Fen ve teknikte üstün olan, bu konuda geri kalanlar üzerine egemenlik kurar. Buradan hareketle Mehmet Âkif, ümmetin zillet içerisinde olmasını, irfan gücünü ve bununla beraber ilim ve araştırma kudretini kaybetmesine bağlamaktadır. Batı’nın ortaya koyduğu, ürettiği, icat ettiği fen ve teknik, ona ihtiyaç duyanları, köleleştirmektedir. Bizdeki erdem de, bilgi ve teknik gibi, ruhsuz, duygusuz ve cansız bir hali sergilemektedir. Âkif, hedef olarak İslâm toplumuna iki önemli terakki alanını işaret etmektedir. Kaybettiğimiz ve uzak kaldığımız fen ve tekniği kazandıracak bilgiyi, izzeti ve şerefi elde edecek erdemi, her neye mal olursa olsun, her şeye rağmen elde etmemiz ve kazanmamız gerekmektedir.
Birleşip gitmedi, battıkça da ümmet cehle
Bünyevî kudreti günden güne meflûç olarak
Bir düşüş düştü ki, davransa da sarsak sarsak
Garb’ın emriyle yatıp kalkmaya artık mahkûm.
Çünkü hâkim yaşatan şevket-i fenden mahrum.
Biz, evet, hasmımızın kudret-i irfanından
Bî-nasîbiz de o yüzden bu şerefsiz hüsran.
Sonra asâra süren heybeti çekmekle, bugün,
O fazilet, hissiz, hareketsiz, ölgün.
Şimdi, Âsım, bana müfrit de, ne istersen de,
Ma´rifetten de cüdâ, Şark o faziletten de.[1]
Âkif, bir rehber ve kılavuz ihtiyacına dikkat çeker. Bu rehberin de peygamberlerin mirasçısı âlimler olduğunu söyler. İdeal nesli temsil eden Âsım, Mehmet Âkif için, yeni yetişen genç nesle model ve örnek olacak kişidir. Âsım’a ‘halka yol gösterecek bir kılavuz var: Ulemâ / Kalanın hepsi de boş’ ifadelerini telkin ederken Şairimiz, İslâm toplumunun pozitif bilimleri mutlaka tahsil etmesi gerektiğini bildirmektedir. Bnun da gerçekleşmesi, bir ‘muallim ordusu’ ile mümkündür. İyi rehber ve üstat olmak için ‘iman, edep, liyakat ve vicdan’ erdemlerine sahip olmak gerekir.
Muallim diye olmak gerektir imanlı;
Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.
Bu dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü, büyük [2]
Hakikate ulaşmak için bilgi edinmek ve ilerlemeye dikkat çeken Mehmet Âkif, böylece cehalet, atalet ve tembellikten kurtulunacağına inanır. “’Bekaayı gâye sayanlar koşup ilerlemede; / Yolunda zahmeti rahmet bilip müzâhemede’ sözleriyle fenlerin, sanatların, ‘ilme tecelli eden hakikatler(in)’ peşinde koşturan milletlerin ilerlemişliğine karşın, Doğu toplumunun rahatına düşkün anlayışını ve bunun sonucu olan geri kalmışlığını eleştirir. Geri kalmış toplumların karşısına, örnek olsun diye her bakımdan ileri teknolojiyle mücehhez çalışkan toplumları koyar. Âkif, bunu yaparken aynı zamanda okuyucuyu düşündürmek/ uyandırmak için mütefekkir geçinen çevrelerin ‘sa’y’den çok ‘taklid’i öne çıkaran anlayışlarını da eleştirir:
Bakın mücâhid olan Garb’a şimdi bir kerre:
Havaya hükmediyor, kaani’ olmuyor yere.
Dönün de âtıl olan Şark’ı seyredin: Ne geri.
Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri! [3]
[1] Mehmet Âkif, Safahat, Altıncı Kitap, Âsım, 442.
[2] Kemal Erol, “Mehmet Âkif’in Şiirlerindeki İki Anahtar Kelime: “Cehâlet” ve “Kavmiyet”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c: 7, s: 32, 100-102.
[3] Erol, “Mehmet Âkif’in Şiirlerindeki İki Anahtar Kelime: “Cehâlet” ve “Kavmiyet”, 100-101.