Eğitim meselesinin ciddiyetini hâlâ kavramış değiliz. Yüzeysel ve bir o kadar da lakayt halimizle eğitimle uğraşmaya devam ediyoruz. Meselenin teknik boyutundan içeriğine, taklitçiliğinden özgünlüğüne, bilgi depolamaktan düşünce üretmeye, ezbercilikten öğrenmeye ve en önemlisi piyasa odaklı birey yetiştirmekten kültür odaklı insan yetiştirmeye daha geçemedik. Çünkü eğitimden daha mühim (!) işlerimiz (!) var.
Evet, ciddiyetsizlik ve samimiyetsizlik en büyük meselemiz olmaya devam ediyor. Kültürünü temel almayan tasavvur, bu ülkenin sadece aydınında değil politikacısından sokaktaki adama kadar düşünme tarzı haline gelmiş durumda. Bundan dolayı Batının insanı ve kültürleri iğfal eden düşünce ve yaşamını çağın özelliği diyerek hayata geçiren (ateistinden dindarına, solcusundan sağcısına, Kemalist’inden liberaline kadar) hemen her kesimde görülen aymazlık yüzünden eğitimdeki asıl meselelerle uğraşamıyoruz. Bu hal, ehil adam kıtlığı ile açıklanamaz; bu, düpedüz kölelikten hoşnut olma durumudur.
Bu sadece bizde değil, Avrupa’da, Amerika’da Asya’da hemen her yerde böyle. Mesela 2024 Paris Olimpiyatlarının açılış töreni sadece yahudi bir sanatçının fantezisi değil, köleleştirilmiş dünyanın resmidir. Biz köleliği bile onlardan öğreniyoruz. Böyle olduğu için zombiler diyarında yaşamaya mecbur bırakılıyoruz ve yaşamak cehennem haline geliyor. Gerçekten gitme imkânı olsa, çekip gidesi geliyor insanın bu dünyadan, bu insanlardan, bu çağdan, bu düşüncelerden…Tarih, büyük ihtimal bu kadar aymazlığın yaygınlaştığı başka bir zaman dilimine şahit değildir.
Bu ahvalin, bu kölelik durumunun insanda tebarüz ettiği yer ciddiyet ve samimiyettedir. Ciddiyetsizlik kölelik, samimiyetsizlik haysiyetsizliktir. Nerede görüyoruz biz bunları? Sokakta. Sokağa çıktığımız anda karşılaştığımız şey nedir? Kültürsüzlük, değersizlik ve ahlaksızlık. O halde sorunumuz nedir? Kendi kültürüne göre yaşamayan insan, kendi değer sistemini inşa etmemiş eğitim, kendi ahlak öğretisini yaşatmayan toplum ve devlet. Ne yapmamız gerekiyor o halde? Kendi kültürünü, değerini inşa eden, yaşatan bir eğitim sistemini kurmamız gerekiyor. Peki, biz neyle uğraşıyoruz? PISA’nın dediklerini yerine getirmeye ve dolayısıyla kapitalist sisteme uygun insan yetiştirmeye gayret ediyoruz. Sorunu ile çözümü birbiriyle uyuşmayan sistem nasıl olabilir ve olursa ne olur? Bu, kalp hastası birinin fizik tedavi bölümüne havale edilmesi gibi bir durumdur. Bu tür uyuşmazlıkta hem insan hem toplum hem de devlet önce kendini kaybeder, ardından sömürgeleşir, bir süre sonra köleleşir ve nihayet asimile olur. Bu nedenle biz eğitim meselesinin ciddiyetini henüz kavramış değiliz.
Çeperde dolanarak, suya sabuna dokunmadan yaşayarak, bir şey olmaz diyerek, bu çağda böyle olur diyerek,yani oralı olmayarak sergilediğimiz ciddiyetsizliğin sonuçlarını bu toplum yaşıyor. Oralı olmadığımız için bugün en muhafazakâr evde bile batının süfli ritüelleri yaşatılıyor. Bekârlığa veda partisinden camilerde oynatılan palyaçolara, z kuşağı serseriliğinin normalleştirilmesinden sürekli genç kalan yaşlılara kadar hemen her kesimde görülen tuhaflığı yapay zekâya önem vererek çözemezsiniz. Bu nedenle esnafta, işçide, öğrencide, öğretmende, akademide, bürokraside kısaca hemen her yerde her gün karşılaştığımız temel nezaket yoksunluğunu, edep yoksulluğunu görüp düzeltmek devletin ve eğitimin temel vazifesidir. İnsanların nezaketsiz, esnafın ahlaksız, öğrencinin terbiyesiz, öğretmenin duyarsız, aydının çıkarcı olduğu bir toplum, kelimenin tam anlamıyla hasta bir toplumdur. Bu nedenle oralı olmak zorundayız. Bunun da tek çaresi eğitimde kültürümüzü temel almaktır. Aksi durumda bu kölelik hali zevk vermeye başlarsa, asimilasyon kaçınılmaz olur.
Evet, oralı olarak;
- Kültürümüze bigâne kalmayıp tarihimizi, edebiyatımızı ve İslam’ı çocuklarımıza öğretmeliyiz ki bir bakış açısı aşılayalım onlara. Çocuklarımıza Mekke, Medine, Filistin ve Kudüs için savaşmayı değerli göstermeliyiz. Ayrıca onlara savaş, cihat, düşman, münafık gibi kültürel kavramlarımızı belletmeliyiz ve paranın süfli bir meta olduğunu da.
- İlmimizi kültürümüze göre geliştirmemiz gerektiğini bilmeliyiz: Allah’ın bize bahşettiği tabiattan hayatımızı güzelleştirecek şekilde yararlanmaya ilim dendiğini, buna mugayir olanın ilim olmadığını çocuklarımıza öğretmeliyiz.
- Bize göre bir coğrafya oluşturmalı; çocuklara nerede Müslüman yaşıyorsa oranın bizimde vatanımız olduğu; Mekke’nin, Medine’nin, Filistin’in, Kudüs’ün, Suriye’nin, Irak’ın, Cezayir’in, Fas’ın, Endülüs’ün, İran’ın, Özbekistan’ın, Bosna’nın, Kosova’nın, Kırım’ın İstanbul’dan, Ankara’dan bir farkının olmadığını öğretmeliyiz. Buna karşın batının sömürgeci geçmişini öğreterek onların hem tarihte hem de halen düşmanımız olduğunu, oraların birer haçlı memleketi olduğunu öğretmeliyiz.
- Bize göre bir tarih yazmalıyız: Bu tarih taş, bakır, tunç, demir devri diye yahut ilkçağ, ortaçağ diye değil Hazreti Âdemden başlayan ve peygamberlere göre dönemlere ayrılan bir tarih olmalı ve Hazreti Âdemden beri olan hak-batıl mücadelesini temel almalıdır.
- Bize göre edebiyat, bize göre eğitim, bize göre ekonomi, bize göre müzik, bize göre sanat… Kısaca hayat bize göre kurgulanmalı, oluşturulmalı ve yazılmalıdır.
Özetle ancak oralı olduğumuzda hayatın, bilimin, iyinin, doğrunun, güzelin batıdan ve onun yapıp ettiklerinden ibaret olmadığını, batıya tabasbus ederek (yaltaklanarak) bunların elde edilemeyeceğini anlarız.