Bu sezon henüz tiyatroya gitmedim. Oysa Ankara’da Devlet Tiyatrolarında öyle güzel oyunlar sergileniyor ki, gönlüm her birini izlemek istiyor. Godot’yu Beklerken, Dogville, Binbir Gece Masalları, Son Gece Mahallesi, Holden’in Külkedileri, Sefiller, Aşık Veysel kaçırılacak oyunlar mı Allah aşkına!
Tiyatro aşkımı depreştiren bir kitabı henüz bitirdim. Gülriz Sururi’nin, 2003 yılında yayımlanan, “Bir An Gelir” adlı anılarından oluşan kitabı okurken bir dönemin sanatçılarını ve sanat olaylarını bir sis perdesinin ardından tanıma ve hatırlama imkânı buldum.
Kitap, 454 sayfa ve 53 başlıktan oluşuyor. Kitaba adını veren “Bir an gelir…” başlıklı bölüm, şu cümlelerle başlıyor:
“Bir an gelir sabrınız biter, bir an gelir bir şeyler değerini yitiriverir, bir an gelir sizi özgür olmaktan başka bir şey ilgilendirmez, bir an gelir gözünüz kararır, bir an gelir artık eylem arzusu sebebin önüne geçmiştir ve her şey biter. Aslında her şey bir anda olur, yavaş yavaş büyüyen bir çığ gibi üstünüze gelse de ayrılık. Her şey bir anda olur.”
Gülriz Sururi, Keşanlı Ali Destanı’nda Zilha’yı, Kaldırım Serçesi’nde Edith Piaf’ı, Sokak Kızı İrma’da İrma’yı canlandırdı ve bu rollerle bütünleştirildi. Kaldırım Serçesi, TRT için dört bölümlük dizi olarak çekildi. Gülriz Sururi, Kültür Bakanlığı tarafından devlet sanatçısı ünvanına layık görüldü. Anı, roman, öykü türlerinde eserleri yayımlandı. Çok sayıda ödül aldı.
Gülriz Sururi’nin 1978’de yayımlanan “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” adlı anı kitabını çıktığı yıllarda okumuştum. Bu kitabın devamı olan “Bir An Gelir”den haberim yoktu. Kitabı almışım ama kitaplıkta unutmuşum.
Sanatçı, tiyatrodaki başarısını yazıda da göstermiş. Türkçenin zenginliğini sonuna kadar kullanmış. Kelime bağnazlığı yapmamış. “Eksik yaşamaya dayanamıyorum” diyen sanatçının hayata bakışı hep pozitif olmuş. Bunu söylemek için kitabın girişindeki “Hayatın her köşe başında bize beklenmedik küçük paketler sunduğunu, bunların bazılarını hemen açmamız gerektiğini, bazılarına da el sürmeden yanından geçip gitmemiz gerektiğini biliyorum” cümlesine bakarak söyleyebiliriz. İlerleyen sayfalarda bu yargımı pekiştirecek birçok olay anlatılmış.
Kitapta bir dönemin ünlü isimlerinin büyük bölümü var: Engin Cezzar, Turgut Özal, Banker Kastelli, Ali Poyrazoğlu, Başar Sabuncu, Zeynep Oral, Haldun Taner, Can Yücel, Şahin Kaygun, Esin Engin, Garo Mafyan, Levent Kırca, Oya Başar, Mengü Ertel, Ülkü Tamer, Aziz Nesin, Yılmaz Zafer, Avni Arbaş, İsmail Gülgeç, Selim İleri, Nezihe Araz, Yaşar Kemal, Leyla Umar, Refik Erduran, Tuncel Kurtiz, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Bedreddin Dalan, Emre Kongar, Bilgesu Erenus, Rutkay Aziz, Genco Erkal, Abdi İpekçi, Hilmi Yavuz, Ercan Arıklı, Ahmet Altan, Güven Kıraç, Sakıp Sabancı, Cahide Sonku, Atilla Dorsay bunlardan bazıları.
Anılar, sahneden çok sahne dışından ve bir döneme ışık tutan tanıklıklar. Can Yücel, Aziz Nesin, Haldun Taner ve Yaşar Kemal’le ilgili anıları ise çok ilginç. Derin derin düşündüren olayları da anlatmış, komik olanları da.
Gülriz Sururi’ye göre, her şey eğitimle başlayıp eğitimle bitiyor, bütçede eğitime, kültüre ve sanata makul pay ayrılması gerekiyor. 20 yıl önce yazılmış şu cümle bugün için de elzem değil mi?
“Birisi bizi “hayâ” yerine “haya” demekten kurtaracak kararı alsa; televizyonda Türkçe konuşmayı bilmeyenler için kurslar açılsa; her programı aynı on cümle ve bol kahkahayla idare eden seksi hatunlar Türkçe kursuna gitmeye mecbur tutulsa…”
Ah vefa!
Gülriz Sururi, tiyatro sanatçılarının unutulmalarından da yakınmış. “Çok değil, daha birkaç yıl öncesine kadar kendilerini avuçlarımızı patlatırcasına alkışladığımız, önlerinde saygı ve takdirle eğildiğimiz tiyatro sanatçılarımızı birden bire unutup onları sessiz bir ölüme terk ettiğimizin farkında mıyız?” diye soruyor.
