Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir halk türküsü duysam şairliğimden utanırım”
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm”
Kaynağı Gönül olan Irmak: Türkü
Henüz bu coğrafyaya gelmediğimiz zamanlarda ozanların kopuz eşliğinde söylediği şiirler Anadolu’da türkü olarak adlandırılmıştır. Türk sözcüğüne Arapça aitlik eki “i” getirilerek oluşan kelime “Türk’e ait” demektir. “Türkü bilmeyen, Türk’ü bilmez.” Sözü türkülerin bizim için önemini anlatır. Halkımız başlarına gelen olaylara türkü yakarak samimi bir dille o anki hissiyatlarını dile getirir, müziğin iyileştirici gücüne sığınıp türkülerle şifa bulur. Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş “Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur çünkü kötü insanların türküleri yoktur.” der. Türkü, insan hikayesinin nağmeyle birleşerek gönül telimizi titretmesidir.
Türküler sevinç, umut, hasret, geçim sıkıntısı, kaderden şikayet ve nihayetinde yine kadere sığınma, öğüt verme gibi konularıyla insanın bütün bu hayat karmaşası karşısında ayakta kalmasını sağlar. Anadolu’da erkek, kavuşamadığı güzele türkü yakarken kadın savaşa, gurbete gönderdiği sevdiğine, o yokken neler çektiğini türkülerle anlatır. “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun/ Gördün güzelleri beni unuttun” diye gidip de dönmeyen erine seslenir.
Köylerde türkü söylerken ya bir tepsi ya bir elek enstrüman oluverir. Olmazsa canı sağ olsun, illa yanık sesli bir civan vardır ortama uygun türkü çığıran. İmece usulü yapılan fındık toplama, ekin biçme, dibek döğme gibi işlerde türkü söylenir. Bahar gelip ağaçlar çiçek açınca, güzün yapraklar dökülünce, çoban koyun güderken… Kısacası halkımız türkü yakma ve türkü söylenme imkanlarını kaçırmaz. Her fırsatta sığındığımız türküler de bize her zaman kucak açar. Bir Rumeli türküsü, bir Yozgat sürmelisi, bir Avşar bozlağı, bir Güneydoğu zılgıtı duygularımızın yol arkadaşı olur.
Atalarımız, gurbet içini yakıp sıla özlemi çektiğinde “Şu uzun gecenin gecesi olsam/ Sılada bir evin bacası olsam”, Selin evleri, hayvanları yuttuğu, iki aşığın kavuşamadığı gün, arkalarından “Çarşambayı sel aldı/ Bir yar sevdim el aldı”, Koynunda uyuttuğu kuzusunu başka bir eve gelin gönderirken kına gecesinde “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar/ annesinin bir tanesini hor görmesinler” der. Sevdiğini kıskanan Neşet Baba “Mühür gözlüm seni elden / Sakınırım kıskanırım /Uçan kuştan esen yelden/ Sakınırım kıskanırım” diye duygularını bağlamasıyla dile döker.
“Geçmiş zamanların birinde bir han, başka bir hanı tutsak almış. Tutsağa: “Eğer istersen, benim kölem olarak yanımda kalır, uzun zaman yaşayabilirsin. İstemezsen, en büyük arzunu yerine getirir, sonra seni öldürürüm.” demiş.
Tutsak han, şöyle cevap vermiş: “Köle olarak yaşamak istemiyorum, beni öldür daha iyi. Ancak öldürmeden önce benim vatanımdan herhangi bir çobanı buraya getirmeni istiyorum.
Han merakla sormuş: “Ne yapacaksın çobanı?”
“Ölmeden önce ondan bir türkü dinlemek istiyorum.”
Türküler ait olduğu toplum kadar uzun yaşar. Türkülerimiz nesilden nesile gelenekleri, kültürü, aşkı taşıyan hazine sandığımızdır. Aynı türküyü söyleyebilen insanlar birlikte uzun yola çıkabilir. Gönül kalesinin anahtarını sevdiğine teslim eden genç, türkülere sığınır. Sevgiliye kavuşma arzusunu, onun sitemlerini, kıymet bilmeyişini ya da vefasızlığını türkülerle dile getirir.
Türküler “bir yangının külünü yeniden yakıp geçer” unuttuğumuzu düşündüğümüz bir ahu gözlü, yakıcı bir türküde ortaya çıkar. “Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni.”yi her dinlediğimizde milletçe çektiğimiz acıları, vatan uğruna can veren taze fidanları anar, ah çekeriz.
Tahir ile Zühre hikayesinde Tahir, sürgünden dönerken yoluna büyük bir dağ çıkar. Kahramanımız karşıdan bir türkü söyleyince dağlar açılarak ona yol verir, sevda yolundaki engeller türkü sayesinde yok olur.
Kendi türkülerimizi okumaz, kültürümüzün bu parçasına sahip çıkmayıp başka milletlerin türkülerini dinlersek kültürümüz de yok olma yoluna girer. Türküler bir toplumu bize en saf, en içten haliyle tanıtan en öznel değerlerdir. Türküyü yakanın yüreğini görürüz birkaç dakikalık ezgide. Ruh güzelliklere müpteladır, onunla yücelir, türkülerde de saf bir güzellik vardır. Müzik ve edebiyatın ortak çocuğu olan içinde birçok edebi sanat barındıran türküler kültürümüzün yapı taşlarındandır. Ahmet Hamdi Tanpınar Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka türkülerden gitmeliler.” der. “Dağlar çiçek açar, Veysel dert açar/ Derdine düştüğüm yar benden kaçar” diyen ozanımızı anmadan bu yazı eksik kalırdı. Türküler sarsın yüreğinizi.
…………..
“Ah bu türküler, köy türküleri,
Ne düzeni belli, ne yazanı,
Altlarında imza yok ama içlerinde yürek var.
Cennet misali sevişen, Cehennemler gibi dövüşen,
Bir çocuk gibi gülüp mağaralar gibi inleyen.
Nasıl unutur nasıl ömründe bir defa
Kâzım’ın türküsünü dinleyen”
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Aşağıya Kazancı Bedih’ten en sevdiğim Güneydoğu türküsü “Nemrudun Kızı”, ikinci sırada bir Ege türküsü “Elif Dedim Be dedim”, üçüncü bir Yozgat sürmelisi “Dersini Almış da Ediyor Ezber, son olarak da Neşet Ertaş’tan “Ah Yalan Dünya” linklerini ekledim.
Belki dinleyip birkaç dakikalığına ruhunuzu kanatlandırmak istersiniz.
TEŞEKKÜRLER–MAŞALLAH “YILDIZ ” gibisin
Teşekkür ediyorum