Prof.Dr. Rıdvan Canım
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da dilimiz Türkçe adına önemli bir “şûrâ” gerçekleştirildi. Tam adı “Yunus Emre ve Türkçe Yılı Münasebetiyle Türkçe Şûrâsı” adını taşıyan ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Türkiye Yazarlar Birliği, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği ile Yunus Emre Enstitüsü’nün himayelerinde gerçekleşen bu toplantı, 50’nin üzerinde konuya dair söyleyecek sözü olan bilim insanının sunduğu bildiriler ve sunumlarla icra edildi.
Yaşamakta olduğumuz zaman diliminin adının “bilgi çağı” olduğunu artık kimse tartışmıyor. Öyle olunca da, çağımızın “başarılı” insanı, bilgiyi en iyi şekilde üretebilen ve kullanabilen insan olarak görülüyor. Hiç şüphe yok ki “bilgi” taşımada en etkili araç da “dil” oluyor. Herhalde bu dilin “anadili” olduğunu söylemeye gerek yok. Bu nedenle Türkçe Şûrâsı’nda dil meselesine çok çeşitli zaviyelerden yaklaşımların olduğunu gördük.
Şûrâ’ya ev sahipliği yapan kurum ve kuruluş temsilcilerinin, açılış konuşmalarından kapanış oturumuna kadar bütün konuşmacıları dikkatle ve adeta gözlerini kırpmadan takip etmeleri bu işe ne kadar önem verdiklerini, ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyordu.
“Dil Felsefesi-Felsefe Dili” ana başlığı altında konuşmaların yer aldığı Şûrâ’nın ilk oturumunda Doç. Dr. Enes Kala; “Kültürü Bilgiyle, Bilgiyi Dille İnşa Etmek” adlı bildirisinde; “bilginin yapıtaşının kendisini dilde bulduğunu, dil içerisinde karşılık bulacak olan kelime ve kavramların bilginin yapı taşı” olduğunu ifade ettiler. Necmeddin Evci; “Dilin Ontolojik Bağlamı ve Bağlantıları” başlıklı tebliğinde; “Dilin, insanın dünya ve toplumla ilişkisinde karşılıklı değişim ve kültürlenmenin uygun ve mecburi ortamını oluşturduğunu, insanın çevresini değiştirirken çevrenin de insanı değiştirdiğini, gelişip kemale ererek olgunlaşmanın hem varlığın hem de yaradılışın kanunu olduğunu, bir varlığın olgunlaşarak gelişmesinin onun kendiliğinden olduğunu veya İlâhî iradenin müdahil olmadığı anlamına gelmeyeceğini, konuşma sürecinin yani dilin tam ne zaman, nasıl başladığını da kimsenin bilmediğini, esasen bunun belki de çok önemli olmadığını, önemli olanın şu sırada hem düşünüyor, hem konuşuyor, hem de üretiyor olmamız” olduğunu vurguladı. “Felsefe Dili Olarak Türkçe: Tarihsel Bir Sorunlaştırma” adlı bildirisinde Prof. Dr. Ali Utku, öncelikle “felsefe terimleri meselesinin, Türk kültürünün Doğu-İslâm medeniyetinden Batı medeniyetine yönelişine bağlı olarak, temellerini II. Meşrutiyet yıllarında bulan, modernleşmeci ideolojik projeler bağlamında üç temel merkezde değerlendirilmesi gerektiğini ifade ettiler. Bunlar; 1. Eski terimlerin muhafaza edilmesi ve ihtiyaç duyulan yeni terimlerin Arapça köklerden türetilmesi gerektiğini savunan “Muhafazakârlar”; 2. Terimlerin tam olarak Türkçeleştirilmesi gerektiğini savunan “Tasfiyeciler”; 3. Yunanca ve Latince terimlerin kullanılması gerektiğini savunan “Evrenselciler”dir. Söz konusu değişim süreçlerinin doğal sonucu olarak bu üç merkeze bir diğer merkezin (bir yandan Türkçe terimlerin üretilmesi, bir yandan da dilimize yerleşmiş Doğu ve Batı kökenli terimlerin muhafaza edilmesi gerektiğini savunan “Eklektikler”) sürekli eşlik ettiğini ifade ettiler. Oturumun son bildirisi Prof. Dr. Recep Alpyağıl’ın; “1942’de Neler Oldu? yahut “Felsefe ve Gramer Terimleri” Adlı Eserin Gramatolojisi” başlığını taşıyordu. I. Oturum bildiriler üzerinde yapılan müzakerelerle sona erdi.
Şûrâ’nın 2. Oturumu’nun konusu; “Konuşma Dili” üst başlığını taşıyordu. Oturumun ilk konuşmacısı Prof. Dr. Şerif Ali Bozkaplan; ”Konuşma Dili-Yazı Dili Bağlamında Türkçe” başlıklı bildirisinde; iletişimin olmazsa olmazı olan dilin, her dilde olduğu gibi Türkçede de konuşma dili ve yazı dili unsurlarıyla söz konusu olduğunu; konuşma temelinde kurallara kavuşan ve yazı denen sistem ile kimlik kazanan yazı dilinin, standart/edebî dil olduğunu, yazı dilinin vasıflarıyla ölçülen zenginliğin temelinde dilin sözlü ürünlerinin niteliği ve kapsamının önem taşıdığını ifade ettiler. 2.Oturum da müzakerelerle tamamlandı.
