Biraz da yakın dostlarımın ısrarlarıyla yaklaşık on senedir sosyal medyaya bir şekilde dâhil olmuş bulundum. Bu açılım, bizim açımızdan bir taraftan fikirlerimizi, güncel meselelerle ilgili görüşlerimizi, hassasiyet ve hissiyatımızı daha geniş kitlelerle paylaşma imkânı doğuran bir ortamda bulunmayı sağlarken, diğer yandan da benzer amaçlarla buralarda yazan, çizen kişilerle ve ürettikleri ile en kolay ve hızlı biçimde, zahmetsizce buluşmaya ve onlarla fikir teatisinde bulunmaya vesile olması bakımından güzel bir vasat hazırlamaktaydı. Diğer yandan sürekli ve hızlı değişen ülke ve dünya gündemini, yandaş/karşıt görüşlerle birlikte değerlendirme imkânına kavuşmuş oluyordum. Yani aslında iyi bir şeydi…
Gel gelelim, madalyonun bir de diğer yüzü var birkaç parçaya bölünmüş ve inanın bu parçaların oluşturduğu tahribat hiç de öyle hafife alınacak, umursanmayacak cinsten görünmüyor. Örneğin marjinal söylemlere sahip, hukuk ve demokrasi yoluyla istediklerine kavuşma, kendilerini, görüşlerini ve hayata bakışlarını herhangi bir şekilde halka anlatma ve ikna etme imkânları bulamayan, çoğu da anarşi çıkarma eğiliminde pek çok örgüte veya topluluğa ev sahipliği yapmakta bu “sosyal medya” ortamları. Ayrıca yine birçok gayri ahlâki yapılanmalara, özellikle de fuhuş sektörüne hizmet etmekte, bu sayfalar adeta her cinsten fuhşa davetiye vitrinleri olarak servis sunabilmektedir. Yine bu ortamlar, normal şartlarda birbirleri ile sözlü, yazılı ya da görsel temas imkânı bulamayacak olan birçok insanı buluşturmakta, bunun sonucunda da gayri meşru ilişkilere zemin hazırlamakta, sırf bu tanışma ve birlikteliklerin sonucu olarak pek çok yuva yıkılmakta, toplum vicdanında onulmaz yaralar açılmakta, aileler dağılmakta, çocuklar ortada kalmaktadır. Yine hevesli ve fakat aklı yeterince inkişaf etmemiş çoğu gencimiz, özellikle de genç kızlarımız buralarda kurulan tuzaklara takılmakta ve sonunda çok pişman olacakları, telafi edilemez hatalara düşmekte, çukurlara yuvarlanmaktadır. Yine bu ortamların toplum yapısında çözülmeye, ahlaki değerlerin erozyonuna, bohem hayatı ve kültürünün yayılmasına, tüm kutsallarımızın örselenmesine vesile olacak tahribatların kökü ve kökeni belli olmayan yapılarca organize edilmesine zemin oluşturduğu da görülmektedir. Dolayısıyla çok dikkatli olunmalıdır.
Sosyal medya kullanımının bir başka boyutu da; “bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmaya” çok teşne olan milletimizin, özellikle de gençlerimizin, sloganlarla, katı tarafgirlikle, adeta sürü psikolojisi ile aklını, idrâkini ve izanını kullanmaya hiç de tenezzül etmeden birilerinin peşinden gittikleri, işin acı ve yakıcı kısmı da sanki bir linç havasında muhataplarına yaklaştıkları bir ortam sağlamasıdır. Bu anlamda bir yandan hasbelkader yandaş olunmuşların hiçbir değeri, ederi olmayan sloganvari çoğu fikirlerinin sorgulanmaksızın, değerlendirilmeksizin, hiçbir akıl ve vicdan süzgecinden geçirilmeksizin kabul edilip, her türlü küfür, hakaret, edepsizlik ve çirkeflikle de süslenerek muarız kesime adeta kusulması, hiçbir terbiye ölçüsüne vurulmadan, kişilerin özel hayatları, aile hayatları da kullanılarak bunun yapılmasıdır.
Ve ne yazık ki bu tarz tek taraflı olmayıp her kesimden insana fazlasıyla sirayet etmiş durumdadır. Maalesef bugün dini hassasiyetlere sahipmiş gibi görünen kesimin bir kısmında da bu müptezelliklere şahit olunmakta ve insani olmayan, insana yakışmayan bu tavırların, hele hele İslâm’a, Müslümanlara, inançlı olduğunu, bir takım değerleri benimsediğini iddia edenlere hiç mi hiç yakışmadığını içim kan ağlayarak, üzülerek ifade etmek mecburiyetindeyim.
Hani derler ya “herkes kendine yakışanı yapar” diye. Biz böylesine yüce bir dine inanmak, iman etmek ve mensubu olmakla iftihar etmek istiyor isek artık kendimiz değiliz, kendi hallerine bırakılmışlar gibi olma hakkımız ve lüksümüz de yok, kaldı ki haddimiz de değil. Zira biz, bizi yaratan Yüce Allah’ın bizim için belirlediği ölçüler içerisinde, yani O’nun bize yakıştırdığı hâllerle hâllenmek zorundayız ki bunların hiçbirisi de alçalmayı, alçalmışlarla aynı düzlemde bulunmayı, onların söylemlerine, onların söyleyiş tarzları ve üslupları ile karşılık vermeyi bizler için uygun görmemekte, asaletimizi, vakarımızı, hem kendimizin hem de insanlığın onurunu, haysiyetini muhafaza etmeyi emretmektedir.
Maalesef, maatteessüf ki bugün her kesimin taraftarları, okumadan, araştırmadan, sadece birilerinin galeyana getirmeleriyle adeta güdülmekte, kendisine sunulanları hak ve adalet terazisiyle tartmadan, ilim filtresinden geçirmeden koşuşturmakta ve bilateral (çift taraflı) müptezellik her yanı sarmış bulunmaktadır. En azından bu durumdan hazzetmeyen, rahatsız olan kesimlerin bunun tedbirlerini derhal alması, fikir ve inanç dünyamıza yakışan nesiller yetişmesi için hassasiyet ve gayret göstermesi gerekmektedir. Hani Sayın Cumhurbaşkanımız zaman zaman kürsüden “maalesef iyi bir gençlik yetiştiremedik” diyordu ya. Haklıydı, hem de çok haklıydı. Ben ise sade bir vatandaş olarak şunu ifade etme hakkını kendimde buluyorum: sahi ne zaman yetiştireceğiz ve bu işi kim yapacak? Gerekli kanunları çıkaracak, düzenlemeleri yapacak, kurumları (RTÜK başta olmak üzere) denetleyecek, sosyal medyayı ve benzeri ortamları olmaları gereken çizgiye getirecek, dolayısıyla top yekün gençlerimize, gençliğimize, istikbalimize sahip çıkacak yetkiler kimde ya da kimlerdeyse, vebaline onlar da ortak olacak, sorgusu da onlardan da sorulacaktır…