Sanılanın aksine Milli Eğitim Bakanlığı, yüzyıl önce kurulan eğitim sisteminin bekçiliğini, koruyuculuğunu yahut muhafazasını sağlamakla görevlidir. Kendisinin kurum olarak dişe dokunur ciddi bir değişiklik yapması bir yana, kallavi bir reform yapılmasına da müsaade edilmez ve kendisi de edemez. Bu konuda iktidarın renginin ne olduğu da çok fazla önemli değildir. Solcu da olsanız, sağcı olsanız, dindar (!) da olsanız fark etmez. Size müsaade edilen alanda oynamanız yeterli veya gereklidir. Bakın eğitimin kısa tarihine, ciddi bir değişiklik göremezsiniz. Mesela İmam-hatipler kapansın mı açılsın mı tartışması, tüm kısırlığıyla hala sürmektedir. Ne kadar sürerse sürsün imam-hatiplerin görevi, seküler-laik devletin imam ve hatiplerini yetiştirme görevini yerine getirmek yahut ona zemin hazırlamaktır. Nokta. Batıcı gelir bu okulun içeriğini ya da biçimini değiştirir yahut süreyi kısaltır; batıcı olmayan gelir süreyi uzatır, müfredata ders ekler ya da çıkarır.
Bir başka ifadeyle öteden beri ve halen eğitimin her unsuru, kuruluş amacını hakkıyla yerine getirir. Mesela Bakanlık sistemin bekçiliğini yapar; müdür bu bekçiliğin birim görevlisidir; öğretmen her zaman ideologdur.
Eğitim sisteminin kimliksizlik özelliği, içinde barındırdığı batıcı ruhla devam eder gider. Bugün MEB, eğitimin gelişmesinin daha doğrusu Türk kültürünü temel alan bir eğitim yapılmamasının önündeki en büyük engeldir. Dahası sadece engel değil, bunun müdafisidir de. Bundandır MEB’e atanan Bakanlar, gerçekten gelirler “bakarlar” ve giderler. Hükümetler de öyle. Bugün hemen hemen tüm siyasi partilerin parti programlarında eğitime dair hedefler birbirinin benzeridir. Bu neden böyledir?
Bunun birinci nedeni Türkiye’nin genel tasavvurunun böyle olmasıdır. Havuzdan aldığınız bir bardak suyu analiz ettiğinizde havuzun özelliğini de ortaya çıkarmış olduğunuz gibi eğitimin içinde bulunduğu durumu ortaya koyduğunuzda aslında Türkiye’nin özelliğini ortaya koymuş oluyorsunuz. Ya da herhangi bir okulun özelliği Türk eğitim sisteminin içinde bulunduğu durumu açıkça ortaya koyar. Herhangi bir ortalama vatandaşa yahut meslek erbabına baktığınızda da bu durumu görebilirsiniz. Bundandır şehirlerimizin, sokaklarımızın, evimizin, okulumuzun çirkinliği bizim ruhumuzun ve düşüncemizin çirkinliğinden kaynaklanır. Tipik Rus matruşkası gibidir hayat.
İkinci neden içinde bulunulan atalettir. Toplumun atalet içinde bulunmasının en önemli nedeni tarihle bağlarının kesilmiş olmasından kaynaklanır. Türkiye’de aydınların kahır ekseriyeti (buna İslamcılar (!) dâhildir) batının şakşakçısıdır. Görevlerinden biri toplumu atalet içinde tutmaktır. Bunu elbette eğitimle yaparlar. Ancak hem bizde hem de Afrika’da öteden beri sosyal eğitim, formal eğitimden daha etkili olmuştur. Çünkü böyle kurgulanmıştır. Mesela bugün sosyal medya, eğitimin medyasından daha etkilidir. Dün Tan gazetesi etkiliydi, bugün de Tan’ın ruhunu taşıtan medya etkilidir mesela. Burada eğitimin görevi sosyal medyanın oyaladığı bu insanı dinlendirerek atalet içinde kalmasını sağlamaktır. Medya ile heva ve hevesleri obezleşen insan, okullar eliyle zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Bu oyalanmada kazançlı çıkan ise sadece MEB’dir. Çünkü atalet içinde olanları, hız ve haz kazanabileceğine inandırmaktadır. Bütün gayret bunadır. Gayret samimiyetsiz olduğundan da eğitim sadece bir temennidir.
Eğitimin bu halde olmasının üçüncü ve son nedeni işlerin sarpa sarmasıdır. Bir tür anarşizm yani. Belki de bir kargaşa (kaos) hali demek daha doğru. Bu esasında bir haldir, bir yönetim biçimidir. Bazen işlerin çözülmemesi en iyisidir.
Peki, ne olacak ya da ne olmalı? Kuşkusuz kültürümüzü temel alan bir eğitim olmalıdır. Yani “Eğitimin Türkçesi”ni kurmalıyız. Biraz zor olacak elbette. Çünkü Batının kompradorları çetin ceviz. Bu nedenle bize lazım olan Üstadın “cenazemde olmasın çelengim top arabam, Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam” mısrasındaki gibi inanmış adamlardır. İnanç, tekeden bile süt çıkarır evet…