Müderris Ebubekir Efendi’nin hayatı, Güney Afrika’daki çalışmaları ve kültür mirası ancak son zamanlarda yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır. Hal böyle iken bazı yazarların onun sadece etnik kimliğine odaklanarak Kürt olduğuna dair iddialarla kalem oynatmaları ideolojik propagandalara benzemektedir. Öyle ki bazı tarihçilerin hiçbir ciddi kaynağa dayanmadan Ebubekir Efendi’nin soyunu Kürt diye nitelendirmeleri tarihi hakikatlere tamamen aykırıdır.[i] Ebubekir Efendi’nin soy kökenleri ile ilgili söylenen birçok basmakalɪp bilginin hakikatmiş gibi günümüze kadar nasıl tekrar ettiğini bu vesileyle ortaya koymakta fayda vardır.
Öncelikle Ebubekir Efendi’nin bir ilim adamı olarak Kürt veya Türk soyundan gelip gelmediğinin esas mevzu olmadığını burada belirtmek gerekir. Esasında Osmanlı Devleti dönemine ait bu tür bir milliyet tanımlaması yapmak Osmanlı toplumsal yapısından bihaber yazarların yanılgısıdır. Unutulmamalıdır ki Osmanlı Devleti milli bir yapıya sahip olmadığı için Osmanlı döneminde kimsenin etnik kimliği ön plana çıkmamıştı. Osmanlı tarihi silsilesinde devlet büyükleri Sokullu Mehmet Paşa, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi unvanlarla anılırlardı. Osmanlı döneminin özellikle ulema takımı ise Hacɪ Bektaş Veli veya Elmalılı Hamdi Yazır gibi daha çok bulunduğu bölgenin adı ile anılırdı.[ii] Dolayısıyla Osmanlɪ toplumunda etnik köken hiçbir şekilde önem arz etmemekteydi. Hal böyle iken bir Osmanlı aliminin sürekli olarak etnik kökenlerinden bir şeyler ortaya çıkarmaya çalışmak tarihçilikle açıklanamaz bir durumdur.[iii]
Ebubekir Efendi’nin Güney Afrika’daki maarif faaliyetleri onun yaşadığı dönemlerde Redhouse veya Hurgronje gibi Batılı oryantalistlerin dikkatini çekmişti. Fakat onu Kürt kimliği ile bütünleştiren çalışmalar çok daha sonraki yıllara tekabül eder. Bilindiği kadarıyla onun Kürt olduğuna dair ilk iddia 1952 yılında Semitik dilleri uzmanı A. Van Selms tarafından ortaya atılmıştır.[iv] Fakat Van Selms, Ebubekir Efendi’nin ilmihali Beyanu’d-Din üzerine çalışırken onun etnik kimliğiyle ilgili birşey bilmediğini, Şehrizor doğumlu olması vesilesiyle Kürt olma ihtimali olduğunu lakin bunun Minorsky gibi işin uzmanlarına bırakılması gerektiğini ifade etmişti.[v] Esasında Van Selms’in bu ifadeleri ilimsel açıdan da gayet makul ve mantıklıdır. Fakat bu tarihten sonra Ebubekir Efendi hakkında kalem oynatan yazarlar, Van Selms’i kaynak alarak bir adım daha ileri gidip Ebubekir Efendi’yi hiçbir kaynağa dayandırmadan sadece bu yorumlara istinaden Kürt olarak kaydetmişlerdir. Shamil Jeppie, Abdulkader Tayob, Ahmed Davids gibi Güney Afrikalı yazarlar bu hususta bir araştırma yapmadan aynı hatalı ifadeyi neredeyse aynı cümlelerle tekrar edip basmakalıp bir yanlışın oluşmasına neden olmuşlardır.[vi] Bu yazarların çalışmalarından istifade eden bazı Türk yazarların aynı basmakalıp ifadeleri hiçbir başka belge kullanmadan tekrar etmesi ise daha vahim bir durumdur.[vii] Zira en azından Türk yazarların böyle tarihi bir konuda Osmanlı arşivi kullanmaları ümit edilirdi.
Bunlarɪn dışında bir de her çalışmasında Kürt etnisitesini öne çıkarmaya çalışan ve çeşitli zorlamalarla Kürtçülük yapan yazarlar da mevcuttur.[viii] Bu yazarların Ebubekir Efendi gibi çok yönlü bir Osmanlı aliminin İslâmi çalışmalarını bir kenara bırakıp sadece etnik kökeni hakkında görüşler ileri sürmeleri esasında bir hakikati ortaya çıkarma gayesinden ziyade Kürtçülük misyonuna hizmet yolundaki maksatlarını ortaya koymaktadır.[ix] Bunların içerisinde Kürt tarihi sahasında en salahiyet sahibi olan Van Bruinessen gelir. Hollandalı Kürt tarihçisi Bruinessen’in çalışmaları diğerlerine nazaran daha ciddi bir araştırma ve metodoloji içermektedir. Bunun en önemli sebebi bu yazarın Kürtçe, Türkçe, Arapça gibi doğu dillerini öğrenmiş olup birinci dereceden kaynaklara inebilmesinden ileri gelmektedir. Fakat bizim burada değindiğimiz Van Bruinessen’in Ebubekir Efendi hakkındaki çalışması, Osmanlıca arşiv belgelerinden faydalanılmadan yazılmış olup havada kalan bazı zorlama iddialara sahiptir.[x]
