Bu satırları eğitimin içinden biri olarak yazıyorum. Uzun süredir liselerde görev yapıyorum ve şimdiye kadar eğitimin neredeyse bütün kademelerinde hem yönetici hem öğretmen olarak yer aldım. Dolayısıyla eğitim sistemimizin son 20 yılını bizzat deneyimlemiş biri olarak görüşlerimi açıklamak istiyorum. Bilindiği üzere ülkemizdeki zorunlu eğitimin süresi 2012 yılında 4+4+4 sisteminin yasalaşmasıyla 12 yıla çıkarıldı. İmam Hatiplerin ortaokul kısmını kapatmak amacıyla 28 Şubat sürecinde çıkarılan sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulaması, 2012’deki değişikliğin asıl gerekçesini oluşturuyordu. Uzun yıllar hem İmam Hatiplerin hem de meslek liselerinin kat sayı zulmüne maruz bırakılarak üniversitelere girişlerinin engellenmesi 28 Şubat zihniyetinin uygulamaya koyduğu tamamen siyasi kararlardan bir diğeriydi. Bu dönemde sekiz yıla çıkarılan zorunlu eğitim nihayetinde 2012 yılında yeni bir kararla 12 yıla çıkarılmış, 4+4+4 sistemiyle İmam Hatiplerin ortaokul kısımlarının yeniden açılması sağlanmış, kat sayı engeli de kaldırılmıştır. Dolayısıyla 12 yıllık zorunlu eğitim kararının verildiği dönemin siyasi şartları böyle bir adım atılmasını gerektiriyordu. Fakat bugün itibariyle demokratik şartlar daha da olgunlaşmış, 12 yıllık zorunlu eğitimi gerektiren şartlar ortadan kalkmıştır. Şimdi 12 yıllık zorunlu eğitimi yeniden düşünmek ve Avrupa ülkelerindeki uygulamaları dikkate alarak revize etmek durumundayız.
Çoğu Avrupa ülkesinde tam zamanlı zorunlu eğitim/öğretim ortalama 9-10 yıl sürer ve 15-16 yaşında sona erer. Sadece Belçika, Lüksemburg, Portekiz ve İngiltere’de tam zamanlı zorunlu eğitimin süresi 12 yıldır. Avrupa ülkelerinde zorunlu eğitim dönemi genellikle ilk ve ortaokul düzeylerini (ISCED 1 ve 2) kapsar ve tam zamanlı okula devama karşılık gelir. Belçika, Almanya, Hollanda, Portekiz gibi ülkelerde 18-19 yaşına kadar eğitim sisteminde kalmak zorunludur. Ancak bu ülkelerde, 15-16 ve 18-19 yaşları arasındaki öğrenciler, yarı zamanlı okul temelli ve yarı zamanlı işyeri kurslarını birleştiren eğitim/öğretim programlarına katılabilirler. Yalnızca öğrencilerin hem okul hem de işyeri dersleri için değerlendirildiği programlar ‘tam zamanlı zorunlu eğitim/öğretim’ olarak kabul edilir. Yani bu ülkelerde 15-16 yaşından sonra okula devam zorunlu değildir. Avusturya, Polonya ve Birleşik Krallık’ta (İngiltere), resmi okuldan ayrılma yaşından sonra, öğrenciler 18 yaşlarına kadar eğitim veya öğretimde kalmak zorundadır. Ancak buralarda da tam zamanlı katılım zorunlu değildir. Öğrenciler bu yükümlülüğü tam zamanlı eğitim veya öğretime, iş temelli öğrenime veya yarı zamanlı eğitim veya öğretime katılarak yerine getirebilirler. Dönemin Milli Eğitim Bakanı olan Mahmut Özer’in popülizmine kurban giden MESEM uygulaması işte bu örnekler dikkate alınarak hayata geçirilmişti. Lakin yeterli planlama yapılmaması, kontrolsüz büyüme, istismara yol açması gibi sebeplerle istenen netice bir türlü alınamadı. Kaldı ki Avrupa ülkelerinde mesleki eğitimde olmayan devam zorunluluğu bizde devam ettirildi. Şimdiki Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in göreve geldiği ilk günden itibaren bu alandaki açığı kapatmak için önlemler aldığını, yeni planlamalar hayata geçirdiğini görüyoruz. Umuyorum ki atılan bu yeni adımlar kısa zamanda neticesini gösterecektir.
