eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
21°C
Ankara
21°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
20°C
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Açık
23°C
Salı Parçalı Bulutlu
25°C

 Bir Hezarfen: Kazasker Mustafa İzzet Efendi

Esseyyid Mustafa İzzet Efendi, 19. Yüzyılın hattat, bestekâr, hanende,  neyzenlerinden ayrıca musahip, ser müezzin, kazasker, nakib’ül eşraf olan çok yönlü bir insandır. Kazaskerlik vazifesi gereği gün boyu birçok davaya bakıp vakıfları teftiş eden, tayinler yapan, aynı zamanda döneminin noteri olan ve şehrin asayişini temin eden bir görevde bulunup belki hapis cezaları verdikten sonra ruhunun yaralarını, anlatamadıklarını şaheser denilebilecek hatlarıyla, besteleriyle, neyiyle, güfte ve şiirleriyle dile getiren bir insandır. Aldığı dini eğitim, musiki eğitimi ve saray terbiyesiyle sanatını birleştirerek çağında izler bırakmış; hatları, besteleri, güfteleri günümüze kadar gelmiştir. Dönemin önemli bestekârları onun için “hace-i zaman” tabirini kullanırlar. Yetiştirdiği öğrencilerinin yaptığı eserler sanatkârlığının yanı sıra hocalığının da ne kadar büyük olduğunun delilidir.

Annesi, Mustafa İzzet Efendi’nin iyi yetişip ilim öğrenmesini her şeyin üstünde tutup babasız büyüttüğü yavrusunu hafız olması için Tosya’dan İstanbul’a uzak bir akrabanın yanına gönderdiğinde Sultan II. Mahmut’un saltanat yıllarıydı.  Bir cuma namazı sonrası Bahçekapı Camii’nde hocası Kömürcüzâde’ye ait olan “Aldım hayali perçemin ey mâh dideme” dizesiyle başlayan hüzzam na’t-ı şerifi latif bir ses ve eda ile okurken kader bu ya Padişah  da camideydi. Bu güzel sesli çocuğu görmek istemesiyle İzzet Efendi için ikbal kapıları açıldı. Sesine ve okuyuşundaki letafete hayranlık duyan Sultan, aynı zamanda iyi bir musikişinas olduğundan çocuğun sesinin güzel ama musiki bilgisinin yetersizliğini fark etmişti.  Enderun’a alınmasını irade buyurdu ancak hem mevzuat hem de yaşının küçük oluşu Enderun-ı Hümayun’a doğrudan alınmasına müsait değildi. Bu nedenle onun Silahtar Ahmet Paşazade Ali Bey’in dairesinde yetiştirilmesine karar verildi. Bu sırada İzzet Efendi on üç yaşındaydı. Burada birkaç yıl hat, ney ve musiki dersleri aldıktan sonra Enderun’a kabul edildi.

Sarayda dönemin önemli musikişinaslarıyla çalışma fırsatı buldu ve bunu çok iyi değerlendirdi. Yaşadıkları ve öğrendikleriyle sanatkârlığı daha derinleşmiş, Sultan II. Mahmut’un düzenlediği bütün fasıllara hem sesiyle hem neyiyle katılır olmuştu. İyi ney üflemesine rağmen sesinin güzelliği dolayısıyla hanendelikte öne çıkıyordu. Yıllar içinde neyde de kendini geliştirerek sarayda üstün bir neyzen olarak kendini gösterdi. Çalıştıkça içindeki sanat ırmağı coşuyor,  ruhunun akisleri ilahi bir nefes olarak neyden süzülen nağmelere dönüşüyordu.

Sarayda on yıl kadar kalan Mustafa İzzet Efendi, artık ruhunu özgür bırakarak kendini sanatına adamak istiyordu. Hassas bir insan olduğundan saraydaki kuralcı yaşam, protokole uymanın zorunluluğu sanatını istediği gibi ortaya çıkarmasını engelliyordu. Bu duygu ve düşüncelerinin sonucunda saraydan ayrılmak isteğini arkadaşlarına iletti fakat Sultan’ın ona olan teveccühünü bildiklerinden kimse bunu arz etmeye cesaret edemiyordu. Bir gün bütün cesaretini toplayarak kendisi Padişah’a saraydaki hizmetinden affedilip orduya geçme arzusunu bildirdi ancak bu isteği, sesini dinlemekten büyük haz duyan Padişah tarafından kabul edilmedi.

