Sömürgeciliği fiili sömürgecilik ve zihni sömürgecilik olarak; fiili sömürgeciliği ise kolonyalizm ve işgal olarak ikiye ayırabiliriz. Fiili sömürgecilikten biri olan kolonyalizm; bir ülkenin başka bir ülkeyi ele geçirmesi, yerli halkı uzaklaştırıp kendi vatandaşlarını yerleştirerek sahiplenmesi demektir. Bunların en meşhurları günümüzdeki Amerika ve İsrail’dir. Her ikisi de Avrupa’nın (özellikle İngiltere’nin) kolonisidir. İşgal ise bir ülkenin başka bir ülkeyi ele geçirip oraya yerleşecek insanlar göndermeden yerli halkı çalıştırarak oranın kaynaklarını sahiplenmesidir: Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi böyledir.
Zihnî sömürgeciliğe gelince; bu sömürgecilik türünde ne bir toprak ele geçirilir ne oraya yerleşimci gönderilir ne işgal edilir ne de oraların kaynakları zorla ele geçirilir. Buna emperyalizm de denir. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren uygulanan bu sömürgecilik türünde, yani emperyalizmde, bazen ekonomik bazen siyasi bazen kültürel ve bazen de pedagojik özellikler öne çıkar. Ekonomik sömürgecilikte bir ülke başka bir ülkeyi ekonomik olarak sömürür. Mesela Fransa nükleer reaktörleri için kullandığı uranyumun % 30’unu Nijer’den çıkarır. Siyasi sömürgecilik, bir ülkenin başka bir ülkeyi siyaseten yönetmesidir. İngiltere’nin Yeni Zelanda ve Avusturalya’yı atadığı valilerle yönetmesi bu türdendir. Kültürel sömürgecilik, bir ülkenin her türlü sanat dallarına, edebiyat, sinema ve tiyatro gibi kültür kanallarına müdahil olunmasıdır. Son olarak pedagojik sömürgecilikte ise bir ülkenin eğitim sisteminin hem içeriğine hem de yapısına müdahale edilerek, yetiştirilecek insanın milli ve kültürel özellikler taşımaması amaçlanır. Elbette emperyalizm bunları bir bütün olarak yapıyor. Ekonomik olarak sömürdüğü ülkenin eğitimine de kültürüne de siyasetine de müdahale ediyor. Bu müdahalede her türlü yazılı, görsel ve işitsel araçlarla, formal yahut informal kanalları kullanıyor, mükemmel olarak gösterdiği geleceğin kendi paradigmasını uygulamaktan geçtiğine inandırıyor, demokrasi gibi yönetim biçimleriyle istediği kişileri başa getiriyor. Böylece bireyde ve toplumda, işler kendi doğal mecrasında gelişiyormuş yahut ilerliyormuş algısı yaratıyor ve buna da çoğunluğu inandırıyor.
Fiili sömürgecilik, askeri karakterlidir. Ölmek, öldürmek, gasp, çalmak, yerinden etmek, soykırım, katliam vb. bu sömürgecilik türünde yaygındır ve hayati öneme sahiptir. Zihnî sömürgecilik ise asıl amaç, bireyin ve toplumun düşünme ve yaşama biçimini, sömüren egemen devletin istediği biçime dönüştürmektir. Eğitim ve kültür alanında kendini gösterir. Evrensellik, tarafsızlık, objektiflik, çağdaşlık, ekonomik gelişmişlik, küreselleşme, hümanizm gibi kavramlar bu sömürgecilik türünde sıklıkla kullanılır.19.yüzyılın ikinci yarısından beri kullanılan sömürgecilik türü budur.
Zihnî sömürgeciliğin aktörleri 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra devletler olmuşsa da, o dönemden itibaren devletleri de araç olarak kullanan sermayedarları dikkate almak daha doğrudur. Bugün devlet görünümlü olan Amerika ve İngiltere gibi ülkeleri, Rothschild, Rockefeller gibi sermayedarların ve ulusötesi yapıların sahibi olduğu organizasyonlar olarak düşünmek gerek. Bir başka deyişle bu organizasyonların Amerika, İngiltere, Fransa veya İsrail gibi ülkeleri devlet olarak göstermesinin nedeni zihni sömürgeciliğin birer gerekliliğidir.
Hem Rothschild, Rockefeller gibi sermayedarların hem Dış İlişkiler Konseyi, Trilateral Komisyon ve Bilderberg, İlluminati gibi ulusötesi yapıların amacı sadece kâr elde etme, sermayelerini artırma değildir. Aynı şekilde bu tür yapıların güdümündeki Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Birleşmiş Milletler, UNESCO, UNICEF gibi ulusötesi örgütleri de birer yardım kuruluşları yahut sorun çözme merkezleri olarak değerlendirmemek gerekir. Bunlar bir bütünün parçalarıdır. Bu tür ulusötesi yapılar ve sermaye sahipleri, eğitimi ve kültürü, önce, ilgili ülkenin kültüründen soyutlandırır. Ardından yahut aynı zamanda eğitimi maddiyatın aracı haline getirir, her türlü başarı ekonomik temelli olarak açıklanır. Bir başka deyişle eğitim, kültürden arındırılarak edebin, hakkın, ahlakın, kulluğun olmadığı sistemler olarak yapılandırılır.
Bizim eğitim sistemimize gelince; kolonyalizmin olmadığı ülkemizde fiili sömürgecilik elbette hiç olmadı. Ancak batılılaşma gayretleri nedeniyle zihni sömürgecilik, Tanzimat’tan beri ülkemizde yürürlüktedir. Eğer her türlü mesele, hak-batıl olarak ortaya koyulmazsa yahut şeytanın bir ahdi olarak dünyada Allah’ın kullarını yoldan çıkartma amacı dikkate alınmazsa komplo teorisi gibi görülen bu tür anlamlandırmalar bizi sömürgecilere mecbur bırakmaya devam edecektir. Bu nedenle ülkemizde gerçek özgür bir eğitim için kültürü temel alan bir eğitim yapısı kurulmalıdır. Diriliş ancak böyle mümkün olabilir.