Bazı dramatik anlar vardır, insan ne söyleyeceğini bilemez, ne yapacağına karar veremez; bilir ki ne söylese eksik kalacak, ne yapsa derde derman olamayacaktır. Deprem de böyle anlardan biri. Saniyelerin yıl gibi geldiği deprem anını, ancak yaşayanlar bilir. Dünya onların başına yıkılmıştır çünkü. Moloz yığınlarının altında onlar kalmıştır.
Türkiye’miz, 06 Şubat 2023’te tam on şehrini etkileyen depremle sarsıldı. Çoğumuz, haberi duyduğumuz ilk anda, “Kahramanmaraş’ta deprem olmuş.” diyerek gündelik hayatımıza dönmüş olmalıyız. İşin bu kadar basit olmadığı anlaşılınca eminim onların da duyguları alt üst olmuştur. Zira “Deprem, ikiziyle geldi bu sefer / Acısı yürekler deldi bu sefer.” Hele saatler geçip facianın büyüklüğü gözler önüne serilince şaşkınlığın yerini “Nasıl yardımcı olabilirim?” sorusu almıştır.
Acı o kadar büyük ve o kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştı ki bu manzaranın altında ezilenler oldu. Üzüntüden ağızlarını bıçak açmadı bazılarının. Milyonların duası arşı tutarken gözyaşını içine akıtan da oldu hıçkırıklarına engel olamayan da.
Millet ağlayabilirdi ama devletin ağlama lüksü yoktu. Nitekim panik anları çabuk atlatıldı ve devlet bütün kurumlarıyla sahadaki yerini aldı. Resmî, özel bütün yardım kuruluşları üstüne düşeni yaptı. 100’den fazla devlet, depremin yaralarını sarmaya çalıştı.
Afad da bizimdi, Umke de Kızılay da; Ahbap başta olmak üzere bütün gönüllü kuruluşlar içimizden çıkmıştı. Birini diğerine tercih etme lüksümüz yoktu; birini kollayıp diğerini küçük düşürme basitliğine düşülmemeliydi maalesef bunu da gördük. Beyinlerini birilerinin emrine tapulamış insanlar yaptı bunu. Ya devlet aleyhine söylenen sözlere ne demeli? “Güneş balçıkla sıvanmaz.” misali, yalanlar bir bir ortaya çıktı ama utanması gerekenler yalan üzerinden algı operasyonlarına devam etti.
“Sen-ben” çekişmesi en çok, depremi bizzat yaşayanları ve onların yakınlarını yani “biz”i rahatsız etmiştir. “Biz” dediğimiz kavram, bütün bir millettir. Devlet, bütün kurumlarıyla millet için vardır. Şeyh Edebalı’nın ifadesiyle milleti yaşatmak için devleti yaşatmak icap eder. Coğrafyamız, devletsiz milletlerin hazin hikâyeleriyle doludur.
Dünyada eşine az rastlanan bir depremdi yaşadığımız. Sadece 10 ilimiz değil, bütün Türkiye, bütün Türk dünyası, bütün İslam âlemi ve hatta bütün dünya etkilendi bu yıkımdan. İçinde zerre kadar insanlık olan herkes “Yardımcı olmalıyım ama nasıl?” sorunun cevabına düğümlendi. Herkesin yardım şekli farklıydı. Kimi, elini taşın altına sokmaya çalıştı kimi taşı tek başına kaldırıp atmaya niyetlendi.
Kahraman Türk askerinin “Farz edin ki savaşa gidiyorsunuz!” parolasıyla sahaya sürülmesi çok manidardı. Mehmetçik, cansiperane çalışmasıyla pek çok güzelliğe imza atarken göğsümüzü kabarttı.
Türkiye’nin farklı şehirlerinde görev yapan 100 bini aşkın doktor, soluğu deprem bölgesinde aldı ki içlerinden bazılarının yakınları da enkaz altındaydı.
Belediyelerden bütün sivil toplum kuruluşlarına kadar hemen her kurum sahadaki yerini aldı ve pek çok canı kurtarmayı başardı.
Ya teker teker kişiler ne yaptı?
Kim, nelerini vermedi ki depremzedeler için? Kumbarasında biriken parayı gönderen minikler… Umreye ya da hacca gitmekten vazgeçip parayı yardım kuruluşlarına aktaranlar… Araba almak için temin ettiği bütün meblağı bağışlayanlar… Ürettikleri sobaları içine odun doldurup deprem bölgesine gönderenler… Lebaleb gıda ya da giysi doldurulmuş tırlarla yola çıkanlar…
Daha büyük yardımlar da var elbette: Çadırlar, konteynerler, kepçeler, jeneratörler ve miyarlarla ifade edilen nakdi yardımlar.
