FATMA KAPLAN APAN
Yıl 1942… Ocak ayının soğuk bir kış günü.
Kaplan zade Mustafa Bey doğacak ikinci çocuğu için Konya’nın çok sevilen hocası Zekai Sarsılmaz’ın adını vermek istiyordu hep. Oysaki kendisi sekiz yaşında yetim kalmış ve geleneksel aile yapısına göre babasının adını vermesi gerekirdi.
O musikiye yatkınlığı ,ulema sınıfına verdiği ehemmiyete binaen dünyaya gelen ilk oğluna ‘’Zekai’’ ismini koydu. Küçük Zekai de onun gibi musikişinas ve alim olsun olsun diye dua ederdi.
Mustafa Bey‘in ismini verdiği Zekai Hocaefendi çok iyi bir eğitim almış ve Aziziye camiinde on yıl müezzinlik yapmıştı.
Sesi çok güzeldi. Halk onun ezanını dinlemek için dükkanlarından çıkar, minarelerin altına toplanırdı. Ramazanlarda, bayram günlerinin seher vakitlerinde okuduğu naat ilahi, sala ve ezanla Zekai Efendi tek başına Konya halkını vecd ve istiğraka boğardı.
Onun hayranlarından biri de Mustafa Efendiydi. O da dükkanından çıkar ezanı dinlerdi. Fırsat buldukça da musiki meclislerinde bulunurdu.
Kendisi maddi imkansızlıklar nedeniyle tahsil yapamamıştı. Kuran’ı kerimi öğrenmiş ve yarım hafız olmuştu. Sesinin güzel olmasından dolayı da mahallesindeki camide fahri imamlık yapıyordu.
Zekai Kaplan ilkokulu ablası ve kardeşi ile beraber okudu. İlkokuldan gelince bahçedeki tulumbadan su çıkarır, yün yıkayan annesine yardım ederdi. İş bitiminde ablasıyla hikaye ve roman okurlar, küçük el radyosundan şarkılar dinlerlerdi.
İlkokuldan mezun olduktan sonra Türkiye’de ilk açılan beş okuldan biri olan Konya İmam Hatip Okuluna kayıt oldu. Babası hevesle kaydettiği bu okula oğlunun gidişini iki ay görebildi. Geçirdiği bir kaza sonucu 42 yaşında vefat etti.
Zekai Kaplan, için artık zor günler başlamıştır. 12 yaşında yetim kalmasının yanı sıra ailenin büyük çocuğu olarak omuzlarına yük bindi.
Maddi imkansızlıklar sebebiyle hafta sonlarında ve yaz tatillerinde çalışmaya başladı. Sosyal güvencenin olmadığı yıllardı….
Annesi evde inek besliyor, ekiyor, biçiyor ve aileyi ayakta tutmaya çalışıyordu.
Bunca zorluğun arasında Zekai’nin genlerinde var olan musiki aşkı neşv ü nema bulmuş, kendi kendine ney öğrenmeye ve üflemeye başlamıştır. Babasının duaları boşa çıkmamış Allah oğlunu kadir kıymet bilen hocalarla karşılaştırmıştır.
Bu hocalardan biri de Arif Etik’di. Arif Etik resmi hiçbir okulu bitirmemiş olmasına rağmen okuma ve ilim aşkı onu fakülte hocalığına kadar getirmiştir. Kendi kendine öğrendiği Arapça, Farsça, Fransızcasıyla günümüzde akademisyenlere örnek olacak birisidir.
Mesnevinin tamamını ezbere bilmesi ve kelimesi kelimesine açıklaması takdire şayandır.
Arif Etik Hoca aynı zamanda iyi bir mevlithan ve iyi bir gazelhandı. Yurt içi yurt dışı pek çok konserde yer almış, yerli yabancı dinleyicileri kendisine hayran bırakmıştı.