Bruinessen, Ebubekir Efendi’nin kitabının önsözünde kendini tanıtırken atalarının Şehrizor ve Bağdat bölgesinin hâkimi olduğunu ve Soran Tabi Emirliğine bağlı olduklarını ifade etmişti.[xi] Ebubekir Efendi atalarının yaşamış olduğu bu havaliyi anlatırken ne Kürt ne de Kürdistan gibi bir adlandırma yapmıştır. Fakat Bruinessen burayı açıklarken sanki Ebubekir Efendi böyle bir izahat yapmış gibi bir ifadede bulunarak okuru yanlış yönlendirmektedir.[xii] Daha sonra Ebubekir Efendi’nin bahsettiği atası olan Ebu Nasr el Emir Süleyman’ın herhalde Şerefname’de bahsedilen ve on altıncı yüzyılın ikinci yarısında Soran’da yaşayan İbn Kulli Süleyman Bey olduğunu ifade eder. Halbuki bahse konu Süleyman Bey’le Ebubekir Efendi’nin dedesi Ebu Nasr Emir Süleyman Bey arasında 250 yıllık bir fark vardır. Öte yandan bahse konu olan iki Süleyman’ın soy ağaçları birbirini tutmamaktadır.[xiii] Yine Bruinessen, iddialarına kaynak olarak Alman tarihçi Kahler’i gösterirken Kahler’in Ebubekir Efendi için bahsettiği Nisba el Emcedi adında bir köyün Kürdistan’da olmadığını ifade etmiştir. Bruinessen’in burada düştüğü tenakuz ise El Emcedi’nin köy değil soyismi olduğunu karıştırmasıdır.[xiv]
Bruinessen çalışmasnın takip eden sayfasında Ebubekir Efendi’nin el-Gazi el-Kureyşi el-Emcedi ünvanlarını kullandığını ifade ederken bu soy isim kökenlerinin Kürt biyografi sözlüğünde yer almadığını ifade eder. Aynı paragrafın sonunda artık kendisi de bu iddiasından vazgeçmiş olmalı ki cümlesini “Ebubekir Efendi’nin soy kökenleri her zaman bir muamma olarak kalacaktır” demiştir. Fakat Bruinessen bu somut ifadesine rağmen, makalesinin başlığını Kürt alim diye atmaktan geri kalmamıştır.[xv] İşte ilmi olarak kabul edilemeyecek bu yaklaşɪm yüzünden tarihi bir mesele siyasallaşarak içinden çɪkɪlamaz bir hal almɪştɪr.
Esasında Bruinessen’in bu makalesi, okurda sanki kendisi de her şeyin yeni yeni farkına varıyor gibi bir izlenim bırakmaktadır. Zira takip eden sayfada Ebubekir Efendi’nin diğer Kürtler gibi Şâfiî olması gerekirken okulunda Hanefi eğitimi verdiğini ifade etmiştir.[xvi] Buradaki gözlemi doğru olsa da vardığı sonuç yine yanlıştır. Zira Ebubekir Efendi’nin Cape Town’da kurduğu okulda Şâfiî veya Hanefilik gibi bir mezhep ayrımı yapılmamıştır. Ebubekir Efendi İstanbul’dan gönderilirken Müfti el-Erbaa, yani dört mezhebin hocası ünvanına sahipti. Öte yandan Ebubekir Efendi’nin Hanefi olduğuna dair iddialar onun itibarını zedelemek ve fetvalarını geçersiz kılmak için Cape Town’daki bazı imamlar tarafından ortaya atılmıştı. Meselenin bu cihetini bilmeden Ebubekir Efendi’ye bir mezhep isnat etmek yanlış olacaktır. O vesileyle öncelikle bu hususu açıklığa kavuşturmak icap eder.[xvii]
Ebubekir Efendi, Güney Afrika’da dini eğitim faaliyetleri yanında bir İslâm otoritesi olarak Müslüman cemaatler arasındaki çatışmaları önlemek için mahkemelere bilirkişi olarak çağrılıp bazı hususlarda fetvalar vermiştir. Bunlardan birisi Nuru’l-İslâm Camii’nde meydana gelen bir anlaşmazlıktan kaynaklanır. Cape Town Mahkemesi kaydına göre Nuru’l-İslâm Camii İmamı Abdulrakip, Cuma namazlarında Şâfiî mezhebi kaidelerine göre cami cemaatinin kırk kişinin altında olması sebebiyle Cuma namazı kıldırılamayacağı görüşüne binaen hocası Ebubekir Efendi’ye danışmış ve hocasının tavsiyesi üzerine cemaatini dağıtmamak için Cuma namazlarını Hanefi mezhebine göre eda etmeye başlamıştı. Bu uygulamasıyla bazı yerli Müslümanlar nezdinde büyük tepkilere maruz kalan İmam Abdulrakip’e saldıran Evvel Cami imamıyla olan sürtüşme mahkemeyle sonuçlanmıştı.[xviii] Mahkemeye çağrılan Ebubekir Efendi bunun İslâm hukukuna göre hiçbir yanlış tarafı olmadığını, nasıl tüm Müslümanlar hac zamanı Kabe’yi tavaf ederken abdest kaidesinden ötürü Hanefi usulüne göre hareket ediyorlarsa zaruri durumlarda da dört hak mezhepten birisine riayet ederek hareket edebilir deyip mahkemeyi ikna etmişti. Buna rağmen ona muhalefet eden bazı imamlar bu sefer de Ebubekir Efendi’nin Şâfiîleri Hanefi yapmaya çalışarak Osmanlı Sultanı’ndan mükâfat almak istediğini uydurmuşlardı.[xix] Halbuki Osmanlı Devleti’nin Mekke Şerifi olarak atadığı Halil Paşa, Şâfiî mezhebindendi. Yani Afrika’dan Balkanlara ve Kafkaslara kadar geniş bir coğrafyaya hükmeden Osmanlı Devleti’nin mezhep ayrımı gibi bir şey yapması söz konusu değildi. Fakat bu tür mahkeme sonuçlarından rahatsız olan taraflar, daha da ileri giderek “Ebubekir Efendi Hanefidir, onun fetvası Şâfiîler için geçersizdir,” diye asılsız bir iddia ortaya atmışlardı.[xx] İşte buna benzer yaftalamaları bazı yazarlar halen hakikatmiş gibi kullanarak Ebubekir Efendi’nin Hanefi olduğunu ve öğrencilerinin kurduğu caminin Hanefi cami olduğunu iddia etmektedirler.[xxi] Yine Cape Townlı yazar Ahmad Davids’in kitabında “Ebubekir Efendi mahkemelerde kaynak olarak Hanefi kitabı Miskat’ul Mathabit’i kullandı,” şeklindeki sözleri de bu hatalara bir yenisini eklemiştir.[xxii] Ne yazık ki Türkiye’deki bazı yazarlar bu basmakalıp tarih yazıcılığına itimat edip aynı hataları hakikatmiş gibi günümüze kadar tekrar etmişlerdir.
