Hayat, her döneminde ayrı bir güzelliğe sahip. Yine de kimi insan çocukluk, kimi de gençlik dönemine toz kondurmaz. Eh, orta yaşlılık da kimilerinin vaz geçemediği bir dönem olurken yaşlılık öyle mi ya? Oysaki onun daha büyük bir ilgiye hatta hürmete layık olduğunu bilmeyen yoktur. Hâl böyleyken “ömrümüzün bu son demi, son baharıdır artık” diye adına şarkılar yapılan yaşlılığın, hak ettiği değeri bulduğunu söylemek güç.
Evet, çocukluk dönemi güzeldir. O masum, o tertemiz, o riyadan uzak geçirilen bu dönemi kim sevmez, kim özlemez ki? Bu güzelim günler hiç bitmesin deriz ama heyhat çabuk geçer bu dönem. Bir parmak bal çalınmıştır çocuğun ağzına. Onunla idare etmesi istenir zira daha çetrefilli bir dönem beklemektedir onu.
Göz açıp kapayıncaya kadar gençliğin kapısından giriliverir. Onunla birlikle yepyeni duygular çıkmıştır ortaya. Kavak yelleri, çoktan esmeye başlamıştır kafalarda. “Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan” şarkısı boşuna yapılmamıştır. Kim vardır bu duyguya kapılmayan? Ben varım diyene aşk olsun! Bu münasebetle biz de gençliği anlatan bir şiirimizde şöyle demiştik:
“Kaşınla, gözünle, billur sesinle
Dünyalar içinde bir tanesin sen.
Rayiha sunarsın gül nefesinle
Sensin yüreğinde rüzgârlar esen.”
Mesela Cahit Sıtkı Tarancı, bir şiirinde şöyle demiştir:
“İçimi titreten bir sestir her gün.
Saat her çalışında tekrar eder:
Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın?
Elin boş mu gireceksin geceye?”
Ve eklemiştir: “Gençlik böyledir işte…”
Benim gibi yüzme bilmeyenleri bir kenara bırakırsak durgun sulara herkesin girebileceğini söylemek, abartılı bir ifade olmasa gerek. Burada önemli olan dalgalı sularda yüzmenin hakkını vermek. Hayat dediğimiz şu koca deniz, ne zorlu dalgalar çıkarır gençlerin karşısına. Gencin nefesi kuvvetli, gücü yerindedir, kulaç atmayı da iyi bilir lakin bunlar yeter mi sağ salim kıyıya çıkmasına? Akıl lazımdır her şeyden önce; gencin, aklını kiraya vermemesi lazımdır. Nasıl olacak bu? Taşı sıksa suyunu çıkaracak bir güce sahip olan gencin, bu gücün nereden geldiğini anlamasıyla başlayacak her şey. Ve gerisi çorap söküğü gibi gelecek. “Ben kimim, nereden geldim nereye gidiyorum, içinde bulunduğum şu iki kapılı handa benim hiç mi sorumluluğum yok?” Bu ve buna benzer sorular yardımcı olacak gencin, ömür gemisinin dümenini sağlam tutmasına. Bu tür sorularla hemhâl olan genç, “Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak hiçbir şey bizim değildir.” diyen Necip Fazıl’ı anlamakta zorlanmayacaktır.
Malın mülkün bizim olmadığı gibi güç de kuvvet de güzellik de bizim değildir. Neyimiz varsa -özellikle de hayatın ilkbaharı sayılan gençliğimiz- emanettir bize. Emanete ihanet etmemek aslî görevimizdir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz ne güzel buyurmuş:
“İnsanoğluna şu beş şeyden hesap sorulmadıkça, onun ayakları kıyamet gününde Rabbinin huzurundan ayrılmayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nerede kazanıpnereye harcadığından, öğrendiği ilimle nasıl amel ettiğinden.”
Gençlik, bahara benzer dedik ya bunun nasıl bir bahar olduğunu söylemeden olmaz. Bu, öyle bir bahardır ki hiç bitmeyecek sanılır. Bu devran dönecek, bütün güzellikler bizim olacaktır. Yaşlılık, hele de ölüm mü dediniz? Ne lüzumu var bunları konuşmaya canım. Zamanı gelince nasıl olsa yaşanacaktır onlar. Öyledir de nasıl olacaktır bu? Bu sorunun cevabını Seneca’nın sözüyle verelim: “Gençliğinde bilgi ağacını dikmeyen, yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz.”
Bakın, Kemalettin Kamu ne diyor bu konuda:
“Sevgilim senin de geçer zamanın,
Ne şöhretin kalır ne hüsn-ü ânın,
Böyledir kanunu kahpe dünyanın,
Dört mevsim içinde bir bahar olur.”
Firdevsî ne demiş bu konuda, bir de onu dinleyelim:
“Gençlik bahara, ihtiyarlık ise kışa benzer Öyle bir kış ki, arkasından bahar gelmeyecek.”
Gelin, bir de musikiye kulak verelim:
Sözü ve müziği merhum Yıldırım Gürses’e ait olan Gençliğe Veda isimli şu şarkı, o dönemde müzikseverlerin gönlünde taht kurmuştu. (1965 yılında sahibine Altın Mikrofon ödülü kazandıran bu eserin müzikseverlerin gönlündeki yerini hâlâ koruduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.)
“Yine mevsimler dönecek,
Yine yapraklar düşecek,
Giden gençliğimiz
Geri gelmeyecek.”
Ah ne güzel olurdu giden gençliğimiz geri gelseydi. Ah ne güzel olurdu her kışın sonu bahar olsaydı. Öyle değil işte. Her şeyin bir ömrü olduğu gibi baharların da ömrü var. Koskoca dünyanın bile sonu gelecekken insanoğlunun baharı mı bitmeyecek?
Elbette dünyanın baharı bitecek fakat cennetin baharı sonsuza dek sürecek. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre cennetlikler, otuz üç yaşlarında cennete girecekler. Üstelik orada yaşlanma da olmayacak. Ey gençliğini arayan yaşlılar, ey içinde bulundukları nimetin farkında olmayan gençler, bu güzel sözler kime söylenmiştir sizce? Sana, bana, hepimize! Bazıları gençlik iksiri arar ya, lüzum yok buna. İşte iksir, elimizin altında.
Acaba nasıl bir gençlik bu iksiri yudumlamaya hak kazanacaktır? Bu soruya Necip Fazıl Kısakürek’in verdiği cevaplardan bir kısmı şöyle:
Zaman bendedir ve mekân bana emanettir, şuurunda bir gençlik…
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…
“Kim var!” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “Ben varım!” cevabını verici, her ferdi “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlakını pırıldatıcı bir gençlik…
Bizim gibi gençliğini çoktan geride bırakan nesiller, asla geri gelmeyecek o günleri anarak yaşar. Mesele, o günleri hayırla anmak. Geriye dönüp baktığımızda göğsümüzü kabartacak hatıralardan yoksunsak vay halimize. Yine de şöyle diyelim: Hiçbir şey için vakit geç değildir. Mademki nefes alıp veriyoruz Yüce Allah bizden ümidi kesmemiş demektir. O’na kulak verelim. Gençliğimizde yapamadığımız güzel işleri yapmak için gayret sarf edelim.
Son sözümüzü, gençlik aşkına, yine gençlere söyleyelim:
“Gel dostum, tez elden aklını kullan;
Bugünden yarının hesabını yap.
Bil ki yol gösterir sana anbean,
Kâinat isimli mükemmel kitap.”
Yusuf DURSUN