Eğitim söz konusu olduğunda ülkenin sosyo-kültürel-ekonomik durumu, demografik yapısı, gelişim seviyesi, sanayileşme durumu, gelenekleri, inançları gibi pek çok etken dikkate alınmak durumundadır. Türkiye halen gelişmekte olan ülkeler arasında yer almakta olup tüm Avrupa ülkelerinden daha fazla genç nüfusa sahiptir. Nüfusun önemli kısmı şehirlerde yaşasa da ülkemiz bir tarım ülkesi konumunu da korumaktadır. Ülkemizin batısında yer alan İstanbul, Bursa, Kocaeli, İzmir gibi şehirler sanayileşme açısından ileri durumdayken diğer şehirler halen sanayileşme aşamasındadır. Adana, Antalya, Konya, Urfa gibi şehirler ise tarım sektörüyle öne çıkmaktadır. Dolayısıyla eğitimde alınacak kararların ülkenin her yerinde aynı sosyolojiyle yürütülmesi imkânsız hale gelmektedir. 2012 yılından bu yana ortaya çıkan bazı yeni sorunlar mevcut uygulamanın ortaya çıkardığı çarpıklıklardır. Bu anlamda “Suça Sürüklenen Çocuklar”, “Artan sokak şiddeti”, “Kalifiye ara eleman sıkıntısı”, “artan uyuşturucu-alkol bağımlılığı”, “LGBT sapkınlığı”, “Öğretmene şiddet”, “Akran zorbalığı”, “Bekar nüfusun artması” gibi konular doğrudan veya dolaylı olarak 12 yıllık zorunlu eğitimle birlikte değerlendirilmesi gereken konulardır. Çünkü bahse konu sorunların yoğunlaştığı yaş grubundaki yaklaşık 16 milyon insanımız 2012 sonrasında zorunlu eğitime tabi tutulan kitle içerisinde yer almaktadır.
Ülkemizin eğitim sistemi sırasıyla üç ülke dikkate alınarak inşa edilmiştir: Fransa, Almanya ve ABD. Bu ülkeler bizim aksimize sanayileşmesini tamamlamış ileri seviyedeki ülkelerdir. Özellikle Almanya hem sanayileşmesiyle hem de eğitim seviyesiyle dünyanın bir numaralı ülkesi konumundadır. Bu üç ülkede eğitim planlaması toplam genç nüfusun %10’u akademik eğitime geri kalan %90’ı mesleki eğitime yönlendirilerek yapılmaktadır. Benzer şekilde ülkemizde de lise sınavlarına giren öğrencilerin ancak %10’u nitelikli okullara girebilmekte, geri kalanları ise sınavsız okullara veya mesleki liselere yönlendirilmektedir. Avrupa ülkelerinden farklı olarak bizde hiçbir mesleki eğitim verilmeyen, akademik olarak da istenen başarı sağlanamayan düz liseler (sınavsız Anadolu liseleri) bulunmaktadır. Bu liseler adres sistemine göre kayıt yapmakta olup liseye geçiş sınavında başarılı olamayan yaklaşık 5 milyon gencimize adeta bakıcılık yapmaktadır. Çünkü bu liselerde okuyan öğrencilerin üniversiteye giriş oranları %10-15 aralığında olup bu öğrenciler hiçbir mesleki eğitim almadan 12. sınıftan mezun olmaktadır. 18-19 yaşında birdenbire hayatın ortasına düşen bu gençler meslekleri olmadığı için ne yapacaklarını bilemez durumda sağa sola savrulmaktadır. Oysa %10’luk dilimi alan nitelikli okullarda üniversite kazanma oranları %80-85 arasındadır. Yine meslek liselerine devam eden öğrenciler de 10. sınıftan itibaren bir mesleğe yönlendirilmekte, 11. sınıftan itibaren staja başlamakta ve bu gençler hiç olmazsa bir meslek öğrenmiş olarak kısa yoldan hayata atılabilmektedir. Buna rağmen meslek liselerinde bile eğitimin zorunlu olmasından kaynaklanan okulu bırakma oranı %20’leri geçmektedir. Sınavsız liselerde de bu oran aşağı yukarı aynıdır. Kısacası 12 yıllık zorunlu eğitimi hakkıyla tamamlayanlar sadece nitelikli okullarda okuyan %10’luk dilimdeki öğrencilerdir. Akademik zekaya sahip olmayan düz lise ve meslek lisesi öğrencilerinin en zorlandıkları ve okulu bırakma gerekçelerini oluşturan dersler ise büyük oranda Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Edebiyat gibi akademik derslerdir.
Zorunlu eğitimin 12 yıl olması özellikle düz liselerde ve meslek liselerinde görev yapan öğretmenleri zorlamaktadır. Akademik zekâsı olmayan ergenlik dönemindeki milyonlarca gencimiz derslerde başarılı olamayınca kendilerini ispat etmek gayesiyle şiddete, uyuşturucuya, alkole veya anarşiye yönelmektedir. Bu okullardaki şiddet olaylarının diğer okulların kat be kat üzerinde olması bunun basit bir göstergesidir. Mecburiyetten dolayı okula gelen bu gençlerin karşısında öğretmenler de çaresiz kalmaktadır. Oysa bu gençlerin lise birinci sınıftan sonra devam zorunluluğu olmadan liseyi dışarıdan bitirmesine imkân sağlanması, bir mesleğe yönlendirilmesi ve takibinin esnaf odaları iş birliğiyle yapılması tek çıkar yol olarak görülmektedir. Geçmişte bu işlevi yerine getiren Çıraklık okulları vardı. Benzer şekilde bu gençlere bir amaç, bir ideal, bir meslek edindirmek ve usta-çırak ilişkisi temelinde Âhi kültürüyle yetiştirmek bizim sosyolojimize en uygun olan yoldur. Çıraklık için en uygun yaşların 13-18 yaş arası olduğu düşünülürse ergenlik dönemine girmiş milyonlarca gencimizi mezun olduğunda hiçbir meslek edinemeyeceği, akademik olarak başarılı olamayacağı, kişiliğini sağlıklı şekilde inşa edemeyeceği ortamlara hapsetmek en çok da toplumumuza zarar vermektedir. Ahmet Minguzi olayında görüldüğü gibi geleceğe dair hiçbir umudu olmayan gençlerimiz çetelerin tuzağına düşmekte ve her yıl binlerce insanımızın ölümüne veya yaralanmasına sebep olmaktadır. Oysa bu gençler ortaokuldan çıktıktan sonra bir ustanın yanına verilse, bir meslek öğrense, akşama kadar alın teriyle çalışıp ev ekonomisine katkı sağlasa emin olun ne şiddete bulaşırlardı ne de uyuşturucuya yönelirlerdi. Bu sayede “Suça Sürüklenen Çocuklar” gibi olgular da ortaya çıkmamış olurdu.