İşte Bruinesses’in Osmanlı Devleti’nin resmi mezhebinin Hanefilik olduğuna dair ifadesi ne kadar havada kalan bir iddia ise Ebubekir Efendi’nin Kürt olduğuna dair iddiaları da o kadar mesnetsizdir.[xxiii] Bruinessen, esasında Osmanlı toplumuyla devlet yapısını karıştırmaktadır. Osmanlı Devleti Balkanların fethiyle Karaman eyaletinden Balkanlar’a, Balkanlar’dan Trabzon’a, Trabzon’dan Üsküp’e aileleri iskân etmiştir. Bu iskân hareketleri sonucunda ne Kavalalı Mehmet Paşa Mısırlı ne de Doğu Karadeniz’e iskân edilmiş bir aile Laz kimliği kazanır. Yani iskân hareketlerinden ötürü ailelerin Arnavut kökenli mi Karaman yörüklerinden mi yahut ekrâd taifesinden mi olup olmadığı nerede ikamet ettiğinden çıkarılamaz. Bu tür aile tarihleri ancak arşiv kayıtlarına dayalı soy araştırmalarıyla ortaya çıkarılabilir. Dolayısıyla bunun yaşanılan bölgeyle paralel tutulması şüphesiz yanlış olacaktır. Bu minvalde Emcedizadelerin Şehrizor, Şam ya da Erzurum’da yaşamaları bu ailenin soy kökenleri hakkında bölgesel bir tanımlama yapılabileceğini göstermez. Yine Ebubekir Efendi’nin ailelerinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Hoşnav Köyü’nde yaşamış olmaları onların nasıl soy kökenlerini etkilemeyeceği gibi mezhebini de etkilemeyecektir. Ona keza Osmanlı dönemindeki aileleri münferit olarak değerlendirmek yerine bir bölge insanını topyekûn Şâfiî ya da Kürt olarak değerlendirmek gibi bir genelleme hatalı sonuçlara sebep olacaktır.[xxiv] Bu yaklaşım tarihi hakikatlere gölge düşüreceği gibi bölgede yaşayan Türkmen ve Arap varlığını da görmezden gelmek olur. Daha önemli başka bir husus ise Ebubekir Efendi gibi bir Osmanlı aliminin soy kökenlerini Osmanlı arşiv belgelerinde aramak yerine Batı kökenli yazarların ifadelerinde aramak tarihçilikle alakası olmayan bir yaklaşımdır. Bu yazarlar yine Ebubekir Efendi’nin doğduğu Şehrizor havalisinin on dokuzuncu yüzyılda demografik yapısını araştırmak yerine bilerek ya da bilmeyerek son yıllarda o havalideki siyasi oluşumların etkisiyle kalem oynatmayı yeğlemişlerdir. Bununla birlikte yukarıda belirttiğimiz gibi Türkiye’deki bazı yazarlar da herhangi bir araştırmaya gitme gereği duymadan bu tür çalışmaları kaynak olarak göstermişlerdir. Bu çalışmaların ciddi tarih çalışmalarından ne derece uzak olduğunu belgeler ışığında ele almakta fayda vardır.[xxv]
Seyyid Ebubekir Efendi’nin Bruinessen’in ifade ettiği gibi Kürt kökenli olmadığına dair delillerin başında onun aile evrakını muhafaza eden torunu Hişam Nimetullah Efendi’nin hususi arşivinde bulunan Emcedi vakıf kayıtları gelir. Emcediler, Kureyş sülalesine mensup olup Emeviler döneminde kollar halinde Mekke’den Bağdat ve Şam’a yerleşip İslâm ilmiyle iştigal etmişlerdir. Şam tarafında yaşayan kolunun ismi Vakf-ı Emcedi türbesi olarak arşiv kayıtlarında geçerken önce Bağdat’a ve sonra Şehrizor vilayetine yerleşen kolunun ismi ise büyük dedelerinin adından mütevellit Emir Süleymanzade Vakfı olarak geçmektedir.[xxvi] Ailenin Bağdat’a yerleşen bu kolu Selçuklu ve Osmanlı topraklarında himaye görmüştü. Şehrizor’un Hoşnav Köyü’ne yerleşip vakıf belgelerine göre Sisava civarında medrese kurmuşlardı.[xxvii] Yukarıda izah edildiği üzere medresede 1852 yılına kadar görev yapan Ebubekir Efendi, Hoşnav aşiretinin isyanında Emir Süleymanzade Medresesi’nin yağmalanıp babası Molla Ömer Efendi’nin öldürülmesiyle ailece Erzurum’daki akrabalarının yanına gider.[xxviii] Hakikaten 1852 yılına ait Osmanlı arşivinde bulunan bazı belgelerde Hoşnav aşiretinin isyanından ötürü dağılan ailelerin iskânı ve bölgede asayişin yeniden sağlanması için Şehrizor Kaymakamlığı’na emir verilmişti.[xxix] İşte Hoşnav isyanında mağdur olan ailelerden birisi de Emcedi ailesiydi. Emcedizadeler bu vesileyle Erzurum’daki akrabalarının yanına göçmek zorunda kaldılar. O dönemde Ebubekir Efendi’nin Erzurum’un Gez Mahallesi’nde bulunan Ahmediye Medresesi’nde bir süre çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu medresede ders verirken yetiştirmiş olduğu öğrencilerinden birisi aynı zamanda akrabası olan ve daha sonra damadı olacak olan Abdülrezzak İlmi Efendi’dir.[xxx]
