YÖK tez merkezi verilerine göre 12 Nisan 2022 tarihine kadar Türkiye’de 605.461’i Türkçe, 98.410’u İngilizce yüksek lisans ve doktora tezi yazıldı. Türkçe yazılan tezlerden 208.496’sı sosyal bilimler enstitüsünde yapıldı. Sosyal bilimler alanında yapılan tezlerin 26.428’i İngilizce yazılmış. Yine aynı yıllarda eğitim bilimleri alanında yapılan tezlerin sayısı 32.096 olup, bunların 2.381’i İngilizce, geri kalanı Türkçe yazılmış. Genel olarak bakıldığında 2022 yılına kadar Türkiye’de her 7 lisansüstü eğitim tezinden biri; sosyal bilimler alanında yazılan her 9 tezden biri; eğitim bilimleri alanında ise her 13 tezden biri İngilizce yazılmış. YÖK, İngilizce yazılan tez oranını az bulmuş olmalı ki, geçen haftalarda, yükseköğretim kurumlarında öğretim dili Türkçe olan lisansüstü eğitim programlarında da (yüksek lisans ve doktora programlarında) hazırlanacak tezlerin, geniş Türkçe özet verilmek kaydıyla, İngilizce de yazılabileceğini belirtti.
Sömürgeci zihniyeti sevindiren bu karar, batıcıları sevindiren diğer kararlar gibi yine çok konuşulmadan sessiz sedasız uyulacak kurallar rafındaki yerine aldı. Buna Bihrüz Bey sendromu diyebiliriz. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanında batıya/batılıya özenen Bihrüz Bey karakteri aşağı yukarı böyle çünkü.
Bizim bitmeyen batı sevdamız, ilk olarak hayranlıkla yani duyguyla başladı. Aklımızı duygularımız yönlendirdiğinden aklımızın çalışmasını da bu sevdamız belirledi. Bu nedenle ne tarihe ne batıya ne edebiyatımıza ne İslam’a ne de kendimize sağlıklı bakabiliyoruz. Bizim bakış diye ciddi bir sorunumuz var. Bu sorun nedeniyle kendi dilimizi değil, sömürgeci dilin alanını genişletmek istiyoruz. Bunu da kendimize göre bir mantıkla normal görerek istiyoruz.
Oysa bugün ülkemizin öğretim elamanlarının Türkçe diye bir sorunu var. Türkçe sorunu da Türkçe düşünememekten kaynaklandığından-çünkü dil zihnin aynasıdır-zihniyet diye bir sorunu var. Zira üniversitelerimizdeki akademisyenlerin kahir ekseriyeti batıya meftun.
Bihrüz Beylerle dolu olan üniversitelerimizin koridorlarında, epeydir, Amerika’da lisansüstü eğitim almış olanların sesleri yükseliyor. Daha önceleri İngiltere, kısmen de Fransa ve Almanya sevdalıları öne çıkıyordu. Bu Bihrüz Beylerin son yıllardaki işleri, parayla konferans vermek. Yaklaşık iki saat magazin seviyesinde anlattıkları/yaptıkları kişisel gelişim gevezeliği için 3.000 lira ile 15.000 lira arasında ücret talep ediyor bu Bihrüz Beyler. Konuşmalarının içeriğinde ne felsefi bir derinlik ne de kültürel bir idealizm bulabilirsiniz. Konjonktüre göre üzerinde durdukları kavramlar da elbette değişiyor. Son yıllarda, iktidarın rengine uygun olarak, merhamet, gelenek, kültür diyorlar. Daha önceleri hoşgörü, maneviyat, mistik vb. kavramları kullanıyorlardı. Doğal olarak bu “akademik standupçı”ların konuşmaları “hayat elinizde”, “özgüvenli olun”, “dışa açılın”, “girişimci olun” vb. gibi sihirli sözlerle bitiyor.
YÖK’ün İngilizcenin alanını genişleten bu kararı, elbette Türk bilim akademiyasının gelişmesine yaramayacak, daha da batıya meftun insanlar yetiştirecek. Merhum Ş.Teoman Duralı üstadın tespitiyle “Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel Medeniyeti”nin öne sürdüğü “bilim dili İngilizcedir” inanışı pekişecek, hayranlıkla başlayan aşağılık kompleksimiz kendimizden iğrenerek üstün olma ve hükmetme duygusu gelişmiş insanların yetişmesine evrilecek. Yine eğitim olmayacak, yine biz olmayacağız, yine Yunus Emre “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” demeye devam edecek ve akademisyenler sömürge valisi gibi ahkam kesmeye devam edecekler.
Batılılar, eskiden, merak ettikleri ülkelere bizzat kendileri gidiyor, araştırma yapıyor, raporlar hazırlıyor, bilimsel dergilerde yayınlıyorlardı. Bu hem zor hem meşakkatli hem de bir sürü masraf gerektiriyordu. Öte yandan devletlerinin ilgili birimleri de bu yayınlardan ve raporlardan o ülkeye yönelik politikalar geliştiriyorlardı. Artık böyle olmuyor bu işler. Sömürgeciler artık gitmiyor bu ülkelere. İlgili ülkelerin akademisyenleri ilkokul ikinci sınıftan itibaren onların dilini öğreniyor, üniversitede onların dilini bilince araştırmacı olabiliyor, Doktorasını onların dilini bilince yapabiliyor, bu dille üniversitelerde onlar adına araştırma yapıyor, onların istediği konuda hazırladıkları yayınlarını bir sürü kontrol mekanizmasından başarıyla geçtikten sonra yine onlar tarafından öne çıkarılan dergilerde yayınlatıyorlar. Elbette bu araştırmalarda harcanan emeği, parayı ve zamanı saymaya gerek yok. Böylelikle sömürgeci hiç gelmediği ülkenin, adını duymadığı şehrindeki öğretmelerin bir konuda ne düşündüğünü oturduğu yerden öğreniyor. Elbette çalışılacak konular dayatılmıyor. Siz bunu özgürce (!) belirliyorsunuz. Mesela Türk devleti Alevilere yahut Kürtlere asimilasyon politikaları uyguluyor diye sonuçlanan araştırmanın uluslararası indeksli dergilerde yayınlanma şansı Kürtler, Türkler ve Aleviler kardeşçe yaşıyor diye sonuçlanan araştırmadan daha fazladır. Yahut Türk eğitim sisteminde öğretmenlerin fedakârlık davranışları fazla olduğunu belirten araştırmanın uluslararası indeksli dergilerde yayınlanma şansı okullardaki öğretmenlerin tükenmişlik seviyelerinin yüksek olduğunu belirten araştırmadan daha azdır. Bunlar akademide herkesin bildiği “açık sır”lardır. İngilizcenin alanının genişletilmesi de bu sırra dâhildir.