Cumhuriyet tarihi bir bakıma “din adamlarıyla mücadele” tarihidir. Cumhuriyet’in birinci dönem figürleri, en büyük rakip olarak dini/din adamlarını görmüştür. Çünkü yaptıkları-yapacakları “yeniliklerin” dine aykırı olduğunu kendileri de bildikleri için en önemli muhalefetin din adamları tarafından geleceğini biliyorlardı. Burada “din adamları” belirlemesinin muhtevası gayet geniştir ve cami merkezli kişileri de aşar. Cumhuriyet öncesi idari mekanizma dini esas aldığı için hukuk adamları (kadılar, müftüler), medrese hocaları da “tehlikeli düşman” (dahilî bedhahlar) olarak görülmüştür.
Yönetimdeki bu anlayışın halka ulaştırılması için gazeteciler, edebiyatçılar, karikatüristler, tiyatrocular ve sinema topyekûn seferber edilmiştir. Halide Edip, Sinekli Bakkal ve Vurun Kahpeye; Yakup Kadri, Yaban; Reşat Nuri, Yeşil Gece; Refik Halit Yatık Emine, Yatır ile kalemlerini ideolojinin emrine tahsis etmiş ve dinî müesseseleri ve kişileri karikatürize ederek, ötekileştirerek, dahili bir düşman üretmişlerdir.
Sinekli Bakkal’ın kahramanı İmam Hacı İlhami Efendi, Yaban’ın kahramanı Şeyh Yusuf Efendi, Yeşil Gece’nin Şahin Hoca’sı gibi karikatür tipleri yeşertmek isteyenlerin varlığı biliniyor. Bu yazarlar içinde din ve din adamları hakkında intikam hissiyle hareket eden varlık Reşat Nuri’dir. Ateist olduğunu bildiğimiz yazar, Yeşil Gece’de din ile ilişkin bütün unvan ve meslek gruplarını (Hafız, Şeyh, Derviş, İmam, Hacı, Hoca, Kadı, Müderris, Talebe, Müezzin, Türbedar vs) akla gelebilecek en uç hareketler içinde gösterir. (Bkz. Anlatılarda Hoca Tipleri, Öykü Dersleri, Şule Yayınları KY). Bu yazarların ürettiği “düşman” tiyatro ve sinemaya taşınmıştır.(Sinemada olumlu bir imam tipi sadece Kurtar Beni filminde vardır. Orada da imam, randevu evinde çalışan bir kadına âşık olur.) Sembol olmuş bazı hocaların sürgün ve idamlarıyla bu kareler tamamlanmıştır. Meşrutiyetten Cumhuriyete geçişte edebî eserlerini araçsallaştıran bu yazarlar önemli mevkilere getirilmiştir.
40’lı yıllardan itibaren yazılan roman, hikaye, tiyatro eserlerinde, sinemada “imam” kimliği ile genelleştirilen din adamının karşısına öğretmen çıkarılmıştır. Köy Enstitülü yazarların eserleri bu klişe çatışma üzerine kurulmuştur. Fakat sonunda Şerif Mardin’in dediği gibi “İmam(hoca), öğretmeni yenmiştir. Çünkü öğretmen söylediklerinin, yaptıklarının “iyi, güzel, doğru” olduğuna dair dinî referanslar gösteremediği gibi din ile savaşmıştır.
Oysa imam, söylediklerinin doğru, iyi ve güzel olduğunu Kur’an’dan, Hadisten, Peygamberden getirdiği delillerle ispatlamıştır. Halk için önemli olan meşruluktur.
Diyanet İşleri Başkanlığının 1-7 Ekim arasında “kutladığı” Cami ve Din Görevlileri Haftasının gerisinde böyle bir mücadele var. Haftanın adında “din görevlileri” olsa da Diyanet bu haftada söz ve icraatlarını camiye teksif ediyor. Görevlileri öne çıkarmıyor. Bu bağlamda sadece emekli olmuş veya vefat etmiş teşkilat mensuplarını anıyor. Bundan dolayı Cami ve Din Görevlileri Haftası sessiz sedasız gelip geçiyor. Öğretmenler Günü gibi devletin kutladığı, mesaj yayınladığı, görevlilere hediyelerin verildiği bir kutlama değil bu. Oysa olmalı-öğretmeni yendiği için değil- bu memleketin harcında imamlar olduğu için onlara gereken önem verilmelidir. Ve bu önemin öncelikle Diyanet farkında olmalıdır. Unutmayalım Türk kültürünü, edebiyatını, dilini aynı duyguda birleştiren, Peygamber sevgisi merkezinde kuran Mevlid yazarı Süleyman Çelebi Hz.leri, eseri yazdığında Bursa Ulu Camii’nde imam olarak görev yapıyordu. Yani Yunus’tan sonra bizim en büyük şairimiz bir imamdır. Geleceğin üniversite mezunları ile şekilleneceğini gören ve Necmettin Erbakan, Nurettin Topçu gibi kabiliyetli gençleri keşfedip yetiştiren Abdülaziz Bekkine Hz.leri İstanbul’da imam idi. Onun bıraktığı yerden bu görevi devralan “Görünmeyen Üniversite”de yetiştirdiği yüzlerce mühendis, akademisyen ile yakın dönem Türkiye tarihine yön veren Mehmet Zahid Kodku Hz.leri İst. İskenderpaşa Camiinde imam idi.
