Vefatının 87. Yılında İstiklal Marşı şairi M. Akif Ersoy’u rahmetle anıyorum.
İslam şairi, İman şairi, İstiklal Marşı şairi, Vatan şairi, Milli şair olarak pek çok unvanla anılan, mütefekkir, mütercim, sırat-ı müstekıym- sebilürreşad başmuharriri, müfessir mutasavvıf, öğretmen, vaiz, hafız, olan, çok iyi derecede Arapça, Farca ve Fransızcayı ana dili gibi konuşabilen, milletvekilliği üniversite hocalığı ve veteriner hekimlik gibi birçok mesleği olmasına rağmen onurlu bir hayattan başka geriye hiçbir miras bırakamayan Mehmet Akif Ersoy’u vefatının 87. Yıldönümünde rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
20 Aralık 1873’te doğan ve 27 Aralık 1936 yılında vefan eden M. Akif Ersoy 63 yıllık hayatını toplumun her kesimine örmek olabilecek, mücadeleci kimlik ve kişiliğiyle rol model bir insan olarak tamamlamıştır.
Bilindiği üzere Mehmet Akif Ersoy öğretmenlik, müfettişlik, genel müdür muavinliği yanında Burdur Milletvekilliği de yapmıştır. Kendi döneminde Milletvekili olanlar boyalı, cilalı güzel ayakkabılarla, kürklü paltolar ve lüks giysilerle dolaştıkları halde, mütevazı paltosunu camide paltosuz gördüğü birisine verdiği ve bir daha da palto alamadığı için İstiklal marşının yazıldığı yer olan Taceddin Dergâhından Meclis’e, Meclisten Taceddin Dergâhına kışın dondurucu soğuk günlerinde paltosuz yaya gidip gelmiştir.
Aynı Mehmet Akif Ersoy maddi açıdan ihtiyaç içinde olduğu halde 12 Mart 1921’de kahraman ordumuza ithafen yazdığı şiirin milli marş olarak kabul edilmesi sebebiyle ödül olarak kendisine verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışlamıştır.
Âkif prensipleri ve inandığı değerler için yaşayan, aynı zaman yaşadığı gibi inanan vefalı insanlarımızın başında gelir. Vefa Âkif’in yaşam tarzı olduğu gibi Onun dürüstlüğünün ve imanının dışa yansımasıdır. Âkif’in ilmi, imanı, bilgisi, ahlakı, doğruluğu, vefası, vatan, millet sevgisi, hayatına yansıdığı gibi aynı şekilde eserlerine de yansımıştır.
Âkif’in karakterinin gelişmesinde ailesinin, özellikle babasının çok önemli bir yeri vardır. Âkif kişilik olarak dostlarına ve sevdiklerine karşı son derece naif; din, vatan, millet ve insanlık düşmanlarına karşı çok haşin ve şiddetlidir. Akif’i şu mısraları onun davranış şeklini ortaya koymaktadır.
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
– Boğamazsın ki!
– Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?
Akif’in en hoşlanmadığı şeylerden birisi de ikiyüzlü insanlardır. Bu yüzden de Müslüman gibi görünüp, İslamiyet’in ruhuyla bağdaşmayan davranışlar içinde olanlara sözünü budaktan esirgememiştir. Daima kendisini doğruları söylemekle yükümlü görürmüştür. Akif’in şu mısrası Onun karakterini en güzel şekilde yansıtmaktadır.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.
Âkif’in en büyük vefası vatanına, milletine, dinine olan vefadır. Onun vatan, din ve millet sevgisi sadece sözlerden, sloganlardan ibaret kalmamıştır. O hayatı boyunca dur durak bilmeden vatanı ve milleti uğruna çalışmış, çabalamıştır.
Mehmet Akif Ersoy; hayatını vatanına milletine, İslam’a ve insanlığa adamasına rağmen hayatı kendisine yapılan vefasızlık ve ihanet örnekleri ile doludur. Özellikle İkinci Meclis’in kurulmasından sonra Akif’e yapılan vefasızlıkların haddi hesabı yoktur. Kendisine hak ettiği emeklilik maaşı ödenmemiştir.
Kurtuluş Savaşı’n hararetle devam ettiği süreçte, TBMM tarafından nüshaları basılarak tüm cephelere gönderilen ve Kurtuluş Savaşı’nın manevi cephesinde büyük bir rol üstlenen İstiklal Şairimizin bin bir zorlukla çıkardığı; İstiklal Marşı’mızın ilk yayımlandığı Sebil’ür-Reşad dergisi kapatılmıştır.