Şûrâ’nın 3.Oturumunun konusu; “Dil ve Devlet, Devlet Dili, Resmî Dil” üst başlığı olarak belirlenmişti. 4 bildirinin sunulduğu bu oturumda önce “Devlet Dili Olarak Türkçe” adlı tebliğiyle Prof. Dr. Oğuzhan Durmuş’u; ardından “İdeolojinin Dili ve Dilin İdeolojisi” başlıklı bildirisiyle Dr. Hayrettin Orhanoğlu’nu; “Resmî İkâmeli Türkçe ve TDK Meselesi” adlı konuşması ile Yakup Şimşek ve son olarak da “Cumhuriyet Dönemi Türkçesinin Sadeleştirilmesi ve Söz Varlığımıza Etkileri” başlıklı bildirisi ile Dr. Ali Özgün Öztürk söz aldılar. 3.Oturum, konular üzerinde gerçekleştirilen müzakerelerle kapandı.
“Edebiyat Dili” üst başlıklı 4.Oturumda ilk konuşmacı “Günümüzde Edebiyat Dili Olarak Türkçe ve Meselelerine Genel Bir Bakış” adlı bildirisiyle Prof. Dr. Atabey Kılıç oldu. Edebiyat dili olarak Türkçenin günümüzde maruz kaldığı sorunlar ve geldiği son nokta açısından değerlendirmelerin yapıldığı bu bildirinin ardından; bu alanda ciddî çalışmaları ve eserleri bulunan Prof. Dr. Turan Karataş; “Edebiyat Terimleri Meselesi” başlıklı tebliğini sundu. Doç. Dr. Maksut Yiğitbaş’ın genel olarak kültürümüzde “Edebiyat Dili” nin oluşumunu ve gelişimini esas alan tebliğinin ardından; Ali Ural’ın sunumunda, edebiyatımızın usta kalemlerinden Refik Halit Karay’ın eserlerinde kullandığı dili “Refik Halit Karay ve Türkçenin Lezzeti” başlıklı bildirisinde aynı lezzetiyle yaşadık. 4.Oturum müzakerelerle sona erdi.
Şûrâ’nın 5.Oturumu’nda söz gençlerindi. Gençlerin Cumhuriyet dönemi yazarlarının eserlerini anlamakta karşılaştıkları güçlükler; “Anadolu Mektebi” üst başlığı altında yine gençlerin dilinden ortaya konuldu. Oturumda Ali Anıl Şener, “Mütefekkir Yazarı Neden Anlayamıyoruz?”; Arzu Nur Gün Koç; “Bir Bahar Seli: Ahmed Hamdi ve Edebiyat Dili”; Sidre Nur Duran; “Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un Dili Üzerine” ve Emine Müberra Baydar; “Şair-Derviş Kardeşliği” başlıklı bildirilerini sundular.
“Türk Dünyasında Ortak Türkçe” üst başlığını taşıyan 6.Oturum’da Prof. Dr. İskender Pala’nın gönül coğrafyamızda yaşayan soydaşlarımızla ortak bir dilin oluşturulma zamanının geldiğine dikkat çektiği; “Türk Dünyasında Ortak Türkçe” konulu bildirisinin ardından; Dr. Ayhan Pala; “Dilde Birlik ve Dil İnkılâbı” başlıklı bildirilerini sundular. Dr. Ayhan Pala, Türk dilinin tüm Türk dünyasında konuşulan ortak bir dil olma ideallerinden ve çabalarından hareketle, Türk ülkeleri neşriyatından örnekler vererek “Dil İnkılâbı” ile ortak kelime haznemizin nasıl ortadan kalktığı konusunu gündeme taşıdı.
Şûrâ’nın 7. Oturumu, “Dilbilgisi” ana başlığı adını taşıyordu. Oturumda ilk olarak Prof. Dr. H. İbrahim Delice; “Türkçe’nin Dilbilgisi Meseleleri” konulu tebliğinde; eğitim kurumlarında Türkçe dersinin, esasen “Dilbilgisi” demek olduğunu, Dilbilgisi konularının Türkçe dersinden çıkarıldığı zaman astroloji ve büyücülük gibi asla temeli olmayan bir uğraş hâline getirilmiş olacağını; böyle bir dersin de hiçbir amaca hizmet etmeyeceğini söyledi. Sağlam dilbilgisi kurallarına dayalı bir Türkçe eğitiminin arzulanan dil kullanımının da temeli olacağını ileri sürdü. Oturumun diğer konuşmacıları Doç. Dr. Şahap Bulak; “Türkçe’nin Sadeleştirilmesinde Hatalı Kelime Yapımı”; Prof. Dr. Namık Açıkgöz; “Türkçede Kavram ve Kelime Üretme Konusunun Zihniyet Temeli” ve Dr. İbrahim Demirci de; “İmla-Yazım Meseleleri” başlıklı konuşmalarını gerçekleştirdiler. 7.Oturum da müzakerelerle sona erdi.
DEVAM EDECEK
Hayırlı olsun, güzellikler getirsin inşallah.