Emcedizadelerin diğer bir kolu ise Şam’da kalmıştır. Öyle ki 1749 yılına ait bir belgede Osmanlı Sultanı’nın Emcedi ailesinden bir büyüğün vefatı üzerine taziyelerini sunduğu anlaşılmaktadır.[xxxi] Aile yakınlarına göre Ebubekir Efendi Güney Afrika’ya gelirken onunla Ümit Burnu’na gelen yeğeni Ömer Lütfi, 1866 yılında İstanbul’a dönünce bir süre sonra Şam’daki akrabalarının yanına gidip orada eğitim işleriyle meşgul olmuştu. Hakikaten 1890’larda çektirdiği bir fotoğrafın da Şam’da çekilmiş olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Emcedilerin Şehrizor’dan Erzurum’a göçmelerinin sebebi Kuzey Irak’taki Hoşnav aşireti baskınında babalarının öldürülmesine dayanır.[xxxii]
Başka bir konu ise Kuzey Irak’taki Kürtlerin Şâfiî olmasına karşılık Ebubekir Efendi’nin Şâfiî olmamasıdır. Ebubekir Efendi’nin Şâfiî olmadığını fakat yaşadığı bölgedeki halkın tamamen Şâfiî olduğunu bir mahkeme kaydında ifade ettiğini anlıyoruz.[xxxiii] Daha başka önemli bir kaynak ise Ebubekir Efendi’nin kitabında İmam Şâfiî’nin deniz ürünlerinin tüketimi hakkındaki fetvasını tenkit etmiş olmasıdır. Şöyle ki Ebubekir Efendi’nin kabuklu deniz ürünlerinin haram olduğu yönündeki iddiaları üzerine mahkeme konusu olan davalar meydana gelmişti. Bunlardan birisi Cape Town Yüksek Mahkemesi’ne kadar yansıyan kayıtlarda bazı imamların Hac esnasında Ebubekir Efendi ile konuşurken onun Hanefi inancına dayanarak ıstakoz ve midye gibi deniz ürünlerinin haram olduğunu söylemiş olması ile ilgilidir.[xxxiv] Bazı imamların bu iddiası üzerine Ebubekir Efendi’yi Cape Müslüman halkını Hanefi inancına göre yönlendirdiği için itham eden imamlar onu Cape Town Mahkemesi’ne şikâyet ettiler. Tamamen Şâfiî inancına bağlı olan halka Ebubekir Efendi’nin yerli bir gazetede verdiği cevabı ise “Ben Bağdat’ta doğdum büyüdüm ve yetiştiğim bölgedeki Müslümanlar katıksız Şâfiî’dir” şeklinde olmuştu.[xxxv] Osmanlı arşivindeki bir belgeye göre bu meseleden dolayı Cape Town imamlarından bazıları tarafɪndan Ebubekir Efendi’nin Güney Afrika’dan tayininin alınması için Bâbıâli’ye bir mektup dahi gönderilmiş ve Ebubekir Efendi’nin Müslüman halkın eğitiminde başarılı olamadığına dair şikayette bulunulmuştu. Yine bir başka Osmanlɪ arşiv belgesinde “Ümit Burnu’nda memur bulunan Hoca Bekir Efendi’nin Mekke’de bir cemiyet-i hafiye-i fesadiyeye muttali olduğu” iddia edilerek onun gözden düşmesi için dedikodular türetilmişti.[xxxvi] Osmanlı Hükûmeti elbette Ebubekir Efendi hakkında söylenen bu asılsız iddiaları ciddiye almayacaktı.
Şimdi burada değerlendirilmesi gereken bazı hususlar vardır. Öncelikle Ebubekir Efendi’nin Hanefi öğretisine dayanarak kabuklu deniz ürünlerinin yenmesinin haram olduğuna dair bir fetva vermesi halkın değil ancak o derece İslâmi ilimlere vakıf ilim adamları tarafından tartışılabilecek bir husustur. Çünkü kabuklu deniz ürünlerinin yenmesinin haram olduğuna dair Hanefi mezhebinde geçerli bir kaide yoktur.[xxxvii] Fakat mekruh olduğunu söylemek söz konusu olabilir. Ebubekir Efendi kitabında izah ettiği çok mühim bir içtihat olarak görülen balıktan başka bir deniz ürününün tüketilmesinin caiz olmadığı yönündeki fetvası Şâfiî inancına aykırı olmasıyla birlikte üzerinde çalışılması gereken ilmi bir husustur.[xxxviii] Hakikaten bu fetva öncelikle Ebubekir Efendi’nin bu konudaki Hanefi doktrininin de dışına çıkarak ve Kuran’daki bazı ayetlerden yaptığı mülahazalarla bir tasavvurda bulunduğunu gösterir.[xxxix] Ebubekir Efendi’nin sıradan bir din hocası değil büyük bir İslâm âlimi olması, onun bu çalışmasının ve fetvalarının günümüz din adamlarınca çalışılması gereken bir konu olması için yeterli bir sebep olarak görülebilir. Ne yazık ki Ebubekir Efendi bu faaliyetleri esnasında Hanefi diye yaftalanmış hatta bununla alakalı yerel gazetelere yansıyan haberlerde Ebubekir Efendi’nin halkı Hanefi yaparak Osmanlı Devleti’nden daha çok maaş aldığı yönünde suçlamalara maruz kalmıştır. Bu asılsız suçlamaların altında yatan sebep Ebubekir Efendi gibi hakikati konuşan bir İslâm aliminin bazı imamlar tarafından tehdit olarak görülmesinden ileri geliyordu.