Bir akşam sohbeti esnasında saraydaki musikişinaslardan Suyolcu Salih Efendi, Hammamizâde İsmail Dede Efendi’den bahsederken “Rabbim gani gani rahmet eylesin, bize de Mekke-i Mükerreme’deki kabrini ziyaret nasip etsin.” dediğinde uzun süredir içinde bulunan Kabe’yi görme aşkı depreşti ve lisanı münasiple Sultan’ın hayır diyemeyeceği hac vazifesi için izin talebinde bulundu. Sultan Mahmut, istemeden de olsa onun arzusu üzerine henüz yirmi sekiz yaşında iken 100 kuruş maaşla saraydan çıkarılması fermanını imzaladı.

Hac dönüşü tekrar Enderun’a alınma korkusundan saray ve çevresine görünmeden kurallardan uzakta bir hayat yaşıyordu. 1832 Şubat’ının bir ramazan günü Mustafa İzzet Efendi, başında Nakşî tacı, sırtında Dıhlevî hırkasıyla bir Özbek dervişi kıyafetinde Beyazıt Camii müezzin mahfilinde hatim indiriyordu. Bu sırada birkaç arkadaşı ondan müezzinlik etmesini rica ettiler. Mustafa İzzet Efendi: “Padişahımız bu camiye sık geliyor, sesimi duyup beni tanıyabilir.” diyerek bu ricayı geri çevirdi ama arkadaşları Hünkârın gelmeyeceğine garanti vererek onu müezzinliğe ikna ettiler. Tam namaza başlanacakken kamet esnasında Sultan Mahmut camiye gelip namaza durmuştu. Mustafa İzzet Efendi, namaz sonuna kadar müezzinliğe devam etti. Padişah, onun Davudî sesini duyar duymaz tanımıştı. Emin olmak için yaverlerinden Aşkar Ali Paşa’yı müezzin mahfiline kadar gönderdi.

Ali Paşa “ Şevketlû efendimiz sual buyuruyorlar, kamet alan kimdir?”  diye sorunca Müezzinbaşı,  İzzet Efendiyi gösterdi. Ali Bey,  ramazan mahmurluğundan olsa gerek Özbek dervişi içindeki eski arkadaşını tanıyamamıştı. Sultanın yanına gelince müezzinlik edenin bir Özbek dervişi olduğunu haber verdi ama Sultan Mahmut zeki bir insandı. Bir kere gördüğü insanı, bir kez duyduğu sesi unutmazdı. Hiddetle:

“Mustafa Efendi’nin sedasını ben bilmez miyim, Özbek diye beni mi aldatıyorsunuz?” diyerek, müezzin mahfilinde bulunanların birer birer aşağı inmelerini emretti. Mustafa İzzet Efendi, bütün bu olup bitenlerden habersizmiş gibi yerinden bile kımıldamamıştı. Sultan Mahmut,  nihayet bir başkasını daha göndererek onu da aşağı indirtti ve o anki kızgınlığıyla sol elini ileri uzatıp tek bir hareketle “imha” edilmesini emretti. Hüsrev Paşa bu emir karşısında “Ferman efendimizin” dedi. Padişahı daima hayra sevk eden Musahip Said Efendi “Paşa, sen çocuk musun, ne yapıyorsun?” diye eteğinden çekti. Padişah, hiddetinden camide durmayıp Dolmabahçe Sarayı’na gitti. Musahip Said Efendi ve Hüsrev Paşa Sultan Mahmut’a saatlerce dil dökerek bu emri sürgüne çevirtmeyi başardılar.

Padişah ertesi gece teravihten sonra Hafız Efendi’yi yanına çağırtarak Mustafa İzzet Efendi’yi sürgünden de affettiğini hünerini kaybedeceğini düşündüğü için üzüldüğünü söyledi ve fasıllara tekrar katılması için saraya davet etti. Bundan birkaç gün sonra İzzet Efendi’nin de katıldığı saraydaki bir küme faslının ahengi içinde, güzel sesini dinleyen Sultan, olanları unutmuş ve Kazasker, padişahın ölümüne kadar saraydaki saz âlemlerine katılarak pek çok hediyeler almıştır.

