ÜSTÜN ZEKALI ÖZEL YETENEKLİ ÖĞRENCİ TARAMA VE TANILAMA ÖĞRENCİ SEÇME VE YERLEŞTİRME UYGULAMALARIMIZ
Genel ve zorunlu eğitim iki asırdır dünya gündeminde; Osmanlıdan Cumhuriyete miras önemli maarif konularının da başında geliyor. İlk mektebin zorunlu kılınması, tüm vatandaşların okur yazar olması vd. hedefler Meşrutiyet devrinde konulmakla birlikte projelendirilmesi Cumhuriyet dönemine kalmış. Tevhid-i Tedrisat, tek mektep, memleket sathında okullaşma, şehirlerde derslik sayısının artırılması, öğretmen ihtiyacının karşılanması, ders araç ve gereçlerinin sağlanması, müfredat programlarının güncellenmesi, dünyada ve hassaten gelişmiş ülkelerin eğitim sistemlerinin incelenerek uygulanabilir modellerin devşirilmesi, bu işleri omuzlayabilecek eğitim kadrolarının yurt içinde ve yurt dışında ihtisaslarının temini, dünyaca muteber eğitim uzmanlarının Türkiye’ye davet edilerek ilim ve irfanlarından istifade teşebbüsleri Cumhuriyet devri eğitim tarihimizin gündeminden hiç düşmeyen meseleler…
Genel ve zorunlu eğitimin getirdiği gündemlerin içinde bir özel gündem daha var ki hala eğitimi ciddiye alan tüm ülkeler bu konu üzerinde ciddiyetle çalışmaya devam ediyor. üsBireylerin tanılanarak zeka, istidat, kabiliyet, itiyat, sıhhat ve seciyelerine göre (bugün yetenek/zeka olarak daratlmışız) uygun eğitim kurumlarına ve programlarına yönlendirilmesi konusu eğitim çevrelerince sadece özel eğitimde özel yeteneklilerin eğitimine dair bir konu başlığı gibi algılansa da; kamunun eğitim hizmeti yürüten resmi/özel tüm birimlerini ilgilendirmektedir.
Çocuk sahibi her anne baba, çocuklarının iyi bir eğitim alabilmesi için ulaşabilecekleri ve erişebilecekleri en nitelikli (!) okulu hedeflemekteler. Makro düzeyde eğitim politikaları üreten kurumların da hedefi nitelikli (!) okullara üstün zekalı/yetenekli bireylerin yerleşmesini sağlamak üzerine… Buraya kadar arz ve talebin varlığı konuya başka bir alt boyut daha kazandırıyor. Tanılama ve yerleştirme boyutu…
Eğitim tarihçisi olarak bu yazıda Cumhuriyet tarihimiz boyunca uygulanan tanılama yöntemlerini ele alarak yaşanan değişim ve dönüşüme dikkat çekmek istedim. Uygulamaların geçmişine yönelik farkındalık iş geliştirme süreçlerinde aydınlatıcı olabilmektedir.
Cumhuriyetin ilk otuz yılında tanılama ya da seçme sınavı yapan kurumlar arasında şehir yatı mektepleri, ideadi ve sultanilerin yatılı kısımları geliyor. Askeri okullar, öğretmen okulları (darülmuallimin ve darülmuallimatlar), yüksek öğretmen okulu (darülmuallimin-i ali), Darüşşafaka, yabancı misyon okulları, Darülfünün, Yüksek Fen Okulu, İnşaat Mektebi, Gazi Terbiye Enstitüsü, Darülfünün ardından İstanbul Üniversitesi tanılama/sınav yapan okulların başında geliyor. Ağırlıklı olarak yazılı sınav ile öğrenci alan bu okulların özellikle yatılı olanlarında sağlık muayenesi de kriterler arasında görünüyor. Özellikle büyük salgın dönemlerinde (kolera, verem, malarya, influenza) sağlık muayenelerinde daha hassas davranılmış. Okul tanılamalarında uygulamasına rastlanmasa da Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın maarifle ilgili tüm platformlarda dile getirdiği ve maarif şurasına taşıdığı bir tanılama daha var, psikolojik ve psikoteknik tanılamalar. Gökay, özellikle disiplin, çocuk cürümleri ve hususi kabiliyetlerin teşhisi konusunda psikolojik tanılamanın önemini sıklıkla vurguluyor. Öğretmenlere yönelik psikolojik testlerin tanıtımına dair 1925 yılında kaleme aldığı yayınları da bulunmakta. Bu konuya verdiği önemden dolayı yetiştirme yurtlarının ilgili komisyonlarına Cumhurbaşkanlığınca mütehassıs olarak da atanmış.
