Zekâdır hilye-i insânı tezyîne medâr-ı kül
Ferâsettir hayat-efzâ gülistân-ı hısâle gül
İnsan, var olduğundan beri varlığın gizemini sorguluyor. Gökte geceleri beliren ışıkların her biri birbirinin aynı mı? Gündüzleri nereye gidiyorlar? Güneşten niye saklanıyorlar? Gündüzün sahibi güneş, hepsinden güçlü mü? Yüzümüzde tebessüm güneşleri açtıran ilkel sorular… Binlerce yıllık gözlem, araştırma ve akıl yürütmelerden sonra günümüzde hepsine farklı ve tatmin edici cevaplar var.
Yeryüzünün yıldızları için de aynı durum söz konusu olabilir mi? İnsan, gökteki ışıldayan cisimleri merak ettiği gibi yerdeki yıldızları da merak etmiş olabilir mi? Tarih, felsefe ve biriktirdiğimiz diğer anlatılar bu soruları en az gökte parlayan cisimlerin adedi kadar sorduğumuzu doğruluyor. Her bir insan yeryüzüne adım attığı andan itibaren içinde bulunduğu mekânı ve durumu anlamaya, anlamlandırmaya; ördüğü anlamlar yumağı ile hayata tutunmaya çalışıyor. Çıkardığı anlamlardan işine yarayanları kullanmaya, geliştirmeye, kendi türdeşlerine anlatmaya, satmaya, dayatmaya da gayret ediyor. Anlamlar ne kadar girift, ne kadar sistemli ve düğümlerle dolu olursa olsun insan merakından kaçmaları kolay görünmüyor. Merakı, iradesini yüzlerce saat gözlem yapmaya ikna eden Çinli köylü, tırtılın kozayı sabırla ördüğü gibi süreci tersine çevirerek tüm ipi kozayı tüketinceye kadar çözmenin yolunu buldu. Aynı iple kendine özgü kumaşlar ve küresel politikalar örmeyi başaralı da binlerce yıl oldu.
İlk medeniyetlerden günümüzün uygar dünyasına kadar insanlık mirası iyi yetişmiş özel yetenekli bireylerce şekillendirilmiştir. Henüz özel eğitim ve özel yeteneklilerin eğitiminden bahsedilmeyen devirlerde bile iyi huylara sahip akıl ve zekâ sahibi bireylerin tespit edilmesi, işe yarar hâle getirilmesi için amaca matuf eğitilmeleri ve sıradan insanların altından kalkamayacağı sorunları çözmelerine dair beklentiler, medeniyet kuran insanların tarihi kadar eski olgulardır. Araştırmacılar bize psikolojik testlerin geçmişine dair izleri takip ettiklerinde ilk testlerin MÖ 2200’de Çin’de yapıldığını söylüyorlar. Çin imparatorunun hizmetine girecek ve üst düzey bürokratik işleri yürütecek memurların boş kadroları hak etmesi için zorlu bir sınavdan geçmeleri gerekiyordu. Yine MÖ 1115’te yapılan sınavların müzik, mimarlık, binicilik, kâtiplik, aritmetik ve tören düzenlemeye dair altı kategoride yapıldığı anlaşılmaktadır. MÖ 200’de ise sınavların hukuk, askerlik, tarım, maliye ve imparatorluk coğrafyası kategorilerine evrildiği, yüzlerce yıl devam eden uygulamaların pratik ihtiyaçlara göre geliştirildiği anlaşılmaktadır. Burada önemli olan nokta, gerek büyük bir hanedana mensup olsun ve gerek sıradan bir insan olsun hiçbir kimse sınavı verip belge almadıkça devlet memuriyetine girememektedir. Sınavlar üç zorluk derecesine göre yapılır ve her zorluk derecesine göre memuriyetlerin statüsü farklılaşmaktadır. Her bir aday için sınava gireceği farklı kabin veya oda vardır. Çin’deki zorlu sınav hazırlıklarının uzun ve yorucu eğitimler ile yapıldığı çıkarımında bulunmak güç değildir.
Yazılı kayıt tutmuş ve kayıtlarını günümüze kadar ulaştırmış medeniyetlerde yeteneklilerin seçimi, değerlendirilmesi, eğitimleri ve istihdamları hakkında neler yapıldığının izlerini çok eski devirlere kadar takip edebiliyoruz. Kayıtları günümüze kadar ulaşamayan fakat medeniyetleri kendi devirlerini aşmış, bıraktıkları göz kamaştırıcı mirası günümüzde dahi hayranlıkla izlediğimiz toplulukların detayda bu işi nasıl başardıklarını kendilerinden öğrenemesek de birtakım bulgular ışığında tahminler yürütebiliyoruz.
Eğitimin önemine dair tespitlere tüm devirlerin düşünürlerinin eserlerinde rastlamak mümkündür. Yazılı eserlerin dışında atasözlerinde, deyimlerde, toplumlara mâl olmuş hikâye, masal vd. anlatılarda dünyanın farklı coğrafyalarında birbiri ile çok az etkileşimi olan kültürlerde dahi eğitimin önemine dair anlatılara rastlanır. Şüphesiz eğitimin kurumsallaştığı, günümüzdeki sistematik boyutlarda olmasa da –ki böyle bir beklentiye girmek anakronizme düşmek olurdu- belirli bir sisteme ve organizasyona dair bulgulara rastlandığı toplumlarda Eski Çağ ve Orta Çağ’da dahi yetenek ve zekâ eğitiminden bahsedilebilir.
İnsanlık “zeka” kavramını adlandırdığından bu yana (ki tarihlendiremiyoruz) sadece konunun farkına varmamış; hala ilim çevrelerinin tarif etmeyi çalıştığı bu kavramı anlamak, anlamlandırmak için çaba sarfetmiştir. Girişte sunduğumuz güzel beyit zekanın insanın vasıfları içindeki yerini ve anlamını zekice, edebi ve sanat ile izah eden çok eski bir deyiştir. Düşünürler, zekanın boyutlarını, türlerini, bireysel farklılıklarını, eğitim, öğretim ve terbiye hudutlarındaki rolünü sorgulamaya devam etmiştir. Sonraki yazılarımızda bu konuya dair örnekler de vereceğiz.
Erol KÖMÜR
İstanbul