1 Milyon 225 Bin 981 Okul öncesi, 5 Milyon 328 Bin 391 İlkokul, 5 Milyon 221 Bin 669 Ortaokul, 6 Milyon 318 602 Lise ve 1 Milyon 112 Bin 305’i de Özel okullarda olmak üzere toplam 18 Milyon 85 Bin 943 öğrenci ve 1 Milyon 112 305 Öğretmen ile 2024 -2025 Eğitim öğretim yılına başlıyoruz. Yeni eğitim-öğretim yılının çocuklarımız, eğitim camiamız ve insanlık âlemi için hayırlar getirmesini, başarılarla dolu geçmesini temenni ediyorum.
Eğitim-öğretim; bir milletin geleceğini kurgulayan inşa eylemidir. Milletlerin madden ve manen kalkınmaları veya geri kalmaları uyguladıkları eğitim sisteminin bilimsel, hayatın gerçekleri ile uyumlu ve insanın yaradılış yapısına uygun olup olmadığı ile doğrudan ilgilidir.
Ülkelerin kalkınmışlık düzeyleri; fert başına düşen milli gelir, fert başına düşen mal ve hizmet üretimi, fert başına düşen eğitim ve sağlık harcamaları, okullaşma ve okuryazarlık oranı, suç işleme oranının düşüklüğü, yönetimde adaletin tesisi, liyakat sisteminin işletilmesi, insanların hukuk nezdinde eşit muamele görmesi, temek hak ve hürriyetlerin kâmil manada sağlanması, doğal kaynakların gereği kadar kullanılması gibi değerler üzerinden ölçülmektedir.
Dünyada eğitim düzeyi yüksek olup da geri kalmış bir toplum gösterilemeyeceği gibi, eğitim düzeyi düşük olup ta, kalkınmış bir toplum göstermek te mümkün değildir. Bir milletin en büyük zenginliği, topundan, tankından ziyade, eğitilmiş insanlarının varlığıdır. Çünkü sosyal, siyasal ekonomik, tarımsal ve teknolojik gelişmeler ancak eğitilmiş insanlar eliyle sağlanabilmektedir.
Eğitimin öncelikli çabası, bilgi öğretmek değil, öğretilen bilgiyi insanlığın hayrı için kullanacak ruh ve karaktere sahip insan yetiştirme, bilgiden başka bilgilere ulaşma, katma değer üretme, öğrenilenleri yaşam biçimine dönüştürme olmalıdır.
Eğitim faaliyetinde eğitilecek varlığın iyi tanınması biyolojik, psikolojik ve manevi yapısının dikkate alınması da önemlidir. Çünkü insan; akıl, ruh ve nefis taşıyan, doğumundan itibaren bilgi edinmeye muhtaç olduğu kadar terbiye edilmeye de muhtaç bir varlıktır. Büyüklerin küçüklere yaptığı en büyük kötülük, onları etten, kandan ve kemikten ibaret bir varlık olarak görmeleri, fıtri konumlarını ruhi ve manevi yapılarını dikkate almadan, sınav kazanmaya veya kazandırmaya endeksli bir eğitim sistemiyle meşgul etmeleridir. Çocukların eğitimi ve terbiyesi konusunda anne-babanın rolünü dikkate almamaları eğitimin tüm sorumluluğunu öğretmenlerin omuzlarına yüklemeleridir.
Oysaki eğitimde istenilen başarıyı elde etmeni yolu; çocukların hayata hazırlanması konusunda eğitimli anne-baba” “nitelikli eğitimci”, “fıtrata uygun bir eğitim sistemini merkeze alan bilinçli bir devlet aklından geçmektedir.
Eğitim-öğretim karakter eğitimini ve ruh terbiyesini öne alan, bireyi şahsiyet haline getiren bir inşa eylemi, yetişmiş neslin yetişmekte olan nesle bilgi, görgü ve kültürünü aktarma olayıdır. İnsanın yaratıcısına karşı kulluk görevini, topluma karşı insanlık vazifesini ifa edebilmesi, çocuklarımızın doğumundan itibaren edindiği faydalı bilgi ve aldığı terbiyeye bağlıdır.