20. yüzyılın en popüler tanılama araçları arasında hiç şüphesiz psikolojik testler (zeka, IQ) başta geliyor. Eğitim tarihimizde zeka testlerinin kullanımına dair ilk bulgulara 1915’te rastlıyoruz. İbrahim Alaaddin Gövsa, Ali Haydar Taner, Sadrettin Celal Antel, Refia Şemin Uğurel, Mustafa Şekip Tunç, William Peters, Mümtaz Turhan bu dönemde psikolojik testlere ve tanılamalara en çok kafa yoran, en çok mesai yapan isimlerdir. Bu isimlerin arasında Sadrettin Celal Antel’in İstanbul Üniversitesi’nin o dönemdeki bölümlerine öğrenci seçimine dair sınavı benzer seçme sınavından önemli farklar barındırmaktadır. İstanbul Üniversitesi Pedagoji Enstitüsü’nde çevrilen/geliştirilen testlerin 1937-1950 yılları arasında İstanbul’un her eğitim seviyesinden pekçok okulunda uygulandığı görülüyor. Fakat, bu testlerin tamamı seçme ve yerleştirmeden ziyade mevcut öğrencilerin durumlarını tespit için kullanılmışlar.
Bu testler arasında Prof. Dr. Sadrettin Celal Antel’in geliştirdiği test seçme ve yerleştirme maksadıyla kullanıldığı için eğitim tarihimizde diğer testlerden farklı bir yere sahiptir. Testin uygulamadaki başarısından dönemin İstanbul Üniversitesi rektörü Başbakan Adnan Menderes’e övgüyle bahsediyor. 1951’de uygulanmaya başlayan testin adı İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ TERCİH YOKLAMASI’dır. İki grup testinden oluşan testin I. GRUP soruları tüm adayların girme zorunluluğu olan birinci aşamayı oluşturuyor. Test; Mantıki Tefekkür, Türkçe ve Yabancı Dil (İngilizce, Almanca, Fransızca) bölümlerinden oluşmakta. Mantıki Tefekkür bölümü çoktan seçmeli, kısa cevap, eşleştirme, karşılaştırma vb. tekniklerle üretilmiş yetenek soruları barındırmaktadır. II. GRUP soruları A ve B olarak ikiye ayrılmış. Günümüzde sayısal ve sözel alan sınıflandırması bu dönemde başlamış; A grubu (Matematik, Kimya, Biyoloji, Fizik) B grubu (Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Felsefe) testlerinden oluşuyor. I. Grup sorularının her bölümü 100’erden toplam 300 soruyu doğru cevaplayabilen aday 300 puan alabiliyor, sınavın süresi 4 saat. II. Grup soruları 400 sorudan oluşuyor, toplam doğru cevap puanı 400 ve adaylar sınavı 4 saatte tamamlamak zorundalar. Adayların İstanbul Üniversitesi’nde bir bölüme yerleşmek için 8 saatte 700 soruluk bir süreci tamamlamaları yeterli değil, lise bitirme dereceleri ve lise bitirme (olgunluk imtihanı) puanları da yerleştirmeye katkı sunuyor. Bu seçme sistemini İstanbul Üniversitesi 60’yıllara kadar uygulamış uygulamanın en zor kısmı sınav kağıtlarının (defterler) okunması ve değerlendirilmesinde yaşanmış, Prof. Dr. Refia Şemin Uğurel hoca kağıtların okunması ve değerlendirilmesinin külfetinden sınırlı imkanlardan muzdarip ve şikayetlerini dile getirmiş. Aynı dönemde Ankara’daki üniversite, bölüm ve enstitülerin öğrenci seçme usulleri İstanbul’dan farklı. Standartları yükseltmek için hükümet Amerika Birleşik Devletleri’nden ölçme ve değerlendirmede hizmetlerinin materyal üretim, basım ve kağıt okumayı kolaylaştıracak makinelerini ithal ediyor ve bu makinelerin kullanımı için yabancı uzmanlar da Amerika’dan getirilmiş. Ölçme ve değerlendirme hizmetleri Ankara’da sadece okul-kurumlara öğrenci seçmek üzere kullanılmamış, devlet kadrolarına personel seçimi de aynı usullerle uygulanmıştır. Günümüzde ÖSYM nezdinde yapılan uygulamalar Ankara ve İstanbul tecrübelerinin birleşmesinden ve geliştirilmesinden doğuyor. Kurumun öğrenci, personel seçme ve yerleştirmedeki rolü aynen devam ediyor. Üniversite öğrence seçme ve yerleştirme sisteminin oluşmasında hiç şüphesiz Prof. Dr. Sadrettin Celal Antel’in emeği çok büyük, bu konunun öncülüğünü yapıyor. Ayrıca kurguladığı, uyguladığı sistemin yerli ve milli olması meseleyi daha da önemli kılıyor. Eğitim tarihimizin öncü ve dâhilerinden Antel 1954’te bir öğrencisinin tez savunması sırasında üniversite kürsüsünde vefatı; projenin uygulanmaya devam etse de 1954’ten sonra yaygınlaştırılamamasının nedenleri arasında gösterilebilir.