Ebubekir Efendi’nin etnik kökenleriyle alakalı mülahaza edilmesi gereken başka bir belge ise onun özel notlarını Türkçe kaleme almış olmasıdır. Aile efradında kalan hususi notlarından anlaşıldığına göre bazı hesaplamalarında patates, peynir, mum, süpürge gibi Cape Town’daki okuluna aldığı ev malzemelerini Türkçe not ettiği görülmektedir. Birkaç lisanı rahatlıkla konuşup yazabilen Ebubekir Efendi’nin hususi notlarını Türkçe kaleme almış olması torunları tarafından söylenegelen annesinin Türk olduğu iddialarını kuvvetlendirir.[xl] Güney Afrika’da yaşayan aile büyüğü Hişam Nimetullah Efendi’ye göre Ebubekir Efendi’nin annesi Osmanlı saray çevresinden bir Türk ailenin kızıydı. Ebubekir Efendi’nin İstanbul’la daha önceden olan münasebeti bundan kaynaklanmaktadır. Hakikaten ailenin Erzurum’da kalan kesiminde de Kürtçe konuşan yoktur. Ebubekir Efendi’nin Erzurum’da kalan ilk eşi Zehra Hanım’ın tek oğlu Mustafa Emcedi’nin Erzurum’da kalan torunları da Kürtçe bilmemektedirler. Hatta ailenin bu kolu Türk olduklarını iddia eder. Ailenin İstanbul’da yaşayan kolundan Suzan Kum (Baker) ise annesi Adele Hanım’dan dedesi Ebubekir Efendi hakkında aslen Türk olduklarını dinlediğini ifade etmektedir. Ebubekir Efendi’nin Ümit Burnu’nda imzaladığı bazı belgelerin altına “Turkish Professor,” yani Türk profesör, yazmış olması bu manada belki ayrıca önem taşır. Böyle olmakla birlikte Emcedilerin Arap asıllı Seyyid olduğu ve Emcedi teriminin de Arapça üstün soy manasına geldiğini ortaya koymak gerekir. Dolayısıyla Ebubekir Efendi ve ailesi hakkında Kürt etnisitesine işaret eden bir belge yokken Arap olduğuna dair birçok belgenin mevcut olduğunu söylemek mümkündür.[xli]
Hatta bu işi en iyi bilenlerden birisi Bruinessen bile makalesinde Kurdish diye başlık atmasına karşın metnin içerisinde “Ebubekir Efendinin soyu her zaman muamma kalacaktır” demesi onun dahi tüm zorlamalara rağmen Kürt iddiaları hakkında ikna olamadığını ortaya koyar.[xlii] Bruinessen şayet daha teferruatlı bir çalışma ortaya koysaydı Ebubekir Efendi’nin Emcedi soy kökenlerini irdeleyerek onun soyuyla ilgili hakikati görme şansı olacaktı. Lakin makalesinde bu tür derin analizlere girmemekle birlikte Ebubekir Efendi’yi peşinen Kürt olarak tanımlaması tarihçilikten daha ziyade politik bir yaklaşım olarak görülmektedir.
Daha önceki izahlara ilave olarak Emcedi ailesi hakkında şunlar söylenebilir. Öncelikle, Ebubekir Efendi’nin soy ağacına bakıldɪğında dedelerinin Seyyid olarak anıldığını yani Muhammed Peygamber’in soyundan geldiği anlaşɪlɪyor. Ebubekir Efendi’nin ailesine ait olan bir vakıf kaydına göre onun soyunun, el-Seyyid, el-Gazi, el-Kureyşi, el-Emcedi, el-Hoşnavi[xliii] diye geçtiği görülmektedir.
Bu noktada bahsedilmesi gereken ve daha önce hiç kullanılmamış başka bir kaynak ise Ebubekir Efendi’nin sülalesinden gelen bir başka İslâm alimi Cape Townlı İmam Seyyid Talibuddin’in torunlarında bulunan Arapça kayıttır. Aile yakınlarının anlattığı kadarıyla Ebubekir Efendi’nin Ümit Burnu’na gönderilmesi gibi İmam Seyyid Hacı Muhammed Talibuddin’in büyük dedeleri de yıllar önce Hindistan’a giderek orada İslâm dinini öğretmiş, ilmi çalışmalar yapmışlardı. Aynı aileden geldikleri için Seyyid Talibuddin Hindistan’dan Güney Afrika’ya gelmiş ve Cape Town’a yerleşmişti. Bu konuda en önemli kaynak Ebubekir Efendi’nin cenaze namazını da kıldıran İmam Talibuddin’in aile kayıtlarında Emcedizadelerin de büyük dedesi olan Ebu Nasr Emir Süleyman olduğuna dair kayıttır.[xliv] Seyyid Talibuddin ailesi Kürtlerle hiçbir aile münasebetlerinin olmadığını ve Osmanlı döneminin bilinen birkaç Seyyid ailesinden olduklarını söylemektedirler.[xlv]
Ebubekir Efendi’nin torunu Hişam Nimetullah Efendi’de bulunan bir kayıtta ise İmam Talibuddin Sultan Abdülhamid’in otuzuncu yıl saltanatını Cape Town’da kutlamış olduğu belirtilir. Hişam Efendi’nin hususi arşivinde bulunan mektuplardan birisi ayrıca Emcedizadelerin Hacı Talibuddin ailesiyle olan yakınlığını ortaya koyar. Ebubekir Efendi ile Cape Town’a gelip dört yıl kaldıktan sonra Erzurum’a dönen Ömer Lütfi, Ümit Burnu’ndaki aile efradıyla münasebetini kesmemişti. 1880 yılında Ebubekir Efendi’nin vefatından sonra yeğeni Ömer Lütfi’nin Ahmet Ataullah Bey’e yazdığı mektubu, Hacı Talibuddin hakkında önemli bilgiler içermektedir.[xlvi]
Amcazadem Hakikatli Ahmet Efendi’ye Hakikatli Nur-i Aynım Ahmet Efendi; Ba’des selam, dide-i enverleri bus olunur. Ol tarafta Hişam Nimetulah Efendi ve diğer biraderlerinizin dahi gözlerinden öperim. İnşallah sağ ve salim Ümit Burnu’na vasıl oldunuz. Eğer tarafımızdan sual olunur ise elhamdülillahı Teâlâ vücudumuz sağ olup sizin fikirlerinizden maada bir kederimiz yoktur. Orada bulunan Hatip Hacı Muhammed Talib’e mahsus selam ederim. Ve hatırlarını sual ederim. Benim oğlum, İstanbul’da sana tembih eylediğim beyaz mecmua içinde bulunan kağıtları zayi etmeyerek cümlesini bu mektubu sana veren adama teslim eyle. O adam bana buraya gönderir. Ve İstanbul’da olan işlerini yoluna koymak için o adama söyleyin o sana yol gösterir. Her ne türlü münasip görür isen öylece kağıtları yaptırıp bir saat evvel bana gönder. Sizin halinizi ve amcamın vefatını mufassalen yazıp bu tarafa bildir. Eğer orada rahat edemez isen İstanbul’a gel. Ben seni mektebe korum. İleride büyük adam olursun. Hacı Talib’den başka kimseyle istişare yapma zira seni aldatırlar. Baki Selamlar Mevla an karibi’z-zaman konuşmak nasip eylesin. Ömer Lütfi.[xlvii]
Bu mektuptan da anlaşıldığı üzere Hacı Talip diye yazdığı kişi, Seyyid Talibuddin, Ebubekir Efendi ailesinin Ümit Burnu’nda itimat ettiği yegâne şahsiyettir. Bu yakınlığın bir sebebi de yukarıda bahsetmiş olduğumuz akrabalık bağlarından ileri gelmektedir. Seyyid Talibuddin’in torunlarɪnda bulunan vakıf kaydında büyük dedelerinin Ebu Nasr Emir Süleymanzade olarak geçmesi ilginç olduğu kadar çok önemli bir hakikati ortaya çɪkaran belgedir.
