Adalet ilkelerine ve eğitimine uyulmayan ailelerde yetişen çocuklar çoğu zaman stresli, kıskanç, kavgacı, saldırgan olmaktadır. Hatta kendilerini ispat için bazen kötü alışkanlıklara yönelmektedirler. Onun için küçük bir toplum modeli olan ailede, çocuklar adaletin gölgesinde hayata hazırlanmalıdır.
Adalet eğitiminde ailelerin özellikle dikkat edeceği üç temel husus bulunmaktadır. Bunlar; örnek olma, eğitim için uygun bir ortam oluşturma ve birlikte eğitim içerikli uygulamalar yapmaktır. Ebeveyn çocuğu hayatındaki en küçük söz, eylem ve tavırda adil olmaya yöneltmeli, düzeltebileceği bir haksızlık ve adaletsizlik varsa müdahalenin bir sorumluluk olduğunu benimsetmelidir. Aynı şekilde bu haksızlıklara karşı ilgisiz, alakasız olmanın ve geri durmanın korkaklık olduğunu bunun da bir nevi haksızlık olduğunu da öğretmelidir. Bir bireyin karakterinin oluşması, sosyal beceriler ile bir takım değerler kazanması süreci erken yaşlarda başlar. Dolayısıyla adalet eğitiminin temelleri küçük yaşlarda özellikle ailede ve çocuğun yakın çevresinde atılır. Tabiidir ki süreç çocuğun kendi kişiliğini oluşturduğu ergenlik çağına kadar devam eder. Adaletin bireysel, toplumsal ve toplumlar arası boyutları vardır. Bu süreçlerde anne-babanın çocuklarla oldukları zaman dilimlerinde, toplumsal olay ve vakalara yaklaşma, bunları değerlendirme, olumlu-olumsuz gerekçelerini çocukların yanında dile getirmeleri gerekmektedir. “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm 53/39) düsturunca unutmamak gerekir ki diğer ahlak ilkeleri gibi adalet eğitimi için de ne ölçüde çaba gösterilir, bu hususa ehemmiyet atfedilirse o ölçüde başarılı olma olanağı doğacaktır. Böylece haksızlık ve adaletsizliğin toplumda yol açtığı tahribatlar engellenmiş, insanlar daha huzurlu ve mutlu yaşama imkânına kavuşmuş olacaktır.
Merhamet!
Bugün saldırganlığın insan doğasından kaynaklandığını söyleyerek şiddeti normalleştirmek yerine, konuyu toplumsal dinamikler çerçevesinde ve bütüncül bir bakış açısıyla anlamaya çalışmak zorundayız. Toplumda yaşanılan çeşitli şiddet olaylarının temelinde, körelen vicdanların, nasırlaşan kalplerin ve yitirilen insafın olduğunu görmeden, şiddetin yeterince medenileşememekten kaynaklanan bir eğitim sorunu olduğunu düşünmek acaba ne kadar isabetlidir?
Modern çağın rekabet anlayışı merhamete hayat hakkı tanımamakta; merhamet, insanın dinamizmini prangalayan, yeteneklerini ahlâkî ve insanî bazı kayıtlarla daraltan, üretimi düşüren bir kavram olarak sunulmakta; rekabet esnasında her türlü yola başvurmak mubah sayılmaktadır.
Oysa tevazuda tekebbür ile elde edilemeyecek bir gücün saklı olduğu; paylaşımda bencillikle ulaşılamayacak bir mutluluğun olduğu; merhamette, acımasızlıkta olmayan bir verimliliğin olduğu unutulmaktadır. Başarının, zekânın, aklın ancak tevazu elbisesi içerisinde güzel göründüğü hatırlardan çıkabilmektedir. Merhametsizliğimiz, merhametin kaynağı ile olan ilişkimizde sorun olduğunu göstermektedir. Çünkü merhamet, merhametin kaynağından koparılarak elde edilebilecek bir şey değildir.