Sahaflık yapması sebebiyle Konya’nın ve Türkiye’nin aydın okur yazar, musikişinas insanlarının uğrak yeriydi dükkanı. Zekai Kaplan ve arkadaşı Talip Arışahin de neredeyse her gün onun dükkanına uğrar okudukları kitapları yenisiyle değiştirirlerdi.
Zekai Kaplan musiki deyince okulda akla gelen ilk isimdi. Durmadan musiki ile ilgili kitaplar alıyor, heyecanla okuyor, yeni öğrendiği bilgileri uyguluyordu.
Arif Hoca öğrencisi Zekai Kaplan ‘ın musiki aşkını ve zevkini keşfetmiş, onu yanından hiç ayırmamıştı. Yetim bir çocuk olan Zekai hocasında baba şefkati bulmuş, ondan daha fazla nasıl istifade ederim diye yanından hiç ayrılmamıştır.
Arif Hoca da bütün musiki birikimini öğrenmeye açık bu öğrencisine cömertçe hiç sakınmadan aktarmıştır. Meşk yoluyla repertuarını Zekai Kaplan‘la paylaşmıştır.
Lise 2’de şarkı güftelerini yazdığı küçük bir defteri vardı Zekai Kaplan’ın. Şu an musiki eğitimi almış olanların bile geçmeye çekindiği, belki de güftesini bilemediği şarkılarla süslemişti defterini.
Kendi kendine kamış edinmiş, ve ney yapmıştı. Hocasının yardımıyla da çok çabuk kavramıştı bu sazı. Kısa sürede neyi üflemeyi öğrenmiş, eserler geçmeye başlamıştı. Duyduğu bütün eserleri notaya alıyordu. Usul vuruyordu. Makam öğreniyordu.
Arif Hoca öğrencileri toplar, okula çok yakın Musalla Mezarlığı’ndaki namazgaha götürürdü. Orada öğrenciler maç yaparken Arif hoca da musiki öğrenmeye çok hevesli talebesiyle ilahi meşk ederdi.
Lise bitip Konya Y.İ.E ne başladığında tarihler 1962’yi gösteriyordu. Tevafuk Arif Hoca da aynı enstitüde göreve başlamıştı.
Farsça ve Dini Musiki derslerine giriyordu. Artık hocasıyla daha fazla eser geçmeye başlamıştı. Mevlevi ayinleri, duraklar, şuğuller, nefesler, takımlar….
Musiki ilmine ilim katıyordu. Enstitüde son sınıf öğrencisi iken hocası Arif Etikle beraber Avrupa’da ilk defa gerçekleştirilen sema mukabelesi için Fransa’ya gitmişti. Diğer yıllarda da Konya’da gerçekleştirilen ihtifallere katılmış, ihtifal sonrası İstanbul’dan gelen çok değerli isimlerle meşk etmişti.
Yüksek İslam Enstitüsü ‘nden mezun olur olmaz Konya’ ya tayin oldu. 25 yıl boyunca Konya Merkez İHL de Meslek Dersleri ve Dini Musiki derslerine girdi. Aynı zamanda mezun olduğu enstitüde de Dini Musiki derslerine girdi.
1966 yılında İHL’ de kurulan 40 kişilik Mehter takımını çalıştırdı. Kıyafetler aslına uygun olarak İstanbul’da diktirilmiş, çalgı aletleri yaptırılmıştı. Geçit sırasında Konya halkı mehteri gözyaşlarıyla seyretmiştir. Mehter takımında yer alan öğrenciler bugün bile anılarını tazelerken gözleri nemlenir.
Öğretmenlik mesleği sanattır. Sanatçı bir kimliğe sahip olan Zekai Hoca bunu öğretmenlikle birleştirince kendini öğrencilere hayran bırakmıştır. Sanatçı insan çok farklı ruha sahiptir.
Haksızlığa tahammül edemez, başkalarının acısına ortak olur. Empati yeteneği gelişmiştir. Bu sayede öğrenci ne hissediyor , nasıl yaklaşabilirim diye düşünür hep.
