Kurt ile Tilki
Dünyada çoğu insan kendi nasibine, rızkına kanaat etmez ve başkasının nasibine tamah eder. Oysa herkesin hareketi görüşü makamına göre olduğu gibi, nasibi ve rızkı da Allah’ın takdirine göredir. Mevlânâ bu durumu, aslanın kurt ve tilkiyle birlikte avladıkları hayvanları paylaşmaları örneğiyle vurgular. Aslında hikâye geçmiş ümmetlerin hatalarından ibret alma üzerine kurulmuştur.
Birlikte ava çıkan aslan, kurt ve tilki bir öküz, keçi ve tavşan avlarlar. Aslan padişahlara layık bir paylaşım yapar. Ancak kurt ve tilkinin memnun olmadıklarını hisseder ve kurdu sınamak için ondan avları paylaştırmasını ister. Kurt aslana öküzü, kendisine keçiyi ve tilkiye de tavşanı uygun görerek taksim eder. Aslan kurdun taksimini beğenmez ve onu oracıkta paralar. Tilkiye taksimi yeniden yapmasını söyler. Tilki ise artık ibret almıştır. “Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif etti. Eğer önce bana pay et deseydi, ondan canımı kurtarmama imkân mı vardı?” diye şükürler ederek öküzü kuşluk yemeği, keçiyi öğle, tavşanı akşam yemeği olarak avın tümünü aslana uygun görür. Aslansa bu tavırla tilkinin ibret aldığını görerek tüm avı ona verir. (Mesnevî, I/3013–50; 3102–23) Hikâyenin sonunda Mevlânâ şöyle der:
Şu halde bizden de Tanrı’ya şükürler olsun ki, bizi ancak helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi. Bu suretle Hakk’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçen kavimleri nasıl helâk ettiğini duyduk. Nihayet, o önce gelip geçen kurtların halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz. (Mesnevî, I/3117–19)
Mevlânâ bu hususu daha çok hayvanlardan örneklemelerle açıklar:
Nice kuş vardır ki, uçup tane arar… Boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur. Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur. Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur. (Mesnevî, III/1693–96)
Avcı daima taneler saçar… Saçtığı taneler görünür de yapacağı kötülük görünmez. Nerde tane görürsen sakın oradan. Sakın da tuzağa düşme, kolun kanadın bağlanmasın. Taneyi bırakan kuş o hilesiz, düzensiz ovanın tanelerini yer. Kanaatiyle tuzaktan kurtulur. (Mesnevî, III/2858–69)
Hırs ve Tamah
Bazı insanlar, toplumda iyi bir yer edinmek için hırs ve hasetlerinden kendi eksikliklerini görmezler, başkaları hakkında kötü zanda bulunur. Mevlânâ bir padişahın yeni aldığı iki köleyi sınamasına dair hikâyede; insandaki bu kötü duygunun açığa çıkmasını basit bir örnekle açıklar. Hikâyeye göre, yeni alınan köleleri sınamak için padişah ayrı ayrı sohbet eder, adeta sorgular. Birinci köleye diğer kölenin kendisi hakkında kötü şeyler söylediğini belirtir. Ancak birinci köle iyi zannından arkadaşının dediklerinin doğru olduğunu söyleyerek, onu över. Aynı sorguyu diğer köleye de yapan padişaha diğer köle, kötü zannı ve hasedinden dolayı yoldaşının kötülüğünden dem vurur. Oysa birinci köle kendindeki ayıpları görmüş, dostu için iyi zanda bulunmuştu. İkinci köle ise hasedi ve hırsından ayıbını görmeyerek kendisinin helâkine sebep olur. (Mesnevî, II/843–1130)
Mevlânâ; yılan, ejderha gibi benzetmeliklerle ele aldığı hırstan korunmanın başta tevekkül ve iman olmak üzere şükür, kanaat, akıllılık ve ihtiyatla mümkün olduğunu çarpıcı ve gerçekçi örneklerle açıklar.
İman her olumsuz duygunun ilacıdır. Hırs ve vehim ejderhası gerçek iman karşısında aciz kalır. Mevlânâ Kâfir yedi bağırsakla yemek yer, inanan bir bağırsakla hadisinin söylenme sebebini açıkladığı bahiste, Hz. Peygamber’le açgözlü bir kâfir arasında geçen hadiseyi anlatır. (Mesnevî, V/64–180; 262–87) Kâfir, Peygamber (sav)’in tavrından çok etkilenir ve imana gelir, kâfirken hırsla doymak bilmeyen adam, imanı sayesinde hırslarından arınır. Mevlânâ, hırs ejderhasını ancak iman gıdasının doyuracağını vurgular:
Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil. (Mesnevî, V/120) Kâfirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu. Kâfirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi. Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü. Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı. Ey iman lafını yeterli bulan (onunla kanaat eden) kişi! Zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır. (Mesnevî, V/283–87)
Hırsın ilacı şükür ve kanaattir.
Nimete şükretmek, nimetten daha hoştur, der Mevlânâ. Çünkü şükür candır, nimet deri. Şükür insanı gerçek sevgiliye ulaştırır: Nimete şükretmek, nimetten daha hoştur. Şükreden kişi, hiç şükretmeyi bırakır da nimet sevdasına düşer mi? Şükür, nimetin canıdır, nimetse deriye benzer. Çünkü seni sevgiliye kadar ulaştıran şükürdür. Nimet, insana gaflet verir, şükürse uyandırır. Padişahın şükür tuzağıyla nimet avlamaya gör! Şükür nimeti, gözünü doyurur, seni bey yapar. Bu suretle de yoksullara yüzlerce nimet bağışlarsın. Tanrı yemeğinden ye, doy da senden oburluk, tamah ve şuna buna ihtiyacını arz etme illeti geçsin. (Mesnevî, III/2895–99)
Hz. Peygamber (sav) “Kanaat hazinedir” dedi. Hazine elde etmek için hırslardan arınmak gerekir. (Mesnevî, V/2395) Kanaati terk edince gaybda gizli olan bütün hırslar baş çıkarır:
Nerede tuzak ve yem varsa orada az otur. Yürü ey arık kötürüm, kendin gibi arık kötürümleri gör! (Mesnevî, V/748) Avcılık hırsı, insanı kendi avlanacağından gafil kılar. Erlik gösterir ama yüreksizdir. (Mesnevî, V/752)
Mevlânâ’nın amacı; insana esasen mayasında var olan hakikati, güzeli görmesini sağlayacak kıssalarla tembih ve ikazlarda bulunarak Hakk’a layık bir kul olup ebedi hayatı kazanması yolunda rehberlik etmektir. Dünya bir vasıtadır. Burada elde edilen fırsatlar, hırs ve tamah kurbanı olarak nefsin tatmin edilmesi yolunda değil, sadece asıl hedef olan Allah rızası ve ebedi mutluluğa erişme yolunda kullanıldığı ölçüde değerlidir. Allah’a tevekkül ettim demek, o iş için elimden geleni yaptım, gücümü sarf ettim, şimdi de zayıflığımı itiraf ederek Allah’a güveniyor ve Ona dayanıyorum demektir. Tevekkül hali, iç huzurdur, güvendir, kesin kanaattir. Korkunun etkisinde kalmayan iç huzur, sarsılmayan güven ve gevşemeyen kesin kanaattir.
Resulullah Efendimz : “Bir soru üzerine Cebrail (a.s), sizi dünyada kanaatkar yaşamak, ahirete rağbet etmek ve bu suretle mü’minleri uyarmak için geldi.” diye buyurdu.