29. GÜN: SEVGİ: İMANIN ÖZÜ, MÜ’MİNLERİN BİRBİRİNİ SEVMESİ
Bir Hadis:
Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’in (s.a) yanında iken oradan birisi geçti. Adam, “Ey Allah’ın Resûlü, ben bu adamı seviyorum.” dedi. Peygamber (s.a) de ona, “Bunu ona söyledin mi?” diye sordu. Adam “Hayır.” cevabını verdi. Hz. Peygamber, “Git, ona söyle.” buyurdu. Bunun üzerine adam o kimsenin yanına gitti ve “Ben seni Allah için seviyorum.” dedi. Öteki adam da “Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sevsin.” cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 112-113)
Allah’ın kullarını sevmek, Allah’ın büyük bir ihsanıdır. Allah’ın kullarına duyduğu sevgi ve şefkat, annenin yavrularına duyduğundan çok daha fazladır. Resûlullah, kayıp çocuğunu telaşla arayan, bu arada, yavrusuna duyduğu özlemle bulduğu her bir çocuğu bağrına basıp emzirmeye çalışan bir anneyi ashâbına göstererek, “Bu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz? (İşte) Allah’ın kullarına merhameti bu annenin yavrusuna duyduğundan çok daha fazladır.” buyurmuştur. (Müslim, Tevbe, 22) Allah Teâlâ, kulunu sevdiği zaman, âdeta onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı (mesabesinde) olduğunu, kendisinden istediği zaman ona ihsanda bulunduğunu, kendisine sığındığı zaman da kulunu koruduğunu bildirmiştir. Sevgili Peygamberimiz, kulun (farz ve nafile) ibadetlerde bulunarak Allah’ın sevgisini kazanabileceğini haber vermiş ve Allah’ın sevdiği kullarını nimetleriyle mükâfatlandıracağını müjdelemiştir. “Allah bir insanı sevdiği zaman birinizin hastasını (soğuk) su içmekten koruduğu gibi onu dünyanın (kötülüklerinden) korur.” buyuran Resûl-i Ekrem, (Tirmizî, Tıb, 1) Allah’ın sevdiği kullarını cehennem ateşinden de koruyacağını bildirmiştir.
Kalplere sevgiyi yerleştirecek olan şey davranışlardır. Dolayısıyla sevginin teşvik edilmesinde temel gaye aslında kâmil imanı elde edebilmektir. Zira insan sevgi sayesinde olgun bir imana sahip olur, imanın lezzetini alır. Resûlullah, insanın hakiki sevgilere gönlünde yer vererek imanın tadına varabileceğini şu şekilde ifade eder: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resûlü’nü herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek, imandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek.” (Buhârî, Îmân, 9) Davud (as) da Allah’tan sevgisini şöyle istemektedir: “Allah’ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah’ım, senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle” (Tirmizî, Deavât, 72) Hz. Davud’un Allah’tan talebi sevgi olduğu gibi, “Allah’ım beni sevginle rızıklandır.” buyuran (Tirmizî, Deavât, 73) Allah Resûlü’nün duası da O’nun sevgisidir.Çünkü sevgi imanın özüdür. Sevgiyi öğrenmemiş, sevgiye kapılarını açmamış, sevmeye yeteneksiz bir kalp, mümin kalbi olamaz. Hz. Peygamber bu durumu şöyle ifade eder: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Müslim, Îmân, 93) Bu nedenle müminin kalbi, kemale ermiş bir imanı elde etmek uğruna sevgiyi arar, sevmeyi ister. Allah ve Resûlü’nün sevgisi nihayetinde cennete girmeye vesile olur. Zira kıyamet günü için Allah ve Resûlü’nün sevgisini hazırladığını söyleyen sahâbîye Sevgili Peygamberimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 96;) Sevgi, insan ruhunun derinlerine işleyen bir duygudur. Hz. Peygamber, sevginin insan tabiatı ve davranışları üzerindeki derin tesirlerini ifade etmek üzere, “Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır eder.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 115-116) Bu yoğun duygu atmosferi içinde seven kimse, sevdiğinin hatalarını, çirkin davranışlarını göremez, duyamaz hâle gelebilir. Bu nedenle sevilecek kimsenin Allah’ı seven, dolayısıyla Allah’ın hoşnut olmayacağı davranışlardan kaçınan birisi olması önem arz eder. Resûlullah, “Kişi, dostunun dini/ahlakı üzerinedir.” diyerek (Tirmizî, Zühd, 45) sevgi ve dostluğun amellere ne ölçüde tesir ettiğini ifade etmiştir.
Sevginin yurdu olan kalp, farklı sevgilere meyledebilecek tarzda yaratılmıştır. Kalp, güzellik, zarafet, asalet veya zenginlik gibi dünyevî değerlere meyillidir ve dünya hayatının geçici zevklerinin cazibesine kapılabilir. İnsanın dünya nimetlerine olan sevgisi tabiî olmakla birlikte, Allah ve Resûlü’nün sevgisini gölgede bırakacak veya ona asıl yaradılış amacını unutturacak derecede olmamalıdır. Bu nedenle, kullarını çok iyi tanıyan Cenâb-ı Hak, insanın tabiatında bulunan çeşitli zaaflara işaret ederek onları uyarmıştır. Allah Teâlâ, insanın malı çok sevdiğini bildirmiş, (Âdiyât, 100/8) Allah Resûlü de “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünün de olmasını ister.” şeklinde bu düşkünlüğe dikkat çekmiştir. (Müslim, Zekât, 116) “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz.” (Âl-i İmrân, 3/92) buyuran Cenâb-ı Hak, Allah rızasının dünya nimetlerinin üzerinde olduğunu kullarına hatırlatmıştır. Kur’an’da insanların eşlerine, çocuklarına, altın ve gümüşe, dünya malına karşı düşkün oldukları, ancak tüm bu dünyevî sevgilerin geçici olduğu bildirilmiş (Âl-i İmrân, 3/14) ve bunların âhireti unutturmaması gerektiği şu şekilde hatırlatılmıştır: “Şu insanlar, hemen ellerine geçebilecek dünyalıkları seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmal ediyorlar.” (İnsan, 76/27) Oysa nitelikli ve kalıcı sevgi, Allah katında kıymetli olan hususlara değer verildiği sürece elde edilebilir. Böyle bir sevgi, Allah’ı anmaktan alıkoyucu bir nitelik taşımayacak, Allah’ın rızasını kaybettirmeyecektir. Hiçbir zaman unutulmaması gereken husus, Allah’a karşı olan sorumlulukların yerine getirilmesine engel olan bir sevgiden Allah’ın razı olmadığıdır: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”(Münâfikûn, 63/9)
Sünnet:
Vakti iyi değerlendirmek sünnettir. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak 1)