Kitapçı ile sahaf arasındaki fark şudur: sahaf genelde ikinci el kitaplar alır ve satar. Kitapçı ise üzerine mahrem eli veya gözü değmemiş tabir caizle ambalajı açılmamış yeni kitap alır, satar. Kitapçının fiyatları standarttır sahafın fiyatları ise kitabın kıdem ve nedretine göre inişli çıkışlıdır ve değer kazanır. Son kuşlar gibi son sahaflar da artık hayatımızdan çekiliyor. Elbette hayattan çekilen başka alan ve uğraşlar da var. Okuma tutkusu elektronik ortamda abur cubur nale geldiğinden dingin ve uzun soluklu okuma tehlikeye girdi. Bu da sahafların müşterisini azaltıyor. Oysa bundan çok da uzun olmayan bir zaman diliminde insanlar metre ile kütüphane alıyor ve ısmarlama kitaplarla rafları dolduruyorlardı. Bu alanda da ifrat tefrit hali yaşanıyordu. Elektronik kitaplar az yer işgal ettiğinden kimilerinin gözdesi oldu. Nazik erkekler bu alanda bayanların yer kaygısını dikkate alıyor, tercihlerine saygı gösteriyorlar. Artık sahaflarla ilgili haberlerde genelde ‘son sahaf’ ifadesi kullanılıyor. Bu da bana Sait Faik Abasıyanık’ın Son Kuşlar adlı hikaye kitabını hatırlatıyor.
Sakarya’dan hemşerim Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar adlı hikaye kitabında kuşların Büyük Adadan kaçışlarını hikaye eder. Eskiler “Marifet Iltifata Tâbidir, Müşterisiz Meta Zâyidir.’ Derler. Değerini bulmayan şey yavaşça hayattan çekilir ve kaybolur.
Fahri Sarrafoğlu’nun değindiğine bakılırsa Makedonya’nın başkenti olan Üsküp’te son Türkçe sahaf kültür düşmanı vandalların saldırısına uğramış ve kitapların bir kısmı kullanılamaz hale gelmiş. Bu nedenle de insanlar kayıp kitapların yerine yenilerinin ikamesi için himmete çağrılıyor. Anlaşılan kayıpların telafisi için kitap bağışı kampanyası etkili olmuş. Üsküp Yahya Kemal Beyatlı’nın diyarıdır, şehridir. Balkanların Bursa’sı sayılır. Camileriyle hatıralarıyla tarihi derinliği olan, bizden bir şehirdir.
Aynı günlerde Üsküp’teki son sahafın hazin hikayesine eşlik eden başka hikayeler de yaşandı.
‘Sahafların piri’ Hakk’a yürüdü
Bunlardan birisi de ‘sahafların piri’ olarak anılan, Murat Bardakçı’nın da kayınpederi olan Sahaflar Çarşısı’nın duayen ismi sahaf İbrahim Manav (84) Hakk’a yürüdü …
Sahafın ölümü, kitabın defni
Kitabın defni derken mübalağa yaptığım sanılır. Elbette değil. Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte halkın elinde kalan onca eser ya cami hücrelerine bırakılmış ya da toprak altına gömülmüş, çürümeye terk edilmiş yani defnedilmiştir. Ayak altında kalmasınlar diye böyle yapılmış. Dolayısıyla Hülagu’nun Bağdat günlerinden pek farklı olmamıştır. Gömüyü altın olarak arayan insanların aklına maalesef bu tarz gömüler gelmemiştir.
Kitapseverlerin yakından tanıdığı Kadıköy’deki İmge Sahaf da bir süre önce kapandı. Sahafın sahiplerinden Gökhan Demiray, “Bizim gibi kültür işleri yapanlar veya zanaat sahibi esnaf geri planda kalıyor. Gıda dışındaki herhangi bir sektörün bu dönüşümde ayakta kalmasına imkân yok” diyor.
‘Bahtiyar Sahaf’ Twitter’dan duyurdu haberi: “Bir sahafın son günü! Kadıköy’ün en büyük sahafı İmge Sahaf kira zorluğu sebebiyle kapandı! Barlar, meyhaneler Kadıköy Çarşısını neredeyse yutmuş, İmge Sahaf arada, bir ada gibi kalmıştı; nihayet o da daha fazla rekabet edemeyerek son nefesini verdi! Sonumuz hayrolsun.”
1980’li yılların başlarında iki yılımı mütemadiyen akşamları Kadıköy’de geçirdim. Burada kitaptan veya kitapçılardan başka uğrak yerim yoktu. Kendimi kitaplarla avutuyordum. Ya kaldırımlardan ya kitapçılardan ya da sahaflardan kitap edinirdim. Dergi ve yabancı gazeteleri de buradan alırdım. Sonra aheste aheste Göztepe’ye döner ve çalıştığım şirketin yazıhanesinde yeni aldıklarımı süzgeçten, elekten geçirirdim. Hafta sonları da yanıma aldığım kitaplarla birlikte Adapazarı’na dönerdim. Doğrusu sahaflara pek uğramazdım. Ortada kalan Gençlik Kitabevi’nin ilerisinde ve gerisinde kalan iki kitapçıyı da kolaçan ederdim. Kitapçıların bulunduğu bu kiliseler arasındaki sokağın, çarşının kendisine has entelektüel bir havası vardı. Burası bana Şam’daki Hıristiyan mahallesi Babu’t Tuma’yı hatırlatır.
Avrupa yakasına taşındıktan sonra Kadıköy’de sahafların ya da eski kitapçıların dizildiği alt geçitteki çarşıya birkaç defa uğradım. Göztepe (Bağdat Caddesi) çalışırken sosyal bağlarım yoktu hayatla tek bağım kitap ve gazetelerdi. O sıralarda 12 Eylül’ün etkisi hala geçerli idi. İş sahipleri Hürriyet ile Milliyet okurlardı. Yazıhaneye bu iki gazete sürekli alınırdı. Ben de o sıralarda Milliyet Gazetesinde başyazarlık yapan Mehmet Barlas’ı (rahmetli oldu) dikkatli bir biçimde okurdum. Evren’in de öyle yaptığı mervidir. Bu çapraz okumalar sonraki yıllarda beni de yazar yaptı. İlk denemelerimi Kadıköy’ün rüzgarı ile yapmıştım.
O günleri geri kazanabilsem neler vermezdim! Romantizmin şahikalarında geziniyorduk. Kulağıma sabahları büroda sezen Aksu, Aşkın Nur Yengi’nin melodileri çalınıyordu. Sezen Cumhur Önal’ın eşsiz takdimiyle çalan parçalara kulak misafiri oluyorduk. Artık başka bir fasıldayız lakin kayıp günleri, sahafları ve o havaları arıyorum, özlüyorum. Ama ne ben eski halimdeyim ne de bıraktıklarım!
Kitapsız bir dünya insana çöl kadar kurak geliyor. Ne de olsa kitap, kalemle ağacın, yeşilin buluşmasıdır.
Mustafa Özcan