ruhunu taşıyan kaç kişi çıkar acaba?
Peyami Safa okurken çok mutlu olurdum.
Şahane bir yazı… Eline emeğine sağlık… “O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler!” Dünya bugün şahit olduğumuz kötülere mi kaldı? Acaba…
Cok ihtiyacimiz olan bir kavrama çok doğru bir zamanda değinmişsiniz hocam.Bence toplumun mutsuzluğunun ,kızgınlığın,asabi ve saldırgan oluşunun da en büyük sebebi güven eksikliği .Alenen insan kasabı ,çocuk katili olan bir canavar Amerikan parlementodunda alkış ile karşılanıyor .doğru ne ,ortak ahlaki değerler nerde ,insanlığın kazanimlarina ne oldu ?
Günümüzde de dürüstlük nadir bulunan bir özellik ve bu hatıra çok güzel bir örnek.
Kaleminize sağlık hocam, çok anlamlı bir yazı olmuş. Peyami Safa’yı da çok severim. Bu hatırasını bilmiyordum, paylaşım için teşekkür ederim.
Çok güzel bir örnek. Günümüzde birçoğumuzda bu hassasiyet halen var diye düşünüyorum.
Çok güzel bir yazı. Teşekkür ederiz hocam.
Kalemine kuvvet, gönlüne ferahlık Mustafa hocam. Derslerde yazar, çizer, sanat erbabı ve tarihi şahsiyetlerden bahisle insanın yüreğine dokunan bu tür yaşanmış ibretlik ahlaki gerçekliklere temas edilmeli, hatta yazılı veya sözlü yorumlar yaptırılmalı diye düşünüyorum. Bizlere böyle bir gerçekliğin olabileceğini hatırlattığın için teşekkür ederim.
Kaleminize sağlık kıymetli hocam. Sanırım değişen bir şey yok. Hatta artarak devam eden bir güven sorunu var…
“Dünyanın şüphesiz bir ahlak problemi var’
Günümüzde ahlak bozulduğu için güven ortamı bozuldu maalesef değerli Hocam.
Peyami Safa’yı örnek davranışından ötürü kutlamaya bile gerek yok, çünkü o olması gerekeni yapmış.
‘Menkıbesiz nesil!’
“Peyami Safa’nın “Gerçek Bir Hikâye” başlıklı yazısını, sadece bir hatırayı aktarmak amacıyla değil, bu düşünceye dikkat çekmek için ele alma gereği duydum.”
İyi ki dikkat çektiniz, iyi ki ele aldınız Mustafa Hocam. Böylece haberimiz oldu edebî bir şahsiyetin ahlakî karakterinden. Peyami Safa’nın bu hikâyesini duymamış ve bilmiyordum. Gurur duydum, iftihar ettim.
Peyami Safa denilince onlarca kitapları geldi aklıma. Roman serisini mi dersiniz, Cingöz Recai serisini mi, Objektif serisini mi? İlk iki seriyi okuyup bitirdim. Objektif serisinden Din İnkılap İrtica, Eğitim Gençlik Üniversite ile 20. Asır Avrupa ve Biz kitaplarını okuyabildim.
Biz İnsanlar romanını en az yirmi öğrencime, Eğitim Gençlik Üniversite kitabını en az onuna hediye etmişimdir.
Ortaokulda Türkçe, lisede edebiyat dersi verilir. Hep aklıma takılır ve düşünmüşümdür neden okuma alışkanlığı kazanamıyor ve kazandıramıyoruz çocuklarımıza, gençlerimize diye.
Bunu nasıl başardık başarıyoruz acaba? Üzerinde ciddi ciddi düşünmek gerekmiyor mu?
Daha ortaokul ve lisede hatta üniversitede iken sanki görünmez bir el yazarçizer ve şairlerimizi kategorize edip ya mürteci ya komünist ya da milliyetçi diye yaftaladılar. Bunları okumadan, yazıp çizdikleri ile tanımadan ya sevdik ya da nefret ettik.
Masal anlatılmadan, hikâye dinlemeden, roman okumadan, deneme/ler üzerinde kafa yormadan büyüyen ve hayata atılan bir nesil.