l955 yılında Edirne'de doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Edirne'de tamamladı. l979 senesinde Erzurum/Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. l980-85 yılları arasında Erzurum /Tortum Lisesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak bulundu. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi’nde asistan olarak göreve başladı. 2011 yılında doçent oldu. 2016 yılında Profesörlüğe atandı.
Rıdvan Canım'ın bugüne kadar yayınlanmış 31 kitabı vardır. Kitap çalışmaları dışında çeşitli gazete ve bilimsel dergilerde yayınlanmış 100’ün üzerinde makalesi bulunmaktadır.
2004 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte Türkiye Yazarlar Birliği’nin Erzurum Şubesi’ni kurdu. Ve 10 yıl başkanlığını yürüttü. Rıdvan Canım, gezi ve inceleme amacıyla bugüne kadar Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Romanya, Moldova, Ukrayna (Kırım), Almanya, İsviçre, İsveç, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, Avusturya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Sancak, Kosova, Arnavutluk, ABD, Yunanistan, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail, Suriye, İran ve Gürcistan gibi ülkelere gitti. 2011 yılında Kosova’da “15. Uluslara arası Süleyman Brina Balkanlar Türk Kültürü Hizmet Ödülü”ne layık görüldü.
Boğaziçi, Yedi İklim, Dolunay, Dergâh, Palandöken, Mînâ, Milli Eğitim, Kardelen, Millî Kültür, Ayane, Kayıtlar, Akademik Yorum ve Beyaz Doğu gibi dergilerde yazıları ve şiirleri yayınlanmıştır.
Canım, 2012-2013 yıllarında Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, 2014-2016 yılları arasında Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü ve 2016-2018 yılları arasında Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevlerini yürüttü. Halen Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır
Hüznün Güneş Renkli Ayı Eylül… Hoş Geldin…
Anasayfa»Eğitim»Hüznün Güneş Renkli Ayı Eylül… Hoş Geldin…
Şair Tayyib Atmaca “Geldi Sonbahar” adlı şiirinde şöyle diyor : Selâm dur ey ömrüm, geldi sonbahar / Geçsin hatıralar tören adımla / Kelebekçe özgür hülyalar kurdun / Ne baharı gördün ne yazı gördün / Selâm dur ey ömrüm, geldi sonbahar.
Bu kaçıncı sonbahar ömrünüzde, gelip geçmekte olan, hiç saydınız mı? Bu kaçıncı Eylül? Ve Eylül niçin hüznün diğer adıdır, hiç düşündünüz mü? Sonbahar neden hep hüznü taşır kanatlarında? Dalından düşen her sarı yaprak bize bir şeyler mi söyler? Çocuklar da hüzünlenirler mi sonbaharla, Eylül’le birlikte? Yoksa “okul sevinci” Eylül’ün hüznüne baskın mı çıkar onlarda? Eylül, yüreklerimize gelmek için kapımızda hazır bekleyen “kış”ların mı habercisidir yoksa?
Şimdilerde adını bir kez daha rahmetle andığımız, can dost Hasan Ali Kasır’ın bu dünyayı bırakıp gidişinden kısa bir süre önce hazırladığı “Hüzün Şiirleri” adlı kitaba şöyle bir göz atıyorum Eylül’le birlikte yeniden… Yüreğinde Eylül’ün hüznünü yaşamayan şair hemen hemen yok gibi… Murat Kapkıner; eylül’ü nereye koyacağını, nasıl tanımlayacağını bilemez. Oldukça şaşkındır çünkü. Onun için eylül kimi zaman “bir çift müennes göz”dür. Ölümle eylül arasında bir ilgi vardır kuşkusuz? Ya da hep öyle düşünülmüştür… Nasıl ki Nisan ayı bir dirilişin sembolü ise, Eylül de öylece ölümün simgesi olmuştur hayatımızda… Yaprakların sararıp solması, tek tek dalından dökülmesi, çimenlerin, çiçeklerin kuruması hep ölüm duygularını çağrıştırmıştır rûhumuzda.. Şair Emin Alper de bu duyguları yüreğinde derinden hisseden şairlerden birisidir… Eylül Neşidesi adlı şiirinde; “Ben ölümü eylül gibi taşırım / Sarı metal kuşların kanatları arasından / Dökülen bir gül gibi / Ki hep içimdedir elleri…” derken bunu anlatmak ister… Sefa Kaplan da eylül’le birlikte, “hüznün bahçelerinde gezinir”. Müştehir Karakaya ve Nurullah Genç ise şiirin burçlarına hüznün bayrağını çeken şairler olarak çıkar karşımıza… Eylül hüzün, eylül akşamları büsbütün hüzündür… Hüzün bizim kardeşimiz, hüzün, en çok eylülde yüreklerimize kondurduğumuz kırmızı bir güldür bizim…
Edebiyatımızın “Akşam şairi” olarak tanınan Ahmet Haşim de baştan aşağı hüzündür aslında… Faruk Nafiz Çamlıbel, insana has egemen duygulardan biri olan hüznün bilhassa sonbahara ve özellikle de “Eylül”e yakıştığını söyler. Mustafa Özçelik de sonbahar ve eylül için; “ölümlerden bir alıntı bu mevsim” ifadesini uygun görür. Velhasıl hüznün şiir sûretine bürünüp yüreklerimize konuk olduğu aydır Eylül…
Eylül’e dair sözlerimi üstad Yahya Kemâl’in hazanla, eylül’le, sonbaharla ilgili düşüncelerinin yer aldığı şu birkaç mısraı naklederek bitirmek istiyorum. “Fânî ömür biter, bir uzun sonbahar olur/ Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur/ Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya/ Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya/ Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı/ Fark etmez anne toprak ölüm maceramızı.”
Dünyanın uzak bölgelerinde olup bitenler, ister istemez hüznü, bizim coğrafyamıza da taşıyor. Sıcak gelişmeler onu gösteriyor ki, doğunun bu talihsiz toplumları bir zaman daha acıyı, hüznü ve kederi yaşamaya devam edecekler. Asırlardır gözyaşını kuru ekmeklerine katık eden doğunun asil milletleri bilmelidirler ki; “hüzün” bizim medeniyetimizin adıdır… İşte yine Eylül, bir yığın hüznü taşıdı gönül evlerimize… Eylül yine eylüllüğünü gösterdi kısacası… Seni seviyoruz hüzün, seni çok seviyoruz Eylül… Bizi bize en çok sen hatırlatırsın çünkü…