Değerlendirmede makinalara bağımlı sistemin zorunluluklarından çoktan seçmeli testler, 1960’tan sonra yaygınlaşmıştır. Bursluluk seçmeleri, ortaöğretime geçi, üniversite seçme yerleştirme sınavlarının tamamına yakına çoktan seçmeli optik okuyuculu testlere bu dönemde dönüşmüştür. 60’lı ve 70’li yıllarda yabancı okullardan bazıları tanılamalarda zeka testlerini uygulamışlardır. Fakat, salt zeka testlerini kullanmıyorlar testler seçme sınavının bir bölümünü oluşturuyor, Türkçe, Matematik ve Yabancı dil testleri zeka testiyle birlikte kullanılmıştır. Antel testinin bir nevi sadeleştirilmiş, basitleştirilmiş türünü uygulamışlar.
Osmanlı’dan Cumhuriyete sanayi-i nefise (güzel sanatlar) ayrı bir yetenek tanılama alanı oluşturmaktadır. Ağırlık olarak görsel sanatlar ve müzik yeteneğine özgü tanılama sınavları günümüzde de benzer usullerle uygulanmaya devam ediyor. Bedeni yeterlilik sınavları da spor akademileri ilgili eğitim fakültesi bölümleri ve askeri eğitim kurumlarının tanılama, seçme ve yerleştirme sınavlarının parçası olarak yerini korumaya devam etmiştir.
Tanılama sınavlarında 90’lı yılların sonunda psikolojik testler Bilsem tanılamaları ile birlikte yeniden gündeme gelmiştir. Günümüzde aday gösterme, grup tarama ve bireysel yetenek (zihinsel, görsel, müzik yetenek) olarak üç ana aşamadan oluşmaktadır. Grup tarama aşamasında önemli bir yenilik olarak uygulamaya konulan ve günümüzde başarı ile uygulanmaya devam eden tablet üzerinden dijital uygulama sadece ülkemizin değil dünyadaki ilkler arasında yer almaktadır. Bilsem tanılamalarında taşradaki aksaklıkları minimize ederek, merkezileştiren ve standartları yükselten dönem bürokratlarından Genel Müdür Sayın Celil GÜNGÖR ve Daire Başkanı Sayın Oktay KILIÇ’ı övgüyle anmak gerekir.
2015 yılında 100 yıllık beklentiyi başarıyla tamamlayan ve Maarif Nezareti’nce Türkiye’de ilk zeka testinin yayımlanmasından (1915) tam yüzyıl sonra yerli-milli zeka testini üretmeyi başaran (ASİS Yerli Zeka Ölçeği) Prof. Dr. Uğur SAK ve ekibini de övgüyle anmak gerekir. ASİS Ölçeği ve benzer projelerin varlığı dışa bağımlılığın azaltılması bağlamında da önem arzetmektedir.
Tarama ve tanılamalarda misyon okulları ile zaman faaliyetlerine farklı adlar ve yapılar ile renk değiştirerek devam eden eğitim kurumlarının pek bilinmeyen-tanınmayan usulleri de vardır. Bunların arasında en belirgin olanları okulların özel programlarını, proje, etkinlik ve başarılarını takip etmek, okul albümlerini özel şirketler vasıtası ile özel çocuklar albümlerine dönüştürerek çocuk katalogları oluşturmak, eğitim ajanları kullanmak eğitim tarihimizde izini yakalayabildiğimiz ilginç uygulamalardır. Eğitim ajanlığı uygulamasına dair en fazla iz FETÖ uygulamalarında bulunmaktadır. Okul, kurumların içindeki sempatizan, taraftar eğitim personellerinin veri transferleri, bursluluk sınavları, eğitim kampları, eğitim gezileri bu tarz tanılamaların argümanları olarak değerlendirilebilir. Günümüzde tanılama ve tarama uygulamaları sırasında önemini kaybetmekle birlikte bazı kurumların seçme-yerleştirme uygulamalarında varlığını koruyan sağlık muayeneleri tekrar üzerinde durulması gereken konulardandır.