Ebubekir Efendi’nin bu bağlamda bir Osmanlı âlimi olarak tanıtılması metodolojik olarak en doğru tanımlama olacaktır. Konuyla ilgili araştırmaları olan Bruinessen’in bu konu hakkındaki makalesinde Ebubekir Efendi’yi hem bir Kürt âlim olarak tanıtıp hem de onun soy kökeniyle ilgili tarihi konunun hep şüphe içereceğini ve meçhul kalacağını söylemesi ilmi bir yaklaşım olmasa gerektir.[xlviii] Hâlbuki Ebubekir Efendi için Osmanlı âlimi olarak bir niteleme yapmak hem tarihi olarak hem de Ebubekir Efendi’nin soy kökenlerine ait bir yanlış ifade olmayacağından en doğru yaklaşımın yukarıda izah ettiğimiz sebeplerden dolayı bu şekilde yapılmış olması hakikate uygun düşer. Osmanlı millet yapısı ve devlet geleneği de bunu gerektirir.[xlix]
Ebubekir Efendi’nin vefatɪndan yıllar sonra Cape Argus gazetesinin sayfalarında Ebubekir Efendi’yi ve hayatını tekrar Güney Afrika kamuoyuna tanıtmak isteyen gazeteci Jackie Loos’un bu konu hakkındaki araştırmaları, Ebubekir Efendi’nin çalışmalarının önemini kavrayamamış yazarlara verilen iyi bir cevap olsa gerektir. Jackie Loos Cape Argus gazetesinde yayınlanan makalelerinin birinde yazısını şu şekilde bitirmiştir:
Ebu Bekir Efendi’ye yerli halk tarafından bazı imamların etkisi sebebiyle haksızca bir düşmanlık beslenmiş olması anlaşılmaz bir durumdur. Bu hususta onun belki de cahil halka karşı olan bazı sabırsızca davranışları, damara göre şerbet vermemiş olması, Cape Town mahkemesine kadar uzayan aile içi meseleleri de halk içindeki imajını zedelemiş olabilir. Yalnız tüm bunlara rağmen Ebubekir Efendi’nin ilmi vukufiyeti ve geniş dünya görüşü sayesinde Cape Müslümanlarının dini hayatları ve eğitimlerinin kayda değer bir biçimde zenginleştiğini söylemek tarihi bir hakikattir.[l]
Cape Townlı tarihçi Ahmad Davids ise onun Afrikans diline katkılarından ötürü iyi olağanüstü bir dil bilimci olduğunu söylemekten kendini alamamıştır.[li] Ne yazık ki bazı yazarlar Ebubekir Efendi’nin ilim alemine yaptığı bu önemli katkıların ortaya koymak yerine etnik kimliğinden yola çıkarak hiçbir kıymeti olmayan mülahazalarla sadece bu İslâm alimini siyasete alet etmekle kalmamış, onun bıraktığı kültür mirasının da günümüze kadar görmezden gelinmesine neden olmuşlardır.
[i] Martin van Bruinessen, “The Kurds between Iran and Iraq”, Merip Middle East Report 141 (1986), 14-27; Vladimir F. Minorsky,“Khoshnaw”, The Encyclopaedia of Islam New Edition (Leiden: E. J. Brill. 1986), 465.
[ii] Hacı Bektaşi, Eyüp Sultan, hatta Anadolulu anlamında olan Rumi ‘Mevlana Celaleddin’ gibi birçok örnek mevcuttur. Bk. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlɪ Tarih Deyimleri ve Terimleri Sozlüğü, (İstanbul: Milli Egitim Basimevi, 1983), “Rumi” 3/161.
[iii] M. Zahir Ertekin – Bedrettin Başuğuy, “Ebûbekir Efendî Xwoşnav (1814-1880) ‘Alimekî Kurd li Efrîqaya Başûr”, E-Şarkiyat İlmi Araştırmaları Dergisi/Journal of Oriental Scientific Research JOSR (2019), 500-525.
[iv] Abu Bakr Effendi, A. Van Selms, “Abu Bakr se Uiteensetting van die godsdiens:” ‘n Arabies-Afrikaanse teks uit die jaar 1869, (Amsterdam: North-Holland publ. comp. 1979).
[v] Abu Bakr Effendi, A. Van Selms Abu Bakr se “Uiteensetting van die godsdiens”, XLVIII.