Ayasofya’daki her biri 7,5 metre çapında olan dev levhalar

Ayasofya Camii hünkâr mahfili ve kubbesi

Hırka-i Şerif Camii ve Bursa Ulu Camii’deki levhalar,

 İstanbul Üniversitesi giriş kapısının bahçeye bakan tarafındaki yazılar,

Kubbealtı “Nûr” Âyet-i Kerimesi

Taşa yazılmış celi talik kitabeleri

Yenikapı Mevlevihanesi Muvakkıthanesi, birçok cami kitabesi, kubbe yazıları ayrıca Washington Abidesi’ni yazmıştır.  1866’dan harf inkılâbına kadar basılı kalan eski yazı kitaplardaki harfleri de nesih hattıyla Kazasker yazmıştır. Ayrıca repertuarlarda birçok bestesi bulunmaktadır.

Saraya girdikten on yıl kadar sonra Sultan II. Mahmut, aralarında Mızıka-i Hümayun’un kurucusu ve yöneticisi Donizzetti’nin de bulunduğu birkaç İtalyan besteciyi Mustafa İzzet Efendi’nin ney taksimini dinlemeleri için davet eder. Donizzetti’nin dışındaki müzisyenler, daha önce musikimizi dinlememişlerdir.  İzzet Efendi, neyden çıkan ilahi nağmelerle taksim yaparken bir taraftan da İtalyan müzisyenlerin tepkilerini gözlemlemektedir. İlk makamın kararında uykuya daldıklarını, ikinci makamda ah edip ağladıklarını, üçüncüsünde katılarak güldüklerini görür ve taksimi giriş makamında bitirir. Padişah, Batılı müzisyenlere ney taksimi hakkında fikirlerini sorduğunda, bir şey anlamadıklarını, musikimizi iptidai, ıslaha muhtaç, basit bir musiki olarak kabul ettiklerini söylerler. Bunun üzerine Mustafa İzzet Efendi “Padişahım, bu adamları kulunuz, insan zannettim. Kendilerini musikimizin büyüleyici kudretiyle uyuttum, ağlattım, güldürdüm. Geçirdikleri istihalelerin farkında olmayanlara insan denilmez.” diye düşüncesini söyler. Sultan Mahmut, bu sözleri onlara tercüme ettirdiğinde akılları başlarına gelen İtalyan müzisyenler,  yerlerinden fırlayıp İzzet Efendi’nin ellerine sarılarak tebrik ederler ve “Musikinizin ilahi kudreti, karşısında biz kendimizi kaybettik. Kendimizi idrakten aciz bir haldeydik. Deminki kusurumuzu af buyurun, bizi mazur görün. Musikiniz insanı ilk nazarda cazibesine kaptıran, kendine meftun eden, çileden çıkaran, ağlatan, güldüren ilahi bir musiki… Sanki Allah’ın sesi… Başka bir diyeceğimiz yoktur.” diyerek gerçeği itiraf etmek zorunda kalırlar.

Türk hat sanatının dâhilerinden olan Mustafa İzzet Efendi, kendisinden sonra gelen büyük hattatların çoğunun hocasıdır. Hattatlar ve musikişinaslar arasında hep “Kazasker Efendi” unvanıyla hürmet görmüştür. Meşhur hattatlarımızdan Necmeddin Okyay, onun son dönem yazılarını uçan kelebeklere benzetir. Umarız ki bu büyük eserleri meydana getiren elleri öbür dünyada yazdıklarına şahitlik edecektir.

Not: 1. Bu dehayı ve yaşadığı dönemi daha yakından tanımak isteyenler “Harfler ve Kelebekler” isimli kitabımızı okuyabilirler. Pek çok kitap sitesinde satılmaktadır.

2. Yazıyla ilgili kaynakça kitabımızda verilmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Abdurrahim Zararsız dedi ki:

    Kaleminiz daim olsun. Geçmişten hoş sadalar getirdiniz. Aynı zamanda bilgilendik.

    1. Fazilet Sitare dedi ki:

      Çok teşekkür ederim, sağ olun.