Kendimize merhamet, Hemcinslerimize merhamet/insana merhamet, Can taşıyan her varlığa merhamet Tabiata/çevreye merhamet Hatta merhametsizlere merhamet. Merhametin kuşatıcılığından bahsederken, buna merhametsizleri de katmalıyız. Çünkü merhametsizlerin de merhamete ihtiyacı var. Merhamet, modern zamanların sosyal devlet anlayışına aykırı bir şey değildir. Bizim medeniyetimizde bireyler merhameti devlete devredemez. Müslüman ve merhametli bir toplum şunu diyemez:
“İhtiyar anne-babalarımıza bakacak huzurevleri, yoksulları doyuracak aşevleri, hastaların ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal sigortalar, yetimleri koruyacak esirgeme kurumları var. Yoldaki yaralıyı alacak ambulans var. Devletin polisi, hakimi var. Bizimse yapılacak işlerimiz var. Vaktimiz sadece kendi işlerimizi yapmaya, kendi hayatımızı yaşamaya yetiyor. Evlerimiz dar; paramız ise ancak bize yetecek kadar. Sonuçta her sorumluluğu yerine getirecek birileri var.”
Maalesef böyle düşünüyoruz ve birçok sorumluluğumuz yanında merhamet sorumluluğumuzu da başkalarına devrediyoruz. Devletin, ihtiyacı olan insanlara kol kanat germesi, onları koruması gayet tabii istenilen ve olması gereken bir şeydir. Fakat eğer anne-babalar huzurevlerine gönderilerek çocuklarından ve torunlarından izole ediliyorsa; yaşlı anne-babalar devletin koruyucu şefkatini görüp, yavrularının şefkatini göremiyorlarsa, orada merhametsizlik ortadan kalkmış değildir. Ortada bırakılan çocukları yetimhanelerde rehabilite etmek, yaşlı insanları huzurevlerinde misafir etmek de merhamettir merhamet olmasına… Ancak bundan daha öte bir merhamete ihtiyacımız var. Devlet yetimi korur, ancak yetimin başını okşayamaz. Yetimin başını okşamak başka bir şeydir. Öyle bir merhamet ki, çocukları yetimhanelere, yaşlıları huzurevlerine muhtaç etmeyecek bir merhamet…
Kendimizden başlayarak, ailemizden, komşularımızdan, çevremizden, ülkemizden ve dünyadan sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Çünkü merhamet, ancak sorumluluk duygusuna sahip kişilerde gelişen bir duygudur. Bu nedenle eğer çocuklarımıza merhamet eğitimi vermek istiyorsak, onlara yaşlarına uygun sorumluluklar vermeliyiz. Aksi halde, sorumsuzluğun onları daha mutlu kılacağının büyük bir yanılgıdan ibaret olduğu çok geçmeden anlaşılacaktır.
Toplumda Merhamet
Günümüzde başarıya endeksli ve rekabet odaklı bir toplum anlayışı içinde yaşıyoruz. Başarı genellikle paraya ve güce tahvil edilebileceği kadar başarı sayılıyor ve insanlara illa başarmak ve kendini gerçekleştirmek telkin ediliyor. Bunun sonucunda insanlar başardığında egosu ve enesi şişmiş, azmanlaşmış bir konuma geliyor. Başaramadığında ise yıkılıp perişan oluyor, yalnızlaşıyor. Başarının bir ölçüsü de merhameti öne çıkarmak olmalıdır.
“Ben hayatımı yaşarım, beni benden başkası ilgilendirmez, altta kalanın canı çıksın” anlayışı merhametsizliğin zirve noktasıdır. Kendini gerçekleştirenin vardığı nokta burasıdır. Bu noktadan sonra lazım olan kendini aşmak, Müteal olana ulaşmak, aşkın kudretle buluşmaktır. Bu duyguların egemen olduğu toplumlarda ezen ve ezilen olmaz, vahşet olmaz, şiddet olmaz, zulüm olmaz. Toplumsal bir proje olarak merhamet odaları, toplum içinde ezen-ezilen ilişkisi kurmuş kesimleri bir araya getirerek bir buluşma zemini yaratabilir.