Peşine siyasi polisler takılmış, evinden çıkınca her adımı izlenmiş, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ve İçişleri Bakanlığı’na rapor edilmiştir. Takriri Sükûn Kanunun çıktığı, İstiklal Mahkemeleri’nin yoğun mesai yaptığı 1920’li yılları ile 30’lu yıllarının ilk yarısını Mısır’da geçirmek zorunda bırakılmıştır.
27 Aralık 1936 da Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda soğuk bir günde hayatını kaybetmiştir. Cenazesi, üniversite öğrencileri tarafından kaldırılmıştır. Yine mezarı iki yıl sonra üniversiteli gençlerce yapılmıştır. İşin daha garibi M. Akif Ersoy; Ailesine ve çocuklarına bakamaz hale getirilmiş, kendisinin vefatından sonra çocukları ciddi anlamda mağdur edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin istiklal marşını yazmış, istiklal madalyası sahibi ve bir dönem milletvekilliği bile yapmış bir zatın cenazesinde şartlar ne olursa olsun hiçbir resmi görevlinin bulunmaması sizce garip, garip olduğu kadar utanılacak bir durum değil midir?
Şimdi ailesine ve kendisine yapılan vefasızlıklara rağmen Mehmet Akif Ersoy’un vefa örneğinden bir kesit sunalım. Mehmet Akif’ Ersoy’un dostlarından Mithat Cemal Kuntay’ın anlattığına göre; “Mehmet Akif baytar mektebine giderken, yakın arkadaşı Hasan ile birisine bir şey olması durumunda sağ olanın ölenin ailesine ve çocuklarına bakacaklarına, göz kulak olacaklarına dair sözleşmişlerdi. İşin garip tarafı ortada o anda ne aile, ne iş, ne eş ve nede çoluk çocuk vardı. “Ben Akif’in evine cuma günleri sabahtan gider, birlikte kitap okuduktan sonra öğle yemeğini onun evinde yerdik. Onun işten ayrıldığını öğrendikten sonra öğle yemeği sıkıntısı olmasın diye bir bahane uydurup, öğleden sonraları gitmeye başladım. Yine bir cuma günü Akif’in evine gittiğimde ortalığı birbirine katan, bağırış, çağırış içinde oyun oynayan sekiz çocuğun olduğunu gördüm. Akif’in beş çocuğu ile komşu çocuklarının birlikte oynadıklarını sandım. Kimin bu misafir çocuklar? Diye sordum. Akif yüzüme bakmadı. Ve sorumu da cevaplamadı. Ben duymadı sandım. Odaya geçince biraz şaka yollu takılarak, seni tebrik ederim kimse misafir çocuğun yaramazlıklarına bu kadar müsamaha gösteremez dedim. Akif’in suratı birden değişti. “Onlar misafir değil, benim çocuklarım. “Kim evvel ölürse hayatta olanın bakacağı çocuklar. Hasan efendinin çocukları onlar!” Hasan efendi öldü!” Dedi.
Akif, son derece dürüst ve sözüne itimat olunan bir o kadar da gurur sahibi biriydi. Kimsenin önünde menfaati için eğilip bükülmezdi. Dalkavukluktan nefret eder ve buna yapan Nâzır (Bakan) bile olsa, bildiği doğruları dile getirmekten asla çekinmezdi.
Baytar mektebini bitirdikten sonra Akif, Ziraat Nazırlığı Baytar Umum Müdürlüğü’nde (Ziraat bakanlığı Baytar Genel Müdürlüğünde çalışmaktaydı. Baytar Genel Müdürü Abdullah Efendi görevini son derece başarı ile sürdürürken, Ziraat Nazırı tarafından siyasi sebeplerden dolayı görevden alınarak tenzili terfi edilmek suretiyle uzak bir bölgeye müdür olarak atanmıştı. Bu haksızlığı içine sindiremeyen Akif çok varlıklı olmadığı, kıt kanaat geçindiği halde derhal görevinden istifa etmişti. Şimdi olsa olabilecekleri tahmin edebiliyor muyuz? Arkadaşından boşalan makamı kapmak için aracılar tefeciler çoktan devreye sokulmuştu bile!
Yaptığı kahramanlıklar ve geride bıraktığı eserleriyle tarihe ismini altın harflerle yazdıran Mehmet Akif Ersoy’un mücadeleci kimliği ve kişiliği ile yoğrulmuş hayatı ve eserleri dün olduğu gibi bugün de gençliğimize yön verecek geleceğimizi aydınlatacak mahiyettedir. Mehmet Akif gibi değerleri yaşatmak, fikirlerini, eserlerini, kişiliğini ve kimliğini bugünkü ve gelecek nesillere anlatma gibi bir sorumluluk içinde olduğumuzun farkında olmalıyız. Onun için M. Akif Ersoy unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.
İstiklal şairimiz M. Akif Ersoy’u vefatının 87. Yılında rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.