Uzun süredir eğitimin mahiyetine ilişkin bir tartışma gündeminden yoksunuz maalesef. Eğitim-öğretim faaliyetlerinin teknik aksaklıklarında tüketilen bir konuşma üzerinden günlerimiz geçiyor. Sınavlar, atamalar, öğrenci-öğretmen temalı vakalar üzerinden alanı konuşuyoruz. Müfredatı hafifletme çalışmalarından bahsetmişti Milli Eğitim Bakanı geçenlerde. Bu konuşmadan hareketle tartışmayı yürüttüğümüz faaliyetin mahiyetine kaydırmaya çalışmakta yarar görüyorum.
Yusuf Tekin mevcut müfredatın fazla, yoğun olduğuna ilişkin bir gerekçeden hareketle hafifletme çalışmaları yürüttüklerini ifade ediyor. Bakanın müfredatın yoğun olduğuna ilişkin bir tespitte bulunurken hangi ölçme-değerlendirme mekanizmasından hareket ettiğini bilemiyorum. Dolayısıyla bunu bilemediğimizde müfredatın fazla veya eksik olduğuna ilişkin bir tartışmanın da kendi başına bir anlamı olmuyor. Burada bize ölçü gerekiyor. Ölçümüz nedir? Nasıl bu ölçüyü belirledik? Belirlememizin gerekçesi nedir? Bilindiği üzere bizde eğitim-öğretim alanın anlamsız geleneklerin, mahiyeti bilinmeyen uygulamaların bolluğunda gidiyor. Ders saati kırk dakika örneğin ancak bir dersin neden kırk dakika olduğunu kimse bilmiyor. Bir dersin içeriğinde neyin olacağını neyin olmayacağını belirlerken de yanı şekilde keyfilikle yol alıyoruz. Şüphesiz birileri kendince bir takım gerekçeler ileri sürüyor. Ancak ileri sürülen gerekçelerin makuliyetini, meşruiyetini tartışmak da kamusal bir denetimle, canlı ve derin bir tartışmayla mümkün. Belirttiğim gibi müfredatı yoğun olduğunu belirttiğimizde kastettiğimiz şeyin ne olduğu anlaşılır olmalı. Öğrencilere aktarmak istediğimiz bilgi yoğun ise öncelikle neden yoğun olduğunu belirtmemiz, belirlememiz gerekiyor. Bugün yoğun olarak nitelediğimiz bu müfredat dün nasıl hangi gerekçelerle aktarılması gereken olarak belirlendi? Bugün bu müfredatı yoğun kılan husus nedir? Hangi değişiklikler, hangi veriler, hangi analiz bizi böyle bir arayışa daha doğrusu böyle bir çözüme getirdi?
İlgili olanların malumudur. Milli Eğitim Bakanlığında yönetim tarzı sınırları belirlenmiş bir seçenekler kümesi içerisinden belirli aralıklarla öne alıp geri itme şeklindedir. Bir dönem ‘müfredat ı yoğunlaştırmamız gerekir’ denir. Bir süre sonra da “müfredat çok yoğun, azaltmamız lazım” denir. El yazısı büyük reform olarak gelir sonra aynı reform söylencesi eşliğinde düz yazıya geçilir. Milli eğitimin bürokratik aklı ana sistemi bu şekilde korumaya alıyor. Bir şeyler değiştiriyor izlenimi vererek ana sistemi olduğu gibi tutmayı başarıyor.
Şüphe yok ki mevcut eğitim-öğretim sistemimiz her haliyle aşırı yoğun. Ders sayısı, ders saati, ders içeriği vs. itibariyle gereğinden fazla yoğun. 7 yaşında küçücük bir çocuk günde 6 saat kuru tahta üzerinde altı ders saati geçiriyor. Okul içeriği, planlaması ve öğrenciyi konumlandırdığı ilişki itibariyle adeta kürek mahkumuna çeviriyor. Bu formatıyla zaten başarısızlığı yapısal olarak üreten bir sistem bu. Dolayısıyla iyileştirme çabaları da sistemin bu genel işleyişini dikkate alan ve her tür operasyonun aynı zamanda sosyo-ekonomik hayatımızın yeniden yapılanmasıyla ilintili olacağını dikkate almak durumundadır. Zaten okulun bu halde olmasının ana müsebbibi de sosyo-ekonomik hayatımızın vaziyetidir. İkincil öğretim kurumlarımız olsa, okul dışı öğrenme mekanlarımız yaygınlaşmış olsa, kültür, sanat, spor merkezlerimiz erişilebilir durumda olsa zaten her şeyi okul üzerinden öğretme gibi bir absürtlüğün içinde can çekişiyor olmazdık. Bunu bir türlü konuşamadığımız ve dolayısıyla başaramadığımız için değişiklik çabalarımız hem atıl kalıyor hem de değiştirmemiz gereken ana mevzuyu görünmez kılıyor. Maalesef bugün de müfredat yoğunluğunu azaltma girişimi mevcut yapıyı ve ilişkiyi muhafaza ederek “bir şeyler değiştirdim” görüntüsü dışında bir işe yaramayacaktır.
Hülasa neyi niçin yaptığımızı, hangi gerçeklikte, hangi koşullar içinde yapmaya çalıştığımızı, neyi neye ile eşleştirdiğimizi, eşleştirirken hangi mekanizmaları kullandığımızı tartmazsak dün yaptıklarımızı yarın da yapmaya mecbur kalırız. Yaptıklarımız yapmamız gereken şeyler değil. Başka bir şey yapmayı tercih etmediğimiz, başka bir şey yapmayı istemediğimiz veyahut daha acısı başka bir şey yapmayı bilmediğimiz için yaptığımız şeyler. Ezberimize sığınıyoruz yani. Bu basit bir ezber değil kanımca. Stratejik bir ezber ve üzerinde durulmayı hak ediyor.
Abdulbaki Değer