Cumhuriyet tarihimizin en profesyonel ve zorlu seçme ve yerleştirme uygulamaları arasında askeri lise seçmeleri bulunmaktadır. Bu okullar 15 Temmuz 2016’dan sonra kapatıldığından dolayı uygulama da son bulmuştur. Geleneği Osmanlı döneminde oluşan ve Enderun seçmelerinden şüphesiz izler taşıyan askeri liselere seçme usulleri Cumhuriyet tarihimizin en zorlu okul seçmeleridir denilebilir. Seçmelerin ilk aşaması ortaokul çağında başlamaktaydı. Matematik, Fen Bilgisi ve Türkçe derslerinden belirli puan ortalamasını aşan öğrenciler bu okulların sınavına başvurabilmekteydi. Başvuru koşullarını taşıyan öğrenciler önce bedeni yeterlilik sınavına alınmakta; ardından antropolojik muayene yapılmakta; bu aşamayı geçenler sözlü mülakata alınmakta, sonrasında Fen Lisesi seçme sınavına denk bir yazılı sınava alınmaktaydılar. Zihinsel başarılarından ilk başvuru aşamasından itibaren şüphe olmayan adaylardan bu aşamalardan en yüksek başarıyı elde edenler dar kontenjandan dolayı asil ve yedekler olarak askeri ihtisas hastanelerine yönlendirilmekteydi. Askeri hastanelerin ilgili uzman tabiplerince yapılan tüm muayenelerden olumlu raporu alabilen adaylar uyum/oryantasyon kampına davet edilmekteydi. Adayların uyum kampı dahil yaklaşık bir yıla yayılan tanılama süreci devam ederken aynı zamanda ilgili birimlerce güvenlik soruşturmaları yürütülmekte, bu kriterleri de aşan adaylar kesin kayıt hakkı kazanmaktaydılar. Belirli dönemlerde küçük farklılıklar ve değişiklikler gösterse de genel olarak askeri lise tanılamaları bu usulde gerçekleşmiştir. Genel hatları ile 7+1 aşamadan oluşan tanılama sistemi eğitim tarihimizin en zorlu tanılama sistemidir. 15 Temmuz sonrası oluşan konjonktürde kapatılma kararı alınan okullara yapılan sızmalar doğal olarak güvensizliğin en önemli faktörüdür. Sızmaların varlığı apaçık ortada olmakla birlikte çözümü sistemi ilga ve okul kapatma değildir. İnsan yapısı her sisteme sızılabilir, bu gerekçe ile kapatılan kurumların yerine inşa veya ikame edilen kurumlara da sızma yapılabilir. Stratejik kurumlara sızma rakip-düşman yapıların alet çantasında her daim yararlı bir seçenek olarak yer alacaktır. Çözüm, sistemin kontrolü ve güvenliğini sağlamak üzerine inşa edildiğinde çözüm olabilir. Dokunulmaz alan olduğu için askeri lise tanılamaları üzerine çok fazla sivil araştırma bulunmamaktadır. Fakat, sızmanın sadece kuruma personel devşirme ile sınırlı olmadığını; sızma teşebbüsünde bulunan unsurların kendilerinden olmayan personelin sistem dışı bırakılması için tarama ve tanılamanın tüm aşamalarını kullandıklarına dair veriler de bulunmaktadır. Askeri öğrenci olamaz raporu verilen sağlıklı adayların gelecekte askeri personelin gelecekte daha zor koşulları aşarak komando timlerine lider/komutan olarak seçilmesi; sağlıklı olmayan personelin sağlıklı raporu olması vd. örnekler sistemin varlığı ile değil, güvenliği ile ilgili sorunlardır. Bu tip sorunlar uygulanan ve uygulanacak olan tüm seçme ve yerleştirme sistemlerinin de güvenlik sorunları arasında yer almaya devam edecektir.
Günümüzde mevcut nitelikli (!) ben stratejik demeyi tercih ediyorum; kurumların tarama, tanılama, seçme ve yerleştirme usulleri anılan tüm uygulamalardan daha ileri düzey teknikler içerebilir. Dijital ayak izleri, büyük veri çalışmaları ve yapay zeka seçeneklerinin işe koşulması ile insan hatasını en aza indirgemek mümkündür. Fakat, bu tür ileri, gelişmiş yöntem ve tekniklere, aynı yöntemlerle sızılamayacağını düşünmek budalalık olur. Sistemin varlığı, güvenliği ve bekası; sistemin güvendiği personel kadar, sistemine inanan ve güvenen personelin varlığı ile mümkündür. 15 Temmuz gecesi sistemi ayakta tutan personelin de aynı sistem tarafından yetiştirildiği unutulmamalı özgüven problemlerinden arınarak sistem güvenliği problemleri ön plana alınmalıdır.
Cumhurbaşkanlığımızın 3 Ağustos 2018’de ilan ettiği 100 Günlük İcraat Programı’nın MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI başlığı altında sayfa 28 Madde 6’da belirtilen hedeflere güvenlik açığı vermeden ulaşmak gayemiz olmalıdır. Bu hedefin TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ’nin de kapsamında yer alması, hedefin gerçekleşmesine yönelik ümit ve beklentileri artırmıştır.
Erol KÖMÜR, İstanbul, 05/08/2024.