Zekai Hoca içinde musiki aşkı olan nice öğrenciye ilham kaynağı olmuştur. Öğrencilerin elinden tutmuş, onların musikide iyi bir makama gelmelerinden dolayı çok mutlu olmuştur. Zekai Kaplan
devamlı öğreteyim derdi. Bildiklerini aktarmak isterdi hep. Bir öğrencisi “Hocam şu eseri geçebilir miyiz?‘’ dediğinde asla kırmaz günlerce o eseri öğretmek için uğraşırdı. Yeter ki musikinin kıymetini bilen birisi ondan bir şey istesin.
Zekai Hoca musikinin normlara göre öğrenilmesini isterdi. Notasız musiki olmaz derdi. Derslere devamlı neyi veya kudümüyle gider,o yıllarda çok bilinmeyen bu sazları öğrencilerinin de tanımasını isterdi. Öğrencilere aşıladığı musiki sevgisi sayesinde öğrenciler müzik derslerini iple çekerdi.
Zekai hocanın haftada iki kere musiki meşk edilen oturması vardı. İlki cumartesi günleri klasik eserlerin geçildiği bir toplantı. İkincisi de salı günü Konya’nın büyük camilerinde görev alan imam, müezzin ve yetenekli öğrencilerinin katıldığı diğer bir toplantı.
Meşkler usta çırak ilişkisi şeklinde olurdu. Zekai Hoca okur, hazirun dinlerdi. Hazirun okur Zekai Hoca dinlerdi. Tek tek okuturdu. Daha sonra koro halinde okuturdu. Dizler birbirine değerdi. O yıllar evler küçük gönüller büyüktü.
Herkesin arabasının olmadığı yıllar.. Karda yağmurda bisiklet veya toplu taşımayla gidilir, kimse halinden şikayet etmezdi.
Konya’da şu an musikiyle az veya çok ,amatörce veya profesyonel anlamda ilgilenen her kim varsa yolu bir yerde kesişmiştir. Vefatından iki ay önce basılan kitabı hala okutulmakta, elden ele fotokopileri gezmektedir.
O hayatı boyunca kitabı hariç musikiden bir lira bile kazanmamış bilakis öğretme aşkı onu mesleki doyuma ulaştırmıştır. Vefatından 3 yıl önce felç geçirmiş ama kısa sürede toparlanmıştı. Dilinde perteklik kalmış sol elini kullanırken zorlanıyordu. Ankara’ya tedavi için gider. Nöroloji doktoru sorar:
-Zekai Bey şikayetiniz nedir?
Cevap çok ilginçtir.
-Doktor bey düm vuruyorum da tek’i vuramıyorum.
Doktor anlamaz. Yanındaki arkadaşının yüzüne bakar. O da:
– Doktor bey, hocam müzisyendir. Kudümü vuramadığını söylüyor der. Onu Ankara’ya gitmeye zorlayan şey çok sevdiği kudümü çalarken ellerini kullanamamasıdır.
Belki oğlunu göremedi ama Mustafa Bey’in adını koyarken ettiği dualar kabul olmuş, oğlu istediği bir seviyeye gelmiştir. Günde en az on saat musikiyle uğraşmış, Türk musikisini daha güzel yerlere taşımak, hocalarından öğrendiklerini öğrencilerine aktarmak için sürekli çaba sarf etmiştir.
Ölümden korkmazam be hey yarenler..
Budur korkum yardan ki ayrılam ben..
Çok severek icra ettiği bu eserde de olduğu gibi tek korkunun insanın Allah tan ayrı düşmemesi olduğunu düşünürdü.
Bu ayrılığı daha fazla uzatmadı. İkinci kitabının hazırlıklarını yaparken kalbindeki rahatsızlık nedeniyle beyine atılan pıhtı onu bu fani dünyadan kopardı.
Geride yetiştirdiği sayısız öğrenci, güzel arkadaşlar , güzel sohbetler ,hatıralar bıraktı. Allah rahmet eylesin.