[vi]Achmad Davids, “Imams and Conflict Resolution Practices Among Cape Muslims in the Nineteenth Century”, Kronos 7/22 (1995), 54-72; Shamil Jeppie, “Leadership and Loyalties: The Imams of 19th Century Colonial Cape Town, South Africa”, Journal of Religion in Africa 26 (1996); Abdulkader Tayob, Islam in South Africa: Mosques, Imams, and Sermons (Gainesville Fla: University Press of Florida, 1996), 32; Robert C.-H. Shell, “Madrasahs and Moravians: Muslim Educational Institutions in the Cape Colony, 1792 to 1910”, New Contree 51 (2006), 101-113. Bu yazarlardan yakın zamanda kaybettiğimiz değerli tarihçi Prof. Robert Shell’i tenzih ederim zira kendisi vefat etmeden önce bu konuda hataya düştüğünü bizzat söylemiş, hatta bizi Osmanlɪca kaynaklar ɪşɪğɪnda Afrika tarihi çalɪşmalarɪ hususunda teşvik etmiştir.
[vii] Uçar, Güney Afrikaʼda Osmanlılar, 229; Argun, The Life and Contribution of the Osmanli Scholar, 6; Mustafa Efe, Afrika’yı Anlamak ve Afrika – Türkiye İlişkileri (Ankara: Murat Kitabevi, 2015), 154.
[viii] Bizim sosyal medyadan yaptığımız paylaşımlara atıf yaparak Ebubekir Efendi’yi Kürtçe lisanda bir makale ile Kürt yapan yazarlar da mevcuttur. İlmi ciddiyetten uzak bir çalɪşma için bk. Ertekin – Başuğuy, “Ebûbekir Efendî Xwoşnav (1814-1880): ‘Alimekî Kurd li Efrîqaya Başûr”, 525.
[ix] Bu tür asılssız iddialar ne yazɪk ki bazɪ partiler tarafɪndan politika malzemesi olarak da kullanılmış ve hatta bir propagandaya dahi dönüştürülmüştür. Bk. Timetürk, “Leyla Zana Güney Afrika’da” (Erişim 25 Haziran 2020).
[x] Yazar Bruinessen bu konuya hakim olmadığı için Ebubekir Efendi’nin oğlu Ömer Celaleddin Efendi’yi Osman Efendi diye kaydetmiştir Bk. Bruinessen, “A Nineteenth-century Ottoman Kurdish Scholar in South Africa: Abu Bakr Efendi”, 1.
[xi] Brandel-Syrier (ed.), The Religious duties of Islam as taught and explained by Abu Bakr Effendi, XLVIII.
[xii] Bruinessen, “A nineteenth-century Ottoman Kurdish scholar in South Africa”, 2.
[xiii] Aynı tenakuza düştüğü halde yazar Uçar dahi bu konuda Van Bruinessen’in bahsettiği Emir Süleyman’ın İbn Kulli Süleyman Bey’den farklı bir şahsiyet olduğunu kaydeder. Bkz. Uçar, Unutulmayan Miras, 133.
[xiv] Bruinessen, “A nineteenth-century Ottoman Kurdish scholar in South Africa: Abu Bakr Efendi”, 3.
[xv] Bruinessen, “A nineteenth-century Ottoman Kurdish scholar in South Africa: Abu Bakr Efendi”, 3.
[xvi] Bruinessen, “A nineteenth-century Ottoman Kurdish scholar in South Africa: Abu Bakr Efendi”, 4.
[xvii] Ahmet Kavas, Osmanlı-Afrika ilişkileri (İstanbul: Tasam Yayınları, 2006), 18.
[xviii] Davids, The Mosques of Bo-Kaap, 225.
[xix] Cape Town National Archives. Illiquid Cases, CSC 1873, Cape Supreme Court.
[xx] Achmat Davids vd., The Afrikaans of the Cape Muslims: from 1815 to 1915 (Pretoria: Protea. 2011), 120.
[xxi] Uçar, Unutulmayan Miras, 96.
[xxii] Miskat’ul Mathabit, hiçbir mezheple alakası olmayan meşhur bir hadis kitabıdır. Davids, The Mosques of Bo-Kaap, 50.
[xxiii] Martin van Bruinessen, Agha, shaikh and state: the social and political structures of Kurdistan, (London: Zed Books. 1996), 76.
[xxiv] Bruinessen, “A nineteenth-century Ottoman Kurdish scholar in South Africa: Abu Bakr Efendi”, 5.
[xxv] Halim Gençoğlu, Ottoman Traces in Southern Afrika the Impact of Eminent Turkish Emissaries (İstanbul: Libra: 2017), 56.
[xxvi] CDA. C.EV. 660/33295. Hicri, 1165.
[xxvii] Ebubekir Efendi’nin Cape Town’da yaşayan torunu Șükrü Efendi dedelerinin Hoşnav köyünde yaşayan Türkmenlerden (Türkmen) olduğunu iddia eder. Bk. Şükrü Effendi, Armageddon on the O’clock (Cape Town; Basılmamış Aile Tarihi, 1999), 16.
[xxviii] Gençoğlu, Ottoman Traces in Southern Afrika the Impact of Eminent Turkish Emissaries, 117.
[xxix] CDA. A) M. 9/48, Hoşnav isyanı. Hicri. 1268
[xxx] CDA. MV. 54/40. Ahmediye Medresesi Gez Karyesi, Hicri, 1307
[xxxi] CDA. A MKT. 219/83 Ceddi Emcedi, Hicri. 1265.
[xxxii] Effendi, Armageddon, 75.
[xxxiii] Cape Argus, “Achmat Saddık versus Abdulrakeb” (28 Ağustos 1873), 3.
[xxxiv] Davids, “Imams and Conflict Resolution Practices Among Cape Muslims in the Nineteenth Century”, 54-72.
[xxxv] Metnin orjinali; ‘I am an Effendi, which means lord. I studied in Baghdad, where they are all pure Shafee’ bk. Cape Argus, “Abu Bakr Effendi” (28 Ağustos 1873), 7.
[xxxvi] CDA, HR.TO. No :62 /105.