Çocukların eğitildiği ve bilgi edindiği tek mekân okul ve tek yetiştirici öğretmen de değildir. Çocuğun dünyada gözünü ilk açtığı, isimleri, cisimleri öğrendiği, çevresini tanığı, okula gelmeden önce olumlu ya da olumsuz davranışları kazandığı aile ortamı da çocuklar için bir okuldur. Anne ve babalar da bu okulun ilk öğretmenleridir.
Anne ve babaların daha evlilik öncesinden çocuklarına ilgi duyacak, onlara daha çok zaman ayırabilecek, problemlerinin çözümünde yardımcı olabilecek. Dini, milli, manevi ve ahlaki değerlerini, örf, adet, gelenek ve göreneklerini bizzat yaşayarak öğretebilecek bilgi ve donanıma sahip olarak yetiştirilmemeleri eğitim-öğretim için büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Rol model ana-babaların, nitelikli öğretmenlerin yetişmediği ve yetiştirilmediği toplumlarda çocuklarımız kötü modellerin etkisi altında kalmakta, dünyaya gözlerini açtıkları andan itibaren kendilerini bir ahtopot gibi kuşatan kötülüklerin ortasında bulmaktadır.
Sosyal iletişim ağlarının alabildiğine genişlediği, kötülüklerin şekil değiştirerek ışık hızıyla evlerimize kadar ulaştığı bir çağda çocukların eğitiminden öğretiminden, terbiyesinden sorumlu olan anne-babaların, öğretmenlerin ve ilgili devlet birimlerinin birbirleri ile iletişim ve etkileşim içerisinde olmaları bir zorunluluk arz etmektedir.
Bir çocuğu doğurmak, okutmak ve büyütmek çocuk yetiştirmek anlamına gelmediği gibi Çocuğun sadece yemesini, içmesini giymesini temin etmek veya okula göndermek, bilgi edinmelerini bir sınav kazanmalarını sağlamak çocuk yetiştirmek anlamına gelmemektedir. Çocuk yetiştirme; çocukları yaradılışına uygun olarak yönlendirme, yeteneklerini keşfedip geliştirme, zihinlerini faydalı bilgi ile donatma, terbiyesini güzel yapma dünyada mutlu olmanın, ahirette kurtuluşa ermenin yollarını gösterme anlamını ifade etmektedir.
Çocuklarımız dünya hayatının bir süsü, analar ve babalar için bir imtihan vesilesidir. “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir.” (Enfal, 28) “ Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz”.(Tahrim,6) Ayetleri Peygamberimizin; “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.”, “Her çocuk İslami fıtratı üzerine doğar. Onu Yahudileştiren, Hristiyanlaştıran, Mesusileştiren anne ve babalarıdır.”, “Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz”, ”Hepiniz çobansınız mahiyetsizdekilerden sorumlusunuz hadisi şerifleri: Başta annelere-babalara, eğitimcilere ve devlet ricaline çocukların eğitimi ve terbiyesi konusunda sorumluluklarını hatırlatmaktadır.
Anne- babaların eğitimcilerin çocukla vermesi gereken iki şeyden birisi sevgi diğeri ise faydalı bilgi ve terbiyedir. Çocukları sevmek onları kötülüklerden uzak tutmak olumlu duygulara, güzel davranışlara yönlendirmektir. terbiyelerini güzel yapmak, faydalıya iyi ve güzel olana yönlendirmek, aynı zamanda bütün kötülüklerden korumak ve korunma yollarını öğretmektir.
Kişinin bilmediklerini öğrenmesi insan olmanın gereğidir. Ancak kişinin bilginin faydalısını öğrenmesi, öğrendikleri ile amel etmesi, amel ettiklerini başkalarına öğretmesi ve öğrendiklerini insanlığın hayrı için kullanması, öğrenirken ve öğretirken Allah’ın rızasını gözetmesi Onun şuurlu bir insan ve kâmil bir Müslüman olduğunun göstergesidir.
Faydalı ilim; insanlığa fayda sağlayan, kişiyi yaradılışına uygun yönlendiren, dünyada mutlu olmanın, ahirette kurtuluşa ermenin yollarını gösteren ilimdir. Peygamber Efendimiz (a.s) Dualarında: Allah’ım bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Faydasız ilimden Allah’a sığınırım. Buyurmuştur.