Sonraki cümlesi daha acı: “Evet… hepsi birer birer, sessiz sedasız ölüp gidiyor. Bu, biyolojik bir ölüm olsa hepimiz için daha onurlu olacak. Ne yazık ki biz onları ölümlerin en kötüsüne mahkum ediyoruz. Yaşarken öldüklerini, daha doğrusu öldürüldüklerini görüyorlar…”
Gülriz Sururi’ye göre, sanatçısını yaşatamayan toplum, yaşamıyor demek.
90 yıllık ömrün tavsiyeleri de önemli:
-Sigaraya ve bekârlığa veda etmeye insan muhakkak kendi karar vermelidir. Müdahale etmeye çalışmak işe yaramaz. İnsan perhiz yapmaya da kendi karar verir.
-Ben biten evliliklere acımam, bitmeyen aşklara acırım.
-Kendine özen göstermeyen insanların elinden çıkacak herhangi bir işin başarılı olabileceğine inanmıyorum.
-Önemli olan, başarılı bir bütünün içinde iyi olabilmek.
-Bir bardak, bir bardak su alır.
-Ölümler yazarları, ressamları ölümsüzleştirir, ancak gerçek değerleri…
-Son yıllarda çok tanıdığım, az dostum, birkaç…hadi peki iki üç sevdiğim var.
-Yaşarken bilelim kıymetleri.
-Bence hayat iki üç kez dolanılabilecek, uzun, muhteşem bir şal. Ama galiba bazı yerlerini güve yemiş. Örtünürken delik olan yerleri bilip, usturuplu kullanmak lazım.
-Dil kirlenmesi de, çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi kadar ölümcül bir sorundur.
-İniş, çıkıştan daha süratli olur her zaman.
-Sevgi sözcüğü ne kadar eski ne kadar kullanılmış bir sözcük.
-İnsanımız, genelde hakkının yendiğini düşünme alışkanlığından hep almak ister.
Gülriz Sururi’nin cevabını bize bıraktığı şu soruları da paylaşmak isterim:
-Değerlerimizi karalayıp, çarpıtıp sunmaya hakkımız var mı? Genç kuşaklara onları yanlış tanıtmaya hakkımız var mı?
-Gençlik, güzellik, olgunluktan sonra, ikimiz yaşlılığı birlikte yaşamazsak yazık olmaz mıydı? (A. Maurois: Birbirine bağlı bir çiftin birlikte ihtiyarlama mutluluğu, ihtiyarlığın acısını unutturur.)
Sanatçı başkasının ölümünü yazmış. Nedir ölüm? diye sorduktan sonra şöyle yazmış:
“Ölüm, o insanı bir daha görememektir. Onun içindir ki, sevdiğimizin, yakınımızın, değerli bir insanın ölümü bizi etkiler, hüzünlendirir. Onun içindir ki, ayrılık ölümle eşdeğerdedir bazen. Onu bir daha göremeyeceğimizi bilmektir bize acı gelen. Hele beklenmeyen bir ölümle karşı karşıyaysanız, kolay kolay kabul edemezsiniz ölümü.”
Gülriz Sururi bir özelliğini anlatırken, “Korktuğum, beklediğim başıma gelse de, hep şaşırırım. Hem hissederim hem tahmin ederim hem de şaşırırım” diyor.
Gülriz Sururi, 30 Aralık 2018’de İstanbul’da vefat etti. Kitapta kendi ölümünü de yazmış. Yazar Sevgi Soysal’ı anarak, adeta vasiyet etmiş.
“Ölümle böylesi haşir neşir olup, hastanede geçirdiğim günlerde bütün organlarımı bağışlamaya karar verdim. Ama sorumlularla konuşacağım, eğer ”Kemiklerini ille de mezara koyacağız” diye tutturmazlarsa bu iş olur. Zira kesinlikle cami avlusu partisi kahramanı olmamaya kararlıyım. Belki sevgili eski dost Sevgi Soysal’dan kopya çekerim. Onun ölüm ilanı gazetelerde şöyle çıkmıştı: “… vasiyet ettiği gibi, dün… tarihinde Sevgi Soysal’ı toprağa verdik” gibi bir şeydi. Sevgi, cenaze töreni istememişti. İsteği de yerine getirilmişti eşi Mümtaz Soysal tarafından.”
Sanatçının vasiyeti yerine getirilmiş. 30 Aralık’ta, 90 yaşında ölen Gülriz Sururi, 31 Aralık’ta sessiz, sedasız, eşi Engin Cezzar’ın yanına defnedilmiş. Ölüm haberini manevi kızı Zeynep Miraç Özkartal, sanatçı defnedildikten sonra, 2019 yılının ilk günü duyurmuş.
Özkartal, “Sessiz bir defin istediği için vasiyetini yerine getirdik. Kendisi definden sonra duyurulmasını istedi. Bir süredir sindirim sisteminden rahatsızdı. Dün kaybettik. Bugün defnettik. Vasiyeti gereği başka bilgi paylaşamıyoruz” demiş.
Her nefis ölümü tadıcıdır. Ölüler kendilerini gömemez.
Makalenin güzelliği ve paylaşımınız için teşekkür ederim üsdadım Gülrüz hanım unutulmaz bir değer, Di.