eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Cağfer KARADAŞ 1964 yılında Sivas merkeze bağlı Elbeyli köylerinden Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kurucu Dekanı olarak görev yaptı. 2018-2019 yıllarında Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi Dini İlimler Fakültesinde misafir öğretim üyesi olarak göreve yaptı. 2015-2020 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğinde bulundu. Hâlen Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini yürütmektedir. Çalışmalarını İslam inanç esasları, Allah ve âlem anlayışları, güncel dinî konular, kelâm-tasavvuf-felsefe ilişkisi, kelâm okullarının oluşum ve gelişim süreçleri konularından sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Yayınlanmış ilmî, fikrî ve edebî türde otuzun üzerinde kitabının yanında hakemli bilimsel dergilerde makaleleri, kitap bölümleri ve sempozyum bildirileri başta olmak üzere bir çok farklı dergi ve internet sayfasında fikri ve güncel yazıları bulunmaktadır.

    Müslümanın Özgün Yanı: Merhamet ve Adalet

    Merhamet, iyi, doğru ve düzgün davranışları ödüllendirmek; adalet ise kötü ve zararlı davranışlara karşı caydırıcı ve cezalandırıcı önlemler almaktır. Bu yüzden İslam’da merhamet müminlere, mazlumlara ve mağdurlara yönelik; adalet ise isyankarlara, düşmanlara ve zalimlere yönelik işletilir.

    Merhamet ve adaletin en çok arandığı yer şiddetin, zulmun ve acımasızlığın ölçüsüzce sergilendiği savaş meydanlarıdır. İşte mümin burada Allah’ın emrine ve Rahmet Elçisinin uygulamasına göre hareket etmeözelliğiyle diğerlerinden ayrılır. Yüce Allah hiçbir kuluna zulmetmediği ve mutlak anlamda adaletle muamele ettiği gibi, inanan kullar da bu ilahî muameleyi zihinlerine kazıyan, davranışlarına ve hayatlarına yansıtmalıdır.

    Rahmet Peygamberi’nin merhamet ve adalet öğreticiliği ve uygulama örnekliği bizim için hem sahihkaynak hem sağlam dayanak hem de uygulama doğru ve isabetli bir çerçevedir. O, kötülük yapan, çirkinlik sergileyen ve zararlı faaliyet yürütenlerle mücadele ederken iyilere kucak açmış, mazlum ve mağdurların yanında yer almış, güzelliklere işaret etmiştir. O’nun nazarında her insan cennetlik bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu yüzden de O, her insanın hidayete ererek cennete girmesini istemiş ve bütün çabası bu yönde olmuştur. 

    Bu özellik ve güzellikleriyle Rahmet Peygamber’i gerçek anlamda örnek alınabilmiş ve onun uygulamaları davranışlarımıza yansımış olsaydı hayatımızda rahmet çiçekleri açar, adalet gölgesi her daim üzerimize düşer;şiddete, zulme ve mağduriyete yer kalmazdı.

    Bu notada kendimize sormamız gereken soru şudur: Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) ümmeti olan bizler, insanlar arası ilişkilerde nasıl bir davranış, tutum ve tavır içinde olmalıyız? İkinci bir soru ise şudur: Fetih Sûresinde“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı metin/sert duruşlu, kendi aralarında isemerhametlidirler…” (Fetih 48/29) ayetinde geçen “kâfirlere karşı metin olmak/sert durmak” ile Kehf Sûresinde Rahmet Peygamberinin “inanmıyorlar diye kâfirlerin arkasından kendisini paralaması ve üzülmesini” (Kehf 18/6)yani şefkat göstermesini nasıl bağdaştırabiliriz? 

    İmam Matüridî tam da bu sorunun cevabını aramakta ve şöyle demektedir: Rahmet Peygamberi’nin bu tavrı,sertliğin en katı biçimde sergilendiği savaşlarda bile müminlerin şefkat içinde olmaları gerektiğini bize hatırlatmaktadır. Çünkü müminin amacı nefsanî arzularını tatmin etmek, dünyevî çıkar elde etmek, salt otoritekurmak veya hakimiyet sağlamak için savaşmak değildir. Eğer böyle olsaydı, Yüce Allah Hz. Musa ve Hz. Harun’a “Gidin, Firavuna yumuşak söz söyleyin!” (Tâhâ 20/44) emrini vermezdi. Müminlere yönelik de “Ey müminler, Allah için hakkı ayakta tutun ve adaletle şahitlikte bulunun. Bir kavme duyduğunuz kin ve nefret sizi adaletten ayırmasın, adil olun, bu takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun,kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Mâide 6/8)buyruğunda bulunmazdı. Öyleyse müminler, düşmana karşı savaşta bile adalet sınırları içinde ve şefkat duyguları altında olmalıdırlar. (bk. Matüridî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, Mizan Yayınları 2009, XIV, 47-48).