[xxxvii] Ebu Hanefi’nin kendisinin kaleme aldığı eserlerde kabuklu deniz ürünleri ile alakalɪ haram değil mekruh yani dinen sakıncalı olduğu yazılıdır. Bu hususta detaylı açıklama için bk. Ferhat Koca, “Mekruh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (Ankara: TDV Yayınları, 2006), 4/26-27.
[xxxviii] Şimdiye kadar Ebubekir Efendi’nin bu eseri Beyanu’d-Din ve içindeki mühim bazı içtihatlarla ilgili ciddi hiçbir dini çalışmamın yapılmamış olması da ilim adamlarımızın bu konulara karşı ilgisizliğine delalet eder. Abu Bakr Effendi, Demonstration of Religious Practice of Islam Bayanu’d-Din (Leiden: Brill, 1982), 138.
[xxxix] Cape Townlı tarihçi Achmat Davids, Ebubekir Efendi hakkındaki bu haksızlıklara, “yazık keşke bu tür önyargılı davranışlar hiç olmasaydı” şeklinde yorum yapmıştır. Ve bu vesileyle Achmat Davids her ne kadar zaman zaman kendisi de çalışmalarında yanılgılara düşmüş olsa da bir Güney Afrikalı Müslüman olarak Ebubekir Efendi’ye yapılan bu haksızlıktan dolayı üzüntüsünü dile getirmistir. “Alas! this was not to be, for such is the prejudice and the fanaticism of man”. Achmat Davids, “Abubakr Effendi: His Creation of the Afrikaans Letter e in Arabic Script”, South African Journal of Linguistics 9/1 (1991), 1-18.
[xl] Gençoğlu, Güney Afrika’da Osmanlı İzleri, 118.
[xli] Gençoğlu, Güney Afrika’da Osmanlı İzleri, 65.
[xlii] Bruinessen mezkur makalesinde bizzat, “Abu Bakr’s precise origins may always remain obscure” diyerek kendisiyle tenakuza düşmüştür. Bruinessen, “A nineteenth-century”, 6.
[xliii] Minorsky,“Hosnaw”, 4/.
[xliv] Arapça kayıtta Ebu Nasr el-Emir Süleyman diye geçmektedir. Ek II’deki Arapça kayda bakınız.
[xlv] Yazar Uçar hiçbir kaynağa dayanmadan Ebubekir Efendi için “Ebubekir Efendi’nin ailesi de birçok Kürt ailesi gibi kendi soyunu Araplara (Hz. Peygamberimize) bağlama geleneğini sürdürmüş” şeklinde iddiada bulunmuş ve düştüğü tenakuzdan ziyade basmakalıp bir yanlışın oluşmasına salık vermiştir. Bk. Uçar, Unutulan Miras, 129.
[xlvi] Ebubekir Efendi’nin ölümüyle ilgili son resmi belge, Cape Town Osmanlı Konsolosluğu’ndan Londra’daki Türk Sefaretine iletilmişti. Musurus Paşa Ebubekir Efendi’nin ölümünü İstanbul’a bildirdiği mektubunun sonunda “Osmanlı Devleti’nin cömertlik gösterip Ümit Burnu’na gönderdiği Ebubekir Efendi pek başarı gösteremedi, zaten o kadar uzaklarda İngiliz sömürgesine hoca yollamak çok gereksiz ve masraflıdır” demişti. Bu taraflı ifadelerinden anlaşıldığına göre Londra Sefiri Musurus Paşa, Afrika’ya Türk damgasını vuran Ebubekir Efendi’nin misyonunu anlayamamɪş olduğunu söylemek mümkündür. CDA. HR. SFR. 3/274. 19.1, 1880.
[xlvii] Halim Gençoğlu, “Güney Afrika Milli Arşivlerinin Osmanlı Tarih Yazıcılığı Açısından Önemi”, Belleten 83 (2019), 933-956.
[xlviii] Argun, The Life and Contribution of the Osmanli Scholar, 5. Ebubekir Efendi ile alakalı benzer hatalardan birisi de onun tek kızı olan Fehime Hanım’ın Ebubekir Efendi’nin hangi eşinden olduğuna dair iddialardır. Tarihi açıdan çok önemli bir mesele olmasa da onun hakkında böyle basit konularda dahi ciddi hatalar yapılmasının sebebi, araştırmaya dayalı değil tahminlere dayalı yayınlar yapılarak işin kolayına kaçılmasından ileri gelmektedir. Mesela yazar Uçar bir kaynağa dayanmadan Fehime Hanım’ın Ebubekir Efendi’nin Erzurum’daki eşi Zehra’dan olduğunu iddia etmiştir. Halbuki Fehime Hanım 1880 yılında Güney Afrika’dan Türk pasaportu için Osmanlı Hükümetine başvuruda bulunmuştu. Öte yandan Ebubekir Efendi’nin Cape Town’daki ölüm kaydında Fehime Hanım’ın ismi, ‘Abdulrezzak ile evlendi, Türkiye’ye yerleşti’ şeklinde bir açıklama ile yer almaktadır. Yazar Uçar’a bu konuda bilgi veren Ebubekir Efendi’nin torunu Hişam Nimetullah Efendi, Fehime Hanım’ın Ebubekir Efendi’nin son eşi Tahora Hanım’dan olduğunu söylemiştir. Buna rağmen Uçar kitabında bu bilginin doğru olmadığını iddia ederek ikinci kez bir tenakuza düşmüştür. Uçar, Unutulan Miras, 241. Halbuki Cape Town Milli Arşivi’ndeki belgelerde Fehime Hanɪm’ɪn evlenip Türkiye’ye taşɪndɪğɪ kaydɪ vardɪr. Bkz. Mooc; 6/9/175 316 Effendi Abou Beker Death Notice 1880.
[xlix] İsmail Hakkı Uzuncarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teskilatı (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988), 162; Murat Sarıcık, Osmanlɪ İmparatorluğunda Nakibul Esraflɪk (Ankara, TTK, 2003), 18-20.
[l]Cape Argus, Jackie Loos, “Theologian enriched Islam”, (24 Ağustos 2005), 12.
[li] Davids, Dangor, Pages from Cape Muslim History, 178.