Merhamet sahipleri, ötekinin acısıyla acı duyan ve onun ızdırabını dindirmeye soyunan soylulardır. Ve adalet ancak merhametle kaimdir. Etrafımızda ızdırap çeken insanlarla nasıl ilgilendiğimiz, kalbimizi onların iniltisine ne derecede açtığımız, ruhumuzun ve içinde yaşadığımız toplumun ne ölçüde sağlıklı olduğunun bir aynasıdır. Merhamet bizi ızdırap çeken insana götürür. Ancak onunla etrafımızda dönüp dolaşan acıyı dindirecek takati buluruz.
Merhamet, adaletin kaynağıdır, fakat onun sınırlarının ötesine geçer. Merhamet içsel ve doğuştandır, adalet ise dışsal ve düşünülmüştür. Adalet öğrenilir, lakin merhametli doğulur. Şu halde birbirine bağlılıklarını gördüğümüz adaletle merhametin her ikisi de toplum düzeninin sağlanması için lüzumludurlar. Adalet ancak merhametle kaimdir.
Suçluya hak ettiği cezayı vermek adalet; onu zavallı telakki ederek affetmekse merhamettir. Bu sebeple rahmet ve merhamet göstermek, adaleti uygulamaktan daha zordur. Bu tanımda adaletin olması gereken bir değer olduğu, merhametin ise adaletten daha üstün bir değer olduğuna dikkat çekilmiştir. Merhametin neredeyse ikizi olan şefkat, insanı başkasının iyiliğinden rahatlık duyacak ve başkasının kötülüğünden kederlenecek şekilde duygulandırması bakımından bir tür sevgidir.
Merhamet Eğitimi Nedir?
Merhamet ve eğitim kelimelerinden hareketle merhamet eğitimi geniş ve dar anlamlarda tanımlanabilir. Geniş anlamda merhamet eğitimi; “bütün sosyal süreçlerde bireyin, acıma ve yardım etme duygusuyla hem insanlara hem de tüm yaratılmışlara sevgi ile yaklaşması, onları kötülüklerden koruma ve kurtarması, zor durumlarında yardım etmesi, bağışta bulunması, affetmesi gibi iyi huy ve davranışları kazanması için gerekli bilgi ve becerilerle donatılması”dır. Dar anlamda; “seçilmiş ve kontrollü bir çevrenin etkisi altında bireyin, acıma ve yardım etme duygusuyla, hem insanlara hem de tüm yaratılmışlara sevgi ile yaklaşması, onları kötülüklerden koruma ve kurtarması, zor durumlarında yardım etmesi, bağışta bulunması, affetmesi gibi iyi huy ve davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizgesi/süreci”dir.
Merhamet eğitimi, kalbin katılığını, kasvetini, kabalığını ortadan kaldıran bir eğitimdir. Merhamet eğitimi kalbin pasını silen, üzerindeki lekeleri izale eden, ilahî rahmet ile arasındaki kilidi açan, her türlü perdeyi, kılıfı kaldıran bir eğitimdir. Merhamet eğitimi, eşyaya ve kâinata kalp gözü ile bakmayı sağlayan, kalpleri kin, öfke, intikam, şehvet, ihtiras gibi hastalıklardan temizleyen bir eğitimdir.
Merhamet eğitiminde bireyin empati yeteneğinin geliştirilmesi önemlidir. Çünkü empatik davranışlar bir yönüyle, karşıdaki kişiyi mutlu etme ve kendini iyi hissetmesini sağlama çabasıdır. Birey altı yaşına kadar duygusal empatiyi, daha sonra da zihinsel empatiyi öğrenir. Merhamet duygusunun, duygusal, zihinsel ve sosyal empati hâline dönüşmesi için uygun eğitim ortamlarının duygusal gelişim evrelerine göre düzenlenmesi gerekir.
Çocuklar merhamet duygusuyla büyütülürlerse dünyayı emin bir yer olarak bilirler ve etraflarındaki insanları güvenilir insanlar olarak görürler. Bazı insanlar vardır hayatı hep bir tedirginlik duygusuyla yaşarlar, hep hayatın darbelerinin, insanların darbelerinin nereden geleceklerini düşünürler. İşte