Atalarımız boşuna dememişler, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” diye. Bir insan, ne kadar başarılı olursa olsun bir başkasının yardımına ihtiyaç duyabilir. Bazen, defalarca baktığı hâlde göremediği bir şeyi, bir başkası ilk bakışta görebilir. Bu durum onun için bir eksiklik olmadığı gibi diğeri için de üstünlük sebebi sayılmaz. Mesele, bakan kişinin o anki ruh hâliyle ilgilidir. Sonuçta iki kişi el ele vermiş, konuyu çözüme kavuşturmuştur. Burada aslolan şeyin, yardıma ihtiyaç duyan kişinin gururuna yenik düşmeden bir başkasından yardım talep edebilmesi, problemi çözen kişinin de yine gururuna yenik düşmeden üstünlük peşinde koşmamasıdır.
Kişilerin münferit çalışmalarında durum böyle iken ekip çalışmalarında çok da farklı değildir. Sadece ekip çalışmasında ortada bir ekip başkanı vardır. Bütün sorumluluğu üstlenen başkan, başarı için her türlü yolu deneyecektir. Diğer yandan “Her türlü yol” ifadesi yoruma açık olduğundan, yanlış yola sapanlar, kendilerini yanlış yerlerde bulabilir. Birbirlerinin omuzuna basarak yükselmeye çalışanlar, kendi başarısı için rakiplerinin iflasını hazırlayanlar, kısacası, “Benden sonrası tufan.” anlayışında olanlar kısa vadede belki kazanmış gibi olurlar ama önünde sonunda onların da gideceği yer, insanlık âleminin en kötü yeri olacaktır. Bazılarının buna da itirazı olabilir ve onlar, “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” diyebilir. Bizim de onlara söylenecek bir çift sözümüz vardır elbette. Yarın mahşer gününde kurulacak büyük mahkeme tam da Üsküdar’ın bir adım ötesinde olacak!
Ekip çalışmasının ruhundan bahsederken yanlış yola sapanlar elbette bizim için örnek olamaz. Onlar, olsa olsa insanlık tarihinde aşılması gereken birer basamak olur. Bir kere o basamaktan geçildi mi ver elini uçsuz bucaksız huzur vadisi… Burası öyle müstesna bir yerdir ki ancak müstesna insanlara açar bağrını. İşini aşkla yapanlardır bunlar. Her nefeste Allah’a yeniden iman eden ve imanlarını güzel amellerle süsleyenlerdir.
Erenler anlatır ki cennette grup insan, bir masanın etrafında oturmuş, yemek yemektedir. Ellerinde çok uzun saplı kaşıklar vardır ve her biri kaşığına aldığı yemeği tam karşısındaki arkadaşına uzatmaktadır aksi takdirde o kaşıkla kendisinin yemesi mümkün değildir. Bu grup yemeklerini afiyetle yer ve huzur âlemindeki köşelerine çekilir. Ya cehennem ehli ne yapar bu durumda? Hiçbiri, karşısındaki insanı beslemeyi akıl etmez, o upuzun saplı kaşıkla sadece kendi karnını doyurmayı düşünür. Sonuç mu? Elbette hiçbirinin karnı doymaz, yemek saati bitince de kendi karanlık dünyalarına dönerler.
Bilim insanları bir insanın gülümserken 17, kaş çatarken 73 kasının çalıştığını söylüyor. Daha kolay yoldan hem mutlu olmak hem de insanları mutlu etmek varken neden bazı insanlar bunun tam tersini yapar, anlamak mümkün değil. Peygamber Efendimizin çocukları sevip onların başını okşadığını gören bir sahabenin, “Ya Resulallah, benim on çocuğum var hiçbirini böyle sevmedim.” demesi üzerine Kâinatın Efendisi’nin verdiği cevap ne kadar manidardır: “Allah senin kalbinden merhamet duygusunu söküp aldıysa ne yapabilirim?” Evet, merhamet duygusu Allah’ın biz insanlara bir lütfudur. Onu kazanmak için var gücümüzle çalışmalı, elde edince de kıymetini bilmeliyiz.