Yukarıda saydığımız sebeplerin dışında daha onlarca gerekçe sıralayabiliriz. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in de benzer endişeleri taşıyor olması milletimiz adına bir şanstır. Çünkü popülizmin asla girmemesi gereken bir alan varsa o da eğitimdir. Sayın Yusuf Tekin kangren olmaya yüz tutmuş sorunları görmekte ve kararlılıkla neşteri vurmaktadır. Bu yerinde müdahaleler millet gemisinin geleceğe emin adımlarla yol almasını sağlayacaktır. Sonuçta lise okumak istemeyen bir ergeni zorla okula getirtmek adeta bombayı öğretmenlerin kucağına atmak gibidir. Benzer şekilde hiçbir zanaatı olmadan liseden mezun olan bir genci toplumun kucağına bomba gibi atmak demektir. Hiçbir gelecek ümidi olmayan, mesleği olmayan, yeteneklerini ve şahsiyetini bulamamış bu gençler toplumun içine adeta mayın gibi dağılmaktadır. Artan suç oranları, sebepsiz cinayetler, şiddet, çeteler, kötü alışkanlıklar hepsi bu plansızlığın neticeleridir. Bunu görmek zorundayız! Matematik dersinde “kafam almıyor hoca, ne yaparsan yap” diyen bir ergeni, keşfedilmeyi bekleyen farklı mesleki yetenekleri varken dört duvar arasına sıkıştırmak bize çözüm değil sorun getiriyor. Kaldı ki ülkemizde kimi bölgelerde ilkokul ve ortaokullar için derslik sorunu varken binlerce binanın düz liselere veya öğrencilerinin yarısı okulu bırakmış geri kalanının da mecburen okula gelenlere tahsis edilmesi ekonomik açıdan da makul görünmüyor. Özellikle düz liselerin (sınavsız öğrenci alan Anadolu liseleri) eğitim sistemimizin en zayıf halkası olduğunu belirtmek durumundayız. Bu liselerde okuyan öğrencilerin ancak %10-15’i üniversitelerin düşük puanlı yerlerine girebiliyorsa bu kurumları ısrarla devam ettirmek hiç de akıllıca değil. Bunun yerine Almanya örneğinde olduğu gibi nitelikli okullara giremeyen öğrencilerin tamamının mesleki eğitime yönlendirilmesi, devam zorunluluğunun 9 yıla indirilmesi ve her bölgenin ihtiyaçları dikkate alınarak istihdam planlamasının yapılması en geçerli yöntem olacaktır. Bu sayede hem iş dünyasının ihtiyacı olan ara eleman sıkıntısı (fabrika işçisi, operatör, fayans ustası, su tesisatçısı, kaynakçı, inşaat ustası, elektrikçi, oto tamircisi vs.) giderilmiş olacak hem de çetelerin aradığı tipoloji olan başıboş kalmış gençler (Suça Sürüklenen Çocuklar) sorunu ortadan kalkacaktır. Diğer tüm sorunlar da buna bağlı olarak aşamalı şekilde azalacaktır. Bu sayede ülkemiz kazanacaktır, milletimiz kazanacaktır.
Yunus Emre Altuntaş
1-ülkemizde bu kadar çok üniversitenin açılması bence yanlış
2-benim doğup büyüdüğüm ilçede 400 ortaöğretim ilköğretim öğrencisi bulunurken 1600 meslek yüksekokulu öğrencisi bulunmaktadır. Kasabalara kadar üniversite açılmasını yanlış buluyorum.
3- ortaöğretimde 10 sınıftan itibaren yapılacak genel bir sınav ile akademik potansiyeli olan öğrenciler daha kaliteli bir lise eğitimine tabii tutulmalı diğer öğrencilerin tamamı meslek okullarına yönlendirilmelidir.
4- özellikle mesleki eğitime öğrencilerin yönlendirilmesi şarttır
hocam teşekkür ederiz, oldukça açıklayıcı ve ikna edici bir yazı olmuş
Zorunlu Eğitim Sorunlu Eğitim Oldu-https://www.maarifinsesi.com/zorunlu-egitim-sorunlu-egitim-oldu/