BAGIRARAK UYANDIM
“Başsavcı vekili katları geziyor aman dikkat edin” diyerek koşuyordu memurun biri. Çok geçmeden baş savcı vekili içeri girdi, eli hala kapının dışındaydı.
“Yasak” diyordu “yasak bu binanın merdiveni de binaya aittir.” Yakasından tutup yangın merdivenlerinden içeriye aldığı adamı itekleyerek attı önümüze.
Adam sendeledi önce danışman kabinine sonra güvenliğe çarptı, durdu.
Yanağının biri kıpkırmızı olmuştu. “Tutanağını yazın şunun, kabahatler büroya da söyleyin bu tutanaklar onama için iki saat sonra masamda olacak. 129 lira ceza ödeyin bakalım, bir daha içebiliyor musunuz?” Tokatladığı adamdan daha kırmızıydı suratı.
Koridorda çıt çıkmıyordu. Savaş beyin soluk alışları, danışman kızın su içerken yutkunması yankılanıyor.
Kızın gözlerine baktım bardağı dudağından çekti, korkmuştu. İki boş bardağın birbirine çarparken çıkardığı ses odadaki sessizliği dağıtmıştı. Aslında burası koca adliye binasının, baştan başa beş dakikada gezemeyeceğiniz koridoru ama, sanki Savaş beyle göz göze gelince danışman kızdan hemen sonra bardağı dudağından aldığı anda, koridor daralıp ufaldı Savaş beyin odasının girişindeki antreye dönüştü.
Korkunun kokusunu alıyorum kendi nefesimde.
Gördüğüm kâbusun etkisiyle bağırarak uyandım. Gemi dalgalarla boğuşuyor, ben bir kadını kovalıyordum. “Sevgi” diyordum Sevgi kadının adı buydu. Denizin içinde oluşan girdap sudan çok bir sise benziyordu. Onu düştüğü anda yakalıyordum boynundan, siyah bir duman olup kayboluyordu avuçlarımda.
Kendi bağırma sesimle uyandım. Neden bilmiyorum ama beni bir duyan olmuşsa diye utandığımı hissettim. Geç kaldım diye korkuyla telefona sarıldım. Kalkma saatim daha gelmemişti doğrulup yatağa oturdum, zihnimde bir yavaşlama vardı, neydi bu, bir şey eksik, bir şey fazla ama ne?
Doğru ya bugün izinliydim ben, devrildim, yatağa attım kendimi. Yok izinli de değildim çok zaman olmuştu işi bırakalı. Sürekli devam eden kabuslar, aklımdan çıkmayan suçlar, polislerin elinden alıp öldürme hayalleri kurduğum suçlular, adalet dağıtılan bir yerde suçları görmemek, duymamak beni çok yormuştu.
Tek bir celladın baltası sallanıyor ucuz suçlar üzerine. Annesi sevgilisine öldürttü çocuğunu. Bekledim, molaya çıkmadım, yemek yemedim, çay içmedim, ayak üstü kapı önünde birkaç sigara içtim, bekledim. Ona da bir çocuğun annesi deniyorsa neye benziyordu. Başka bir şeye benzemeliydi, bana değil, anneme değil, hatta hiçbir kadına değil. Bu yüzden başka bir kapıdan çıkardılar onu. Hırsımdan yere tükürdüğüm için utandım.
Telefon hala elimde. Yaktığı kedinin üzerine işeyen çocuğun kulağından tuttu.
Evet bu kesinlikle oydu Savaş Bey, nerede yanlış bir şey olsa o orada, mantar gibi biter derler ya o cins. Yatağın üzerine attım telefonu, unut şu adamı dedim kendime. Unut ve git balkonda bir sigara yak.
Hırkamı giyip balkona çıktım, rüzgâr uykumu açabilirdi. Babam sırtını güneşe vermiş, sobanın içinde çıtırdayan odunların sesiyle ısınıyordu. Başka nasıl durulurdu fanilayla rüzgârlı balkonda.
Annem seslendi cevap vermedi. Annem bu kez bana seslendi babamla göz göze geldik hırkasını omuzlarına örterken.
Elindeki çay bardağını masaya bıraktı. Annem “duymuyorsunuz öylemi” diye bağırdı ve müziğin sesini açtı. Mutfağa gittim radyoyu kıstım. İki eliyle göz kapaklarını çekiştiriyordu iyice yanıma sokuldu. “Gözümde bir şey var batıyor.” Gözlerinde toprak vardı, mavi gözlerinde.
Çemberinin ucuyla gözünü silerken fark ettim, yara büyüyordu. İyi geçinmeye çalışıyordu sol kaşının üstündeki yarayla, fakat bu iyileşmesine yetmiyordu.
Üst üste koyduğu kâğıt yığınına iç geçirerek baktı. Ne diyeceğimi tahmin etmişti, “Bıktım doktor doktor gezmekten” dedi arkasını dönüp balkona çıkarken. Babam balkon korkuluklarından sarkıyor annem kendine çay dolduruyordu. Havada asılı kalan kuzgunla göz göze gelebilmek için biraz daha eğildi. Cevizler, bizden önce kuzgunların nasibi.
Neden eğilir ki o kadar vermez ağzındaki cevizi. Yükselecek ve yere bırakacak betona, kırılmazsa tekrar yükselecek ceviz ağzında. Kovalamak için ceviz atıyor ona babam, olmadı bir koçan mısır nasibini arttırıyor tekrar yükselecek. Kâğıtların arasında daha dün bir kalem vardı. Eğer yerini bulabilseydim güzel olacaktı.
Yazamadım ki. Kalemi bulabilseydim yazacaktım rüyamdan aklımda kalanları. İçi boş yelkenli kayıklar sallanarak tek sıra hâlinde taş köprünün altından geçiyordu. Zihnimde bir tek bu resim kalmıştı.
Güzel değildi, mutlu değildi, rüya bile değildi benim gördüğüm. Babam balkonda sigara içiyor, yoldan geçen adam sesleniyordu “hacı amca yasak yasak balkon da evin içi sayılır” herkes baş savcı vekili mübarek.
Hanife ÇAKIR