Necip Fazıl’ı yetiştirerek Türk edebiyatına, şiirine, düşünce aksiyon tarihine en büyük ve sonuç alıcı “müdahale”sini yapan Abdülhakim Arvasi Hz.leri İstiklâl Caddesindeki Ağa Camiinin imamı idi. Medrese eğitimini, geleneksel Kur’an ilimlerinin tahsilini yetiştirdiği yüzlerce talebe ile sessiz sedasız yeşerten Mahmud Ustaosmanoğlu, İsmailağa Camiinde imam idi ve oradan emekli oldu. Darendeli Hulusi Efendi imam idi. Konya’da İHO’nun açılışına ön ayak olan ve Mevlânâ olup Anadolu’yu ışıtan Hacı Veyiszade Mustafa Efendi imam idi.
Yani Türkiye “imam”ların, cami hocalarının tedrisinden geçen kişilerle bu günlere gelmiştir. Bazı kişi ve kurumlar camileri bundan dolayı zabt ü rabt altında tutmak istemektedir. Adı geçen muhterem kişiler bu baskının en âlâsını yaşamışlardır fakat Musa, Saray’da olduğu için kimse ona ilişememiştir. İlk baskısı İst. Ünv. tarafından yapılan, takdimini rektör Sıddık Sami Onar’ın yazdığı Hukuk- i İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu’nun yazarı Ömer Nasuhi Bilmen bir imam idi önceleri. Cerrahiye tarikatının şeyhi Amerika’ya kadar geniş bir tesir sahibi olan sahaf Hacı Muzaffer Ozak Hz.leri bir imam idi.
Şerif Mardin’in açıkça söyleyemediği öğretmeni yenen imamlar işte bunlardır. Mardin’in, öğretmeni yendiğini söylediği imamların cami imamları olduğu tespiti eksiktir. İstanbul’da ve Anadolu’da bu vasıfta çok imam/hoca vardı.
Bu örnekler İmam Hatip Liselerine ve İmam yetiştiren İlahiyat Fakültelerine, “Din Görevlileri Haftası”nı kutlayan Diyanet merkez teşkilatı ve bütün cami hocalarına aynı misyonu devam ettirmeleri için şunları söylüyor. İlim ve irfanı birleştiriniz. Sahih tasavvufi hayatınız olsun. Sadece cami ile sınırlı tutmayın, mesainizi gelecek nesiler için harcayınız.
Dikkat ederseniz adı geçen imamlar için “sesleri çok güzeldi, çok güzel Kur’an ve Mevlid okurlardı, hitabetleri müthişti” gibi cümleler kurmuyoruz. Çünkü onlar bu hasletleri ile değil; ihlaslı ilim ve ameleleriyle tesir sahibi oldular.
Enseyi karatmamak için söyleyelim ki bu seviyeyi ilmiyle, dirayetiyle günümüzde başka şekilde devam ettiren hocalarımız var. Bu bağlamda Dr. Tayyar Altıkulaç’ı, Müftü Tahir Büyükkörükçü’yü, Süleymaniye’den Hitap hutbeleriyle meşhur Ömer Öztop’u, romanlarıyla yetkin eserler veren Şerif Benekçi’yi sayabiliriz. Böyle onlarca portre var.
Madem camilerimiz Kâbe’nin birer şubesidir. Öyleyse merkez teşkilatı ve ülke sathına yayılan camileriyle bütün imamlar, isimleri geçen zevatın da şubeleri olmalıdır.
Şerif Mardin’in dediği gibi öğretmenle imam çatışmak zorunda değil artık. Bunun için atılacak adım bellidir. Öğretmen imama; imam da öğretmene yaklaşacaktır.
Bir kutlama metninde tenkit yazmak istemiyorum. Sadece hatırlatalım. Artık imamlarımız hoparlörün sesini sonuna kadar açarak (okuduğu ezan ile değil) madeni sesle mahalleyi rahatsız eden kişi konumunda olmamalıdır. Din ile teknolojinin birbirine zıt olmadığını göstermek için cep telefonundan hutbe okumak gerekmez. Bu, İsrail malının reklamını yapmaktır. İmamları ülke sathında her Cuma namazı çıkışında cemaatten para isteyen kişiler olmaktan çıkarmalıyız. Bu iş için Cami ve Kur’an Kursu Yaptırma ve Yaşatma Dernekleri yetkilendirilmeli ve yardım cami dışında ve namazdan bağımsız olarak toplanmalıdır. Teknoloji çağında başka araçlar da devreye sokulabilir. Vaizler iki düşünüp bir konuşmalı kürsüde “Misafir olduğum komşunun 4 yaşındaki oğlu Fatiha’yı ezbere okudu, 100 dolar bulmuş gibi sevindim” gibi absürt cümleler kurmamalıdır.
Diyanet merkez teşkilatı başta olmak üzere bütün Diyanet mensuplarının “Cami ve Din Görevlileri Haftası”nı tebrik ederken hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Yirmi birinci yüzyıl Türkiye Yüzyılı olacaksa bu ancak imamların yeni Süleyman Çelebiler, Bekkine’ler, Kodku’lar, Arvasiler, Ozak’lar, Altıkulaçlar olmasıyla mümkün olur. Yeni Başkan Safi Arpaguş’u tebrik ederken bunları da hatırlatayım dedim.
Kâmil Yeşil