Her kademede insanın, özellikle de ebeveynlerle bir ekibe başkanlık edenlerin, muhataplarıyla ilgilenirken nasıl bir yol izlediğine şahit olduysanız çok güzel örneklerin yanında maalesef can acıtan örneklere de rastlamışsınızdır. Bunun çarpıcı bir örneğine Avrupa Voleybol Şampiyonasında ben de şahit oldum. 2021 yılının Eylül ayında, erkek voleybol millî takımımız Finlandiya ile maç yapıyor. Durum kötüye gittiği bir anda millî takımımızın baş antrenörü mola aldı. O kısacık mola anında yüzündeki ümitsizlik ve kızgınlık hâlinin oyuncuları nasıl etkilediğini benimle beraber ekranları başındaki milyonlar da izledi. Bir de “Ben size bunu en az beş kere söyledim!” demez mi? Doğrusu o sporcuların yerinde olmak istemezdim. Mola bitiminde içlerinden bazıları, “En büyük Türkiye!” demeye çalıştı ama nafile. İş işten çoktan geçmişti. Zira Finlandiyalı sporcuların, koçlarıyla nasıl kenetlendiklerini görmek, her şeyi anlatıyordu. Ne kadar tecrübeli olursa olsun, ekibine koçluk yapan bir insanın, onlara güzellikle ve yumuşak bir tavırla davranması gerektiğini bilmesi icap ederdi.
Daha önce de bahsettim ya bireysel başarı ya da ekip başarısı için insan psikolojisinin iyi bilinmesi gerekir. Konuyu, önemine binaen, eğitime uyarlarsak öğretmenlerin bilmeleri ve uygulamaları gereken hususları kısaca şöyle özetleyebiliriz: merhametli olmak, yumuşak davranmak, affedici olmak, iş yaparken muhataplarına danışmak ve Allah’a güvenmek.
Yüce Allah, Âl-i İmran suresinin 159. ayetinde Sevgili Peygamberimize hitaben şöyle buyuruyor: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendine güvenenleri sever.”
Konuya güzel bir örnek olacağını düşündüğüm için, yaklaşık altmış yıl öncesine dayanan bir hatıramı nakletmek istiyorum:
Ortaokul ikinci sınıfta bir matematik dersindeyiz. Hocamız, tahtaya yazdığı bir dizi işlemi defterimize geçirmemizi istiyor. Ben de pür dikkat denileni yapıyorum. Birden yanağımda kuvvetli bir tokat patladı ve hocanın kapkara sesi sınıfı doldurdu: “Sen daha tahtadaki artı işaretini defterine geçirmeyi bilmiyorsun!” Öğrenim hayatım boyunca yediğim ilk ve son dayak budur ve ben bunu hiçbir zaman unutmadım. “Ya hayır söyle yahut sus.” deniliyor ya o yüzden susuyorum ve hiçbir şey demiyorum onun hakkında.
Aradan çok yıllar, köprünün altından çok sular geçti. Suratımda patlayan o tokat, meslek hayatım boyunca bana yol gösterdi. Nasıl olur, demeyin. Oldu, hem de çok güzel oldu. Ne zaman bir öğrencime sinirlensem o sahne gözümün önüne geldi ve sinirime hâkim olmayı başardım. Evet, itiraf etmeliyim, az da olsa sinirlerime hâkim olamadığım zamanlar oldu. Kendi kendime çok kızdım öyle zamanlarda ve hemen kalbini kırdığım öğrencimin gönlünü almaya çalıştım. Neticede şunu gördüm ki hiçbir öğrenci (ve hiçbir insan) kendisine uzatılan zeytin dalını geri çevirmiyor. Yine de bendeniz fiili öğretmenliği bıraktıktan yıllar sonra,
“Övüncüm ve güvencim,
Sayenizde hep gencim.
Ey sevgili öğrencim,
Helallik diliyorum.”
diyerek onlardan, bir kere daha, helallik istedim. Sadece onlardan değil elbette. Mademki hem baba, hem dede, hem amca, hem kardeş hem de öğretmeniz, üstelik sosyal bir çevrede yaşıyoruz öyleyse sorumlu bir eğitimci olarak şu mısraları da kaleme aldım:
“Masum değilim hepten,
Rabb’im kurtarsın ipten.
Kırdığım onca kalpten,
Helallik istiyorum.”
20 Eylül 2021
Zeytinburnu / İstanbul