Yusuf DURSUN
Bu hâllere mi düşecektin yavrum? Böyle mi görecektim seni?
Henüz baharın kokusu çıkmamışken üstünden böyle mi düşecektin kara kışların ortasına?
Söyler misin can kuşum, böyle mi olacaktı bu işin sonu?
Oysaki her şey ne güzel başlamıştı. Doğduğun gün belki de dünyanın en mutlu insanları bizdik, babanla ben. Sen gelmiştin dünyamıza biricik kızım; canımıza can katmıştın varlığınla.
Hâlâ gözümdedir o bebek yüzün.
Hâlâ burnumdadır o cennet kokun.
Hâlâ kulaklarımdadır minicik dudaklarını büze büze ağlayışın. Söyle bana bir tanem, yoksa ta o zamandan bugünler için mi ağlıyordun?
Gül pembesi yüzünü kaplayan ilk gülüşün hele de o ilk kahkaha atışın… Farkında mıydın bilmem ama öyle güzeldin ve öyle masumdun ki alırdım seni kanatlarımın altına, sonsuza kadar öyle kalmak isterdim. Keşke hiç bırakmasaydım seni, keşke hep minik yavrum olarak kalsaydın. Olmuyor işte yavrum, olmuyor. Her doğan kişi, Allah’ın verdiği ömrü yaşamak zorunda. Bilmem ki sen, ta o zamandan sezmiş miydin kaderini?
İlk adım atışın, ilk kelimelerin hâlâ gitmez gözümün önünden. “Baba” demiştin ya önce, baban nasıl da gururlanmıştı. “Anne demeden önce baba dedi benim kızım.” demişti de başka bir şey dememişti.
Üç yaşına gelmeden abla oldun ya bir tanem, sanırım dünyanın en tatlı ablası sendin. Kardeşinin adını koyarken senin de fikrini aldık. Hatta bu konuda önceliği sana verdik diyebilirim.
Zaman, nasıl da çabuk geçiyordu. Bir baktık okula gidiyorsun, bir baktık sınıfının en iyisi olmuşsun, başarıların üst üste geliyor. Bir baktık, kardeşinin dersleriyle ilgileniyorsun. İstiyorsun ki o da senin gibi başarılı olsun ama o, erkek çocuk olmanın verdiği bir rahatlık içinde. Tatlı dilinle onu da hizaya getiriyorsun.
Ya hiç kimseye hayır diyemeyen gönlüne ne demeli? Ya, kimseyi kırmamak uğruna kendine verdiğin zararları nasıl anlatmalı? Ne yaptıysak nafile. “Herkese
bu kadar kolay inanma.” dedik ama dinletemedik sana bir türlü. Aslında haklıydın sen. İnsanlara güvenmek lazımdı. Ama öyle değildi güzel kızım, öyle değildi işte. Maalesef insanların bazısı, sadece kalıpta insandı; onlar, içlerindeki canavarı gizlemeyi başaran usta oyunculardı sadece.
Büyümüş, serpilmiş, güzel mi güzel bir genç kız olmuştun. Kızlı erkekli arkadaşların vardı etrafında. Birlikte çalışır, birlikte eğlenirdiniz. “Kızım, arkadaşlarına dikkat et.” diyecek olsam, “Onlarla biz kardeş gibiyiz.” der, sustururdun beni. Gerçekten kardeşin gibi olsalardı, başında kavak yelleri esmeye başladığında engel olurlardı sana. Yine uyaracak oldum seni, “Aman anne, senin o meşhur kavak yellerin onların başında da esiyor.” diyerek savunmuştun onları.
Ah, güzel kızım ah, dersleri geri plana atmasaydın, iyi bir üniversiteye gireceğinden kimsenin şüphesi yoktu. Olmadı. Olamazdı da. Bir yıl daha hazırlanır, açığımı kapatırım dedin bizlere. Tahsiline devam etmeye gerçekten inansaydın bu dediğini elbette yapardın. Meğer sen, başka bir şeye inanmışsın da haberimiz yokmuş.
Yaşın on sekizi geçti ya senin de tavırların değişti. O planlı, programlı çocuk gitti; duygularını aklının önüne geçiren biri geldi yerine. Yine de son kararını bize söyleseydin, engel olmazdık sana. O zamana kadar neyine engel olmuştuk ki senin? Şöyle telli duvaklı gelin olmak varken, kaçmak da neyin nesiydi?