Azerbaycan’dan hurda denecek otomobiline yüklediği yatak yorgan ve gıda malzemesiyle deprem bölgesine hareket eden “gardaşımız.”
Bütün bunlar gösterdi ki, “İyilik den iyilik bulur.” Bu cümleyi 9 yaşında bir depremzede olan Muhammed’in azından duymak, insanımızda buruk bir tebessüm oluşturdu. Kendisine uzatılan fazladan gofretleri “Bunu da başka çocuklara verin.” diyerek almayan küçük Muhammed bir de “Annem böyle söylüyor. Ben annemin sözünü dinledim.” demez mi? Evladını böyle yetiştiren anneler olduğu müddetçe –inşallah- bu ülkenin sırtı yere gelmeyecektir.
Bu deprem, mucize denebilecek kurtarma hikâyeleriyle de tarihteki yerini alacağa benzer. Günlerdir aç susuz bir şekilde bekledikten sonra kurtarılan minik bir kız çocuğunun, “Çok güzel bir abla bana yemek verdi. Benimle top oynadı. Amcalar gelince gitti.” demesindeki sırrı kim açıklayabilir? Kimdir o güzel abla? Bir melek ya da şehit olmasın?
Depremin üzerinden neredeyse bir hafta geçmişken enkazdan sağ olarak çıkarılan o kadar depremzede var ki. Her birinin tarihe not düşecek ayrı bir hikâyesi var. Göçük altında günler boyunca bir buçuk yaşındaki yavrusu Masal’ı emzirdiği hâlde sütü azalacağına artan anne de bu hikâyenin kahramanlarından biri.
Bütün bunlar bir kere daha gösterdi ki Türk milleti büyük bir millettir. Biz de sıcağı sıcağına yazdığımız şiirde şöyle dile getirdik bu duyguyu:
“Sanki Hızır eli değdi bir anda,
Kâinat yeniden doğdu bir anda,
Dağ taş yardım olup yağdı bir anda.
Bu millet büyüktür, bu millet yüce;
Kimse erişemez ondaki güce.”
Deprem, olanca acısıyla yüreklere yerleşmişken bazılarının acısı katbekat fazlaydı. 72 saat sonra annesiyle birlikte enkazdan çıkarılan 15 yaşındaki Mehmet Can, bunlardan biriydi. Mehmet, sağ kurtulmuştu ama doktorlar iki bacağını birden kesmek zorunda kalmışlardı.
Ya, 2020 yılında, tam da pandeminin yeni başladığı aylarda Suudi Arabistan’da dünyaya gelen beşiz bebeklere ne demeli? Aile, devletin yardımıyla Hatay’a getirildiği vakit bütün Türkiye, tarifsiz bir sevinç yaşamıştı. Aradan sadece üç yıl geçti, bu sefer tarifsiz bir acı sardı yürekleri. Zira minik Muhammed hariç bütün bir aile, dünya hayatlarını enkaz altında tamamlamışlardı.
Bütün Türkiye gibi bizim hassas yüreğimiz de bu olaya dayanamadı, kendimizi Muhammed’in yerine koyduk ve dilimizden şu mısralar döküldü:
“Beşizdik bizler hani,
Neden sizler yoksunuz?
Ben burada yalnızım,
Siz orada çoksunuz.
Üzülme derler bana,
Ben yine üzülürüm.
Her gece ailemin
Yanına süzülürüm.”
Depremi fırsata çevirmek isteyen hırsızlar, yan kesiciler, sosyal medya kullanıcıları mı dediniz? Elbette onlar da var ve hep olacaklar. Söylenecek çok şey var ama en iyisi onlar için de dua etmek ve hayırda yarışmak.
Acımız büyük, yaramız derin ama biliyoruz ki İnşirah suresinde belirtildiği gibi “Zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”
Ya bundan sonrası? Bu konu ayrı bir yazıyla ele alınacak kadar önemli. Şimdilik Peygamber Efendimizin, bir sahabiye “Deveni sağlam kazığa bağla, sonra tevekkül et.” deyişini aktaralım.
Rabb’im bir daha böyle acılar yaşatmasın. Depremde hayatını kaybeden bütün kardeşlerimize rahmet dileklerimizi sunuyorum. Yakınlarına, sevenlerine ve aziz milletimize sabırlar niyaz ediyorum.
Yusuf Dursun
19 Şubat 2023
İstanbul/Çekmeköy