Yüce Allah’ımız; “Kendilerine (Kitap)Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumunu sırtına kitap yüklenip, ondan faydalanmayan merkebin durumuna benzetmiştir. (Cuma Suresi, Ayet 5) Oku da ne okursan oku, “bir diploma alda, nasıl alırsan al”, “para ve makam sahibi ol da nasıl olursan ol” sakat ve faydasız anlayış yerine, yapmamız gereken “Seni Yaratan Rabbinin adı ile oku!” (Alag,1) prensibinden hareketle Faydalı ve güzel olanı okuma, okuduğumuzu anlama ve hayatımıza yansıtma ve kulluğumuzun gereğini yerine getirmedir. Bu anlayış bize dünya da huzur ve mutluluğun, ahirette ise kurtuluşa ermemizin yolunu açacaktır.
Kişilerin bilmediklerini, öğrenmesi, öğrendiklerini başkalarına öğretmesi ve anlatması güzeldir. Ancak ilim sadece bilmek için tahsil edilmez. Öğretmiş olmak için de öğretilmez. Doğru olan şe, öğretenin ne öğrettiğinin niçin öğrettiğinin şuurunda olması, öğreneninde ne öğrendiğinin, niçin öğrendiğinin ve öğrendikleri ile ne amel işleyeceğinin fakında olmasıdır. Çünkü bilgi amaç değil, insanlara faydalı olabilmek, dünya ve ahiret saadetini kazanabilmek için bir araçtır.
Öğrenilen ve öğretilen faydalı ilim ile amel etmek demek ilmin ete kemiğe bürünmesi, ilmin yaşama dönüşmesi demektir.
Yunus aşağıdaki dizelerde ilim tahsil etmenin amacını veciz bir şekilde şöyle ifade etmiştir.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır.
Okumaktan murat ne
Kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir.
Hz. Muhammed (s.a.v) konumuz ile ilgili hadislerinde;” Kişi Ömrünü nerede geçirdiğinin, gençliğini nerede tükettiğinin, malını nereden kazanıp nereye harcadığının ve öğrendiği ilimle ne amel işlediğinin hesabını vermedikçe ayakları kıyamet gününde Rabbinin huzurundan ayrılmayacaktır.” Buyurmaktadır.
İbn-i Sina derki, “Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir’ Çünkü düşünce süzgecinden geçmeyen bir öğrenme tarzı idrakten ve şuurdan yoksun demektir. Önemli ve muteber olan öğrenme ve öğretme; amel, akıl, idrak ve şuur bütünlüğü içinde olan öğrenme ve öğretmedir. Hz. Ali’de (r.a): Benim belimi iki tip insan kırmıştır. Şuursuzca ibadete dalan cahiller, ilmiyle amel etmeyen âlimler” Bundan daha tehlikeli olanı ise bilgilerini insanlığın zararına kullanma iradesini gösteren zalimlerdir.
Gelinen noktada, eğitimin amacı çocuklarımıza faydalı, faydasız demeden sınav amaçlı bilgi öğretmek mi? Yoksa dünya da mutlu olmanın, ahirette kurtuluşa ermenin yollarını gösteren faydalı ilimi öğretmek mi? Öğrenilenleri yaşam biçimine dönüştürmek mi? Üzerinde düşünülmesi ve cevap aranması gereken hususlardır. İnkişafımız, maarif sisteminde atacağımız olumlu adımlara insanın yaradılış yapısına manevi eğitimi önceleyen radikal kararlara bağlıdır.
Ya çocuklarımızın eğitimini terbiyesini yaradılış gayesine uygun olarak yerine getirip, dünya da mutlu olmalarını ahirette kurtuluşa ermelerinin yollarını göstereceğiz. Ya da emeğimizle paramızla ahlak ve maneviyattan, hatta insanlıktan uzaklaşan bir toplumun inşası için uğraş vermiş olacağız.
Mustafa Kır
Çok yerinde ve güzel tespitler. Kaleminize ve yüreğinize sağlık muhterem Hocam. Selam ve hürmetler.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık.