eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
14°C
Ankara
14°C
Açık
Cumartesi Az Bulutlu
14°C
Pazar Çok Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Açık
15°C

Leyla YILDIZ

Erzurum'da doğdu; ilk ve ortaokulu Erzurum’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Çeşitli liselerde Edebiyat öğretmenliği yaptı. Sakarya Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesinde, Edebiyat ve Osmanlı Türkçesi derslerine girmektedir. Üniversite yıllarında Erzurum yöresine ait efsaneler, maniler, atasözleri ve deyimler üzerine derleme çalışmaları yaptı. Bitirme tezini “Lügat-ı Naci” ve “Kamus-i Türkî”de geçen Arapça sözcüklerin çoğul kullanımları üzerine hazırladı. Yerel ve ulusal düzeyde dergi ve gazetecilik çalışmaları yaptı. Değirmen Dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. Değirmen Dergisi Risale Haber, Edebi Kültür Dergisi’nde edebî-felsefî yazılar yazdı. Farklı türde kitaplar ve filmler üzerine eleştiriler kaleme aldı. 2020 yılında İhtilâlden İkbâle Var Olmanın Retoriği adlı iki ciltlik biyografi kitabı yayımlandı. Dünya Bizim, Edebiyat Dünyamız, Tyb.org, Edebistan, Şehir ve Kültür Dergisi, Türkiye Postası Gazetesi gibi çeşitli yerlerde yazıları yayınlanmaya devam etmektedir. TYB Sakarya yönetim kurulu üyesidir. Evli ve üç çocuk annesidir.

    D. Mehmet Doğan: “Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri”

    gömenler beni

    gövdemi gömerler

    ben başka yerdeyim

    asaf hâlet çelebi

    Kederli kalpler, bilebilselerdi, gül serperdi yüzüne ölümün. Çünkü ölen bir kuru bedendi, “ben başka yerdeyim.”

    Karacaoğlan hani diyor ya! “Bir ah çeksem yüce dağlar delinir.” İşte iki yüz yıldır Türkiye’yi buhrana, boşluğa, mânâsızlığa, keşmekeşliğe sürükleyen; çarpık değişim sürecine iten emperyalist çetelerin ve global ağa babaların asıl yüzünü gösteren, setleri yıkan, okurda zihinsel dönüşüm yaptıran, ezber bozan yazılardayım ben.

    “Batılı sömürgeciler, devletimize güç veren ne kadar müessese varsa hepsini yok etmeye azimliydi. İktisadımız, kültür ve eğitim kurumlarımız yıkılmış, yerine emperyalistlerin çıkarlarına hizmet eden müesseseler kurulmaya başlanmıştı. Batılı emperyalistler bu yöndeki açık ve gizli çabalarına yüzyıllar boyu devam ettiler.”

    “ben başka yerdeyim.”

    Kültür hazînelerimizin, alnı açık dilimizin, ulvî inancımızın, kök değerlerimizin hazîn tasfiyesini, dehşet verici katliâmını ve mankurtlaşan zihinleri gün yüzüne çıkaran, aynıyla vâki eserim “Yüzyılın Soykırımı”ndayım.

    “ben başka yerdeyim.”

    Yakın tarihe baş kaldıran, her türlü teknoloji ile donatılmış Batı’nın kültürel saldırganlığına karşı koyan, dönemin gençliğini sivil itaatsizliğe teşvik eden, söylenmesi elzem olanı dosdoğru söyleyen kitabım “Batılılaşma İhâneti”ndeyim. Evet, Cemil Meriç’in “İthamnâme” dediği eserimde… Niçin ama niçin?

    “benim bu sası karanlığa zorla, zorlayarak

    tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun borcu.”

    Tavus kuşunun zümrüt yeşili, menekşe mavili rengârenk kuyruğunu andıran Türk kültürünü, küresel dünyada kıymetli bir taş gibi koruyacak; kendi medeniyet kıymetleriyle var olacak, öz benliğinin rıhtımında sebat edecek, Allah’a inanmayan bir çağın ölü bir çağ olduğunu, Allah’a inanmanın ise bir müjde olduğunu nefes nefese haykıracak; “ümmetçe yeniden doğuş” ülküsüne sarılacak bir diriliş erine ihtiyaç vardı. Bendeniz bu yüce vazîfeye, bu kutlu yola talip oldum. “Ömrü oldukça yürür her yolcu”. Bu yüzden Sezai Bey’le direniş ve diriliş menzilinde can vermeyi yeğledim.

    Ben neredeyim?  Aynı asırda Mehmed Âkif’le başlayan, Necip Fâzıl ve Nureddin Topçu ile süren, Sezai Karakoç’la tazelenen kutlu bir mevkideyim. Döndüm yüzümü onlara, ayçiçeği gibi. Yönümü düşüncelerine…

    Fikret’in gözbebeği, pozitivist, akılcı amentüye îmân eden Halûk’un neslinin aksine; “dilinin, dininin, ilminin, kalbinin dâvâcısı bir gençlik” ideali olan Büyük Doğu neslindeyim. Ve Diriliş neslinin ve Âsım’ın neslinin ve Hareket neslinin amentüsünde… “Bir ulu dergâhtır sürelim demi” dercesine…

    “Şaşkınların idrâk edemediği şudur: Ancak ezelî olan ebedî olabilir; ancak kökü sağlam olan ağaç yeni filiz verebilir.”

    “ben başka yerdeyim.”

    Topçu’nun hareket felsefesindeyim. Hareket zarûrettir. Bir insan hareketsizse ölüdür. Varlık ile hareket, hareket ile varlık birbirine te’sîr eder. “Yarınki Türkiye’nin kurucuları istirâhatı terk edip varoluşumuzun temelinde saklı olanı harekete geçirendir.” Izdırap çekmek, harekete yönelmektir. Önce ıstırabını duydum kalbimin üstündeki kül renkli kurşunun, sonra hareket ettim halka doğru.

    “Halkımız artık mukavemetinde yalnız kalmadığını, bir aydınlar kitlesinin kendi dâvasının bayrağını taşımaya hazır olduğunu sevinçle hissediyor. Meselelere târihimiz açısından bakan bu aydınlar yarınki Türkiye’nin habercisi olmanın mesûliyet duygusu içindedir.”

    Hareket ile tefekkür arasında helezonik döngü vardır. Tefekkürden hareket doğarken bir yandan da hareket, tefekkür doğurur. Kişinin cevheridir hareket. Eylemlerinde gizlidir insan. Yapıp ettiklerinde…  “Ey sâlik!” … “Yol odur ki Hakk’a vara.” Evet, Allah için değil midir eylemlerimiz?

     “Bizim hareketimiz mesûliyet hareketidir. Dâvâmız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk’a uydurmaktır.”

    Hareket, irâde ve isyân. Topçu’nun mîras bıraktığı üç şeydir.  “Hareketin bulunmadığı yerde Allah yoktur, o nerede görünürse Allah oradadır.” İrâde ise insanı Hakk’a yükseltmek isteyen mistik bir kuvvettir.

     İsyân mı? İsyân insanı Allah’a götürecek yolları tıkayan her şeye başkaldırı! 

    “Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri

    çünkü kavganın göbeğidir benim yerim”

    Bir garip çakır pençeyim. Sahalarda, sahnelerde, paneller, şiir şölenlerinde, konferans, çalıştay, şûrâlarda ve her biri adeta manifesto addedilen açılış konuşmalarımda hatta Twitter’da bizi bizden koparan her şeye isyan ettim. “Evet isyan!” “Çünkü isyan, Allah’ın bizdeki hareketidir.”

    “İnkılâp târihi! Bu ders ‘Olmasaydı olmazdık!’ dersidir. Bütün derslerin temelinde o vardır.”

    ”ben başka yerdeyim.”

    Âh ben! Neredeyim? Merhum Âkif’in ayak izlerindeyim. Âkif önce inanır sonra düşünürdü. Nasıl da çarpardı kalbi memleket için. Edebiyatı tebliğ için, telkin için, toplumu iyiye götürmek için bir araç saymamış mıydı? Düşünceyi şiirleştirip şiiri destanlaştırmıştı. Fakat;

    “1923’ten sonra sistem Mehmet Âkif’i tehdit olarak algılayıp hayatın dışına atmaya çalıştı.”

    “ben başka yerdeyim.”

    Yazarlarla el ele verip kültürümüze katkı sağlamak için 1978’de Necmettin Turinay, Beşir Ayvazoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Yahya Akengin ve Erdem Bayazıt gibi dost sîmâlarla hem fikir hem de gönül coğrafyamızda omuz omuza kurduğum, önce genel başkanlığını sonra şeref başkanlığını yürüttüğüm, aktif çalışmalarıyla adeta bir akademiye dönüşen Türkiye Yazarlar Birliğinin gerçekleştirdiği sa’y ü himmetindeyim.

    “ben başka yerdeyim.”

    “Dil varlığın evidir.” Çünkü kelimelerden örülmüş bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü insan diliyle var olabiliyor. Ve dil kültürün aracıdır. Dili yozlaşanların tarihi de kültürü de yozlaşır. Dil soykırımı mevzû bâhis olunca kalemim mızrak gibi işler. Bunun içindir ki ara ara mürekkep yerine kan damlar kalemimden. Her yıl düşünce, edebiyat, sanat dallarında TYB’nin takdim ettiği ve benim ön ayak olduğum “Dil Ödülü”ndeyim.

    “Bizim birçok hocamız, aydınımız dili ciddiye almaz. Dili ciddiye almayanların dil tarafından ciddiye alınmayacağını düşünüyorum. Kısa vâdede, yani eserleriyle şöhret kazansa da uzun vâdede bu dil meselesinin onların önüne bir engel olarak çıkacağını düşünüyorum.”

    “ben başka yerdeyim.”

    Fransız filozofu Derrida gibi  “dil devrimine îtiraz edenlerdenim.” Harf inkılâbı “harf darbesi” değil midir yahut “harf katliamı”? “Türkçenin zengin dil varlığının korunmasının bizim için hayatî olduğunu söyleyenlerdenim.” Evet, devlet eliyle Latince ve İngilizce kelimelerle konuşmaya gidilmesine… Vaktiyle Türkçenin özleştirilmesine…  Günlük hayatta kullanılan kelimelerin yerini uydurukça sözcüklerin almasına verdiğim tepkilerdeyim. Ve yazarların bu uydurma kelimelerle, sentetik dille şiir, deneme, hikâye, roman, inşâ etmesine gösterdiğim aksü’l-amelde.

    “Öz Türkçe ile yazılmış, arı dille yazılmış şaheser yok. Şiirde de yok, hikâyede de yok romanda da yok, fikirde de yok. Bunu iddia ediyorum.”

    Kültür ve Turizm Bakanlığının 2017 senesinde şahsıma takdim ettiği, yarama tuz basan “Yazın Ödülü”nü sahnede geri çevirip kabul ettiğim “Edebiyat Ödülü”ndeyim ben.

    ‘Kültür Bakanlığı’nın verdiği Edebiyat ödülünü kabul ediyorum, Yazın’ ödülünü reddediyorum.”

    “ben başka yerdeyim.”

    Türk Dil Kurumunun kitaplarındaki saymakla bitmeyen dil yanlışlarını, ileri derece Türkçe kusurlarını mercek altına alan ve aziz dilimizi yanlış kullanan kişiler gibi kurumları da tenkit ettiğim köşe yazılarındayım ben.

     “Dil Kurumu’nda Türkçe Bilen Var mı?” Yok! “Dil Kurumu’nda Türkçe Bilen Kalmamış” … Evet kalmamış! TDK’nin 1945’te yayınladığı sözlük, dilimizin nasıl bir soykırıma tâbi tutulduğunun açık delili değil midir?

    “1930’larda (…) Dünya buhranı halkın ekmeğiyle oynar ve küçültürken, Türkiye’nin yöneticileri ise halkın dili ile oynuyorlardı! İşe Dil Kurumu o zaman kuruldu. Zengin dil varlığımızı on yıl içinde tahrip etti ve belgesi olarak da ilk Türkçe Sözlük’ü yayınladı. (…) 1890’da Redhouse Efendi’nin Türkçe-İngilizce sözlüğünde madde başı olarak doksan bin kelime varken, Dil Kurumu’nun elli beş sene sonra yayınladığı sözlükte on beş bin kelime bile yoktu! Üstelik bu kelimelerin yarısı uydurma idi.”

    Kader gayrete âşıkmış meğer. Tam üç yıl boyunca çok az uyudum. Her gün on sekiz saat çalışmanın çilesini çektim. Nihayet hayâlini kurduğum, bir kültür dirilişini müjdeleyen sözlüğü hazırlamaya muvaffak oldum. Sözlüklerden aforoz edilen kelimelerle yepyeni bir lugât oluşturdum. Tüm müşkülâta rağmen sözlüğüm 1981 yılında basılabildi.

    “Ben kendi yüzyılımda yaşamış Yahya Kemal’i anlayamıyorsam, Mehmet Âkif’i anlayamıyorsam, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anlayamıyorsam, Sait Faik’i, Refik Halit Karay’ı anlayamıyorsam, Tarık Buğra’yı okuduğumda kelimelerini bilemiyorsam ve bunları sözlüklerde bulamıyorsam bu utanılacak bir şeydir. Ben buna îtirazımı bir sözlükle ortaya koydum.”

    Gözümün çiğ damlası ışığını… Tek sermayem vaktimi… Günden güne ziyâdeleşen titizliğimi… Dut yaprağını atlasa, helvayı koruğa çeviren sabrımı… Bir nefeslik sıhhatimi bu sözlüğe gömdüm. Millî düşüncenin yapıtaşı binlerce Türkçe kelimeyi pösteki sayar gibi derleyip toparlayıp kültür dünyamıza miras bıraktım.

    “Bizim hakikatle temasımız kelimeler üzerindendir. Eğer kelimeler üzerinde oynanırsa bu hakikatle temasımız da sıkıntıya uğrar.”

    Evet… İki yüz binin üstünde baskı yapan “Doğan Büyük Türkçe Sözlük”teyim ben. Söylenmesi elzem olanı ne eksik ne fazla söylediğim ve lüzumsuz olanı ayıkladığım sözlüğümde…  Âh! İşte ben bu hazînenin her bir harfinde, her bir kelimesinde, her bir tezenesi ve telindeyim.

    “Sözlük tarifi yapmak dünyanın en zor işlerinden biri. Çünkü o kelimeyi, daha önce başka birileri tarif etmiş. Sizin yeni, orijinal ve doğru bir tarif yapmanız gerekiyor.”

    “ben başka yerdeyim.”

    1992 senesinde yola çıkmış, Bursa, Konya, Almatı, Aşgabad, Strazburg’da, Girne ve Akmescit’te, Yahya Kemal’in doğduğu Üsküp’te, binlerce yıllık dil ve şiir yükümüzü taşımış muhabbet kervanı olan Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenindeyim; “yedi iklim dört bucaktan şâirlerin, şiir dostlarının” teşrif ettiği şölende.

    İnsan düştüğü yerden kalkar, kalkar ama bu kalkış ancak dil birliğiyle olur.

    “Orhun’da taşlar dilimizi konuşmasaydı, Bilge Kağan “Türk budunu ertin ökün!” (düşün, titre, pişman ol) demeseydi, Kutadgu Bilig bize mutluluk telkin etmeseydi, Mahmud doğduğu Kaşgar’dan binlerce kilometre ötede, büyük bir medeniyet merkezinde, Bağdat’da Divanu Lügatit-Türk’ü yazmasaydı… Dedem Korkud soy soylamasa, boy boylamasa idi… Yesevî’nin, Nevâî’nin, Fuzûlî’nin, Bâkî’nin, Mahtumkulu’nun, Abay’ın, Tukay’ın dili olur muydu?

    Manas binlerce on binlerce mısra ile insanlık mâcerâmızı anlatabilir miydi, İsmail Gaspıralı “dilde, fikirde, işde birlik” der miydi? Cengiz Aytmatov “Bir asırlık bir gün”ü yazabilir miydi?”

    Ve ben terk eyledim bu diyârı işte. Varsın özünde ne varsa, herkes onu dolasın diline. Varsın klavyeşörler çalakalem tarîz etsin. Ben sustum, eserlerim konuşsun, ebediyen. Benim yerime varsın Niyâzî-i Mısrî vursun sözün teline:

    Halk içre bir âyineyim

    Herkes bakar bir ân görür

    Her ne görür kendi yüzün

    Ger yahşi ger yaman görür.

                                  Leyla Yıldız

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Ahmet Tek dedi ki:

      Emeğinize, yüreğinize sağlık hocam. Bir özgeçmiş okudum. Rahmetli Mehmet Doğan’ın ardından yazılan yazıların en dolgunu, en verimlisi ve köşe bucakta kalanların toparlanıp önümüze serilmesi desem, yine eksik kalacak. Bir ömür, irtibatlı olduğu düşünce ve isimlerle ne güzel bağdaştırılarak anlatılmış. Tebrik ederim. Rahmetlinin ruhu şad olsun. Mekanı cennet olsun.

    2. Bilal Doğrucu dedi ki:

      İz bırakan insanlar, iz bırakan yazılarla anılması anlamlı olmuş kuşkusuz. Mehmet Doğan Türk düşünce dünyasına katkı anlamında çok şey kattı. Onu tanıyanların buna bigane kalmaması çok güzel. Yazar güçlü ve kendine özgü üslubu ile yine yerinde ve anlamlı bir kalem yazıya almış. Tebrik ediyorum.

    3. Elif YILDIZ dedi ki:

      Değerli kalem ne güzel anlatmışsınız dili, birliği,dirliği… Mehmet Doğan’ı bir de böyle okumak kaleminize sağlık.