Kaçtın, içimiz kan ağladı, yine tavır koymadık sana. Geldiniz, elimizi öptünüz, çaresiz kabullendik sizi. Ama Allah biliyor ya seçtiğin çocuğu gözüm hiç tutmamıştı. Çabuk sinirleniyordu bir kere. Suratından düşen bin parça oluyordu. İçinden konuşuyordu belli ki. Ya sana ne demeli? Benim güler yüzlü evladım, dünyanın derdini yüklenmiş biri olup çıkmıştı. Çoktan unutmuştun gülmeyi.
Seziyordum, hatta her hâlinden belliydi, eşinle anlaşamıyor yine de ona toz kondurmuyordun. O kadar âşıktın ona, o kadar sadık. Ama o ne yaptı? Görmezden geldi senin bu hâlini. İçindeki canavarın sesini dinledi sadece. Varsa yoksa kendisiydi. Ondan mükemmel insan bulunmazdı. Üstelik ne yapıyorsa sizin iyiliğiniz için yaptığını söylüyordu. Bilmiyordu ki onun iyilik dediği şeyler, sizi adım adım kör bir kuyunun ucuna getiriyordu.
İçinde bulunduğun vahim durumu bana anlatmaya karar verdiğine göre, işler gerçekten kötü gidiyor olmalıydı, hem de çok kötü.
Başını dizime koydun ve anlattın olan biteni. Gözyaşları içinde dinledim seni. Dinledikçe yüreğim yandı, yüreğim yandıkça kor ateşlere döndüm. Aman Allah’ım bu kadar kısa sürede ne acılar yaşamışsın da haberimiz olmamış.
Yine de acele karar verme kızım, dedim sana. Boşanmak son çare olmalı. Bütün çarelerin tükendiği zaman girmeli devreye, dedim. O, ağlamaktan kıpkızıl olmuş gözlerinle baktın yüzüme. Öyle masumdu ki bakışların, tıpkı bebekliğindeki gibiydi. O gözler sadece bakmıyor, âdeta yalvarıyordu. Ne olur kurtar beni anne diyordu, ne olur kurtar beni.
Babana söylemedik bu durumu. Zaten tansiyon hastası olan adamın, güm diye gideceğinden korktuk. İyi mi ettik bilmiyorum. Belli ki iyi etmemişiz. Belki üçümüz el ele verir bir hâl çaresi bulurduk. Olmadı işte, dilimiz varmadı babanı üzmeye.
Belki sakinleşirsin, belki bir çıkış yolu bulursun diye Gelin Kayası efsanesini anlattım sana. Hani, bozkırın ortasında, istemediği hâlde bir ağanın oğlu tarafından zorla kaçırılan gelinin efsanesi var ya onu anlattım işte sana. Tam da düğünün ortasındayken kaçırılan gelin bakmış ki kurtulmasına imkân yok, el açıp yalvarmış Allah’a: “Ey kimsesizlerin kimsesi Rabbim, beni ya kuş et, uçup kurtulayım bu zalimin elinden, ya da taş et!” Bu garipler garibi mazlum gelinin duası kabul olmuş ve kafile oracıkta taş kesilmiş! Ah, ne kadar isterdim o zalimin sana uzanan eli de taş kesilseydi!
Birkaç gün sonra kendi ellerimle yolladım seni o her gün bin defa öldüğün yere. Biraz daha sabret dedim, sonra ne istersen yaparsın. Bilseydim, ah bilebilseydim gönderir miydim seni?
Evet, biraz daha sabrettin ama hiçbir şey değişmedi. Geldin, tıpkı bebekliğindeki gibi kanatlarımın altına sığındın. Ah, ne zormuş seni böyle kucaklamak. Ah, ne zormuş hayatın bu yanıyla yüzleşmek.
Bu sefer baban da destek oldu sana. Soluğu mahkemede aldın. Birkaç celse sürdü mahkemeniz. Her seferinde can korkusunu iliklerinde hissetsen de dik durmaya çalıştın. Belli ki bu kadarını sen de beklemiyordun. Belli ki bir zamanlar delicesine âşık olduğun adamın, az da olsa insan yanı kaldığını sanıyordun. Belli ki mahkeme bizi boşar, o kendi yoluna gider, ben kendi yoluma giderim, diye düşünüyordun.
Tahmin ettiğin gibi mahkeme sizi boşadı. O kendi yoluna gitti, sen kendi yoluna.
Senin gittiğin yerin dönüşü yokmuş, umuruna bile gelmedi onun.
Ah yavrum,
Ah can kuşum,
Ah ciğerparem,
Böyle mi görecektim seni?
Böyle mi vuracaktım dizlerime?
Böyle mi olacaktı bu işin sonu?
20 Aralık 2021
Çekmeköy/İstanbul
Maalesef bazı acılar yaşanmadan öğrenilmiyor.