    Öte yandan yukarıdaki ayette geçen “kafire karşı metin olmak veya sert durmak, düşmana yönelik muameleyi değil, düşman karşısında müminin nasıl olması gerektiğini bize bildirmektedir. Nitekim hadis-i şerifte Hz. Peygamber bunu “müminler, birbirlerini destekleyen binanın yapı taşları gibidir” (Buhari, Salat 88, Müslim, Birr 65)şeklinde anlatmış, ayet-i kerimede ise Yüce Allah “düşman karşısında müminlerin sağlam bina gibi duruşlarına olan rızasını” bildirmiştir (Saf 61/4). Demek ki Fetih Suresindeifade edilen “kafir karşısında sert durmak” şiddet göstermek değil, düşman karşısında kenetlenerek sağlam durmak, birlik ve beraberliği korumak ve tavizsiz bir tavır ortaya koymaktır. Bu öyle bir duruştur ki, mümine güven verir, düşmanın içine korku salar.

    Tabi ki, merhamet ve şefkat göstermek demek inkarcıya veya düşmana boyun eğmek, karşısında susmak veya yılgınlık göstermek değil, Yüce Allah’ın en güzel biçimde yarattığı (ahs-i takvîm) insanı fıtrat çizgisinde tutmaya çalışmak ve hidayetine vesile olmaktır.

    Savaşın iki boyutu bulunmaktadır: Birincisi kötülüğü,çirkinliği, zulmü ve zararı önlemek; ikincisi ise doğruya, güzele ve faydalı olana insanları çağırmaktır. Peygamber Efendimizin savaşlarında bu iki boyut hep gözetilmiş;teslim olana, kötülükten ve zulümden vaz geçene asla dokunulmamıştır. Ayrıca savaşta kadın, çocuk, din adamı, yaşlı gibi sivil kimselere el kaldırılması yasaklanmış, bunu yapanlar cezalandırılmıştır. O’nun teslim olan insanlara sert tutum gösteren komutan Halid b. Velid’e yönelik uyarıları ve eleştirileri bu esasların kâğıt üzerinde veya sözde kalmadığını; fiiliyatta uygulandığını ve yaşanan hayatın bir parçası haline getirildiğini göstermektedir. (Buharî “Megazî” 58, “Ahkâm” 35)

    Hz. Peygamber her durumda insana gösterilen sınırlara ve bu sınırlar çerçevesinde hareket etmenin zaruretine işaret etmiş ve bundan dolayı zahire göre hüküm vermenin savaş gibi can kaybının ve şiddetin kaçınılmaz olduğu ortamlarda daha bir önemli olduğunu dile getirmiştir. Nitekim Usame b. Zeyd’in teslim olan bir kişiyi “bizden korktuğu için teslim oldu” zannıyla öldürmesini Rahmet Peygamber’i asla onaylamamış ve hatta “o kişinin kalbini açıp baktın mı?” diye eleştirmiştir (Müslim, İman, 43).

    Öte yandan Hz. Peygamber düşman kazanmak değil;düşmanlığı yok etmek, barışı hâkim kılmak, dostça yaşamak ve insanların gönüllü bir şekilde hidayete ermelerine zemin hazırlamak yönünde gayret göstermiştir. Çünkü İslam’da barış asıl, savaş geçici bir durumdur. Rahmet Peygamber’i bu anlayışı hem barış ortamında hem de bizzat katıldığı savaşlarda titizlikle sürdürmüş, kendisinin katılmadığı seferlerde komutanlarına bu yönde emirler vermiş, uymayanları sert bir şekilde uyarmıştır. (bk. Adem Apak, Siyer-i Nebi, İstanbul: Ensar Neşriyat 2020, s. 651-652.).

    Dün olduğu gibi bugün de müslümanın görevi, yegâneörneği Rahmet Peygamberinden iktibas ettiği bu özgün yanını korumaya özen göstermesidir. Bu korumanın nasıl yapılacağını “Bir kavme benzeyen, onlardan olmuş demektir” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4) hadisi bize bildirmektedir.Demek ki özgünlüğün ölçüsü inkarcıya ve düşmana benzememektir. Buradaki benzememek hem dış görünüşhem davranış hem de zihniyet itibariyle olmalıdır. Bu hadisin en güzel yorumu Aliya İzzetbegoviç’in “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir” sözüdür.

    Neticede müslüman, Yüce Allah’ın bize bahşettiği ve elçisi Hz. Muhammed Mustafa’nın öğrettiği ve yaşadığı tarzda merhamet iklimini canlı tutan ve adalet ölçüsünü hayata hâkim kılan adamdır. Vessalâm…

    15 Rebiulahir 1447 / 7 Ekim 2025 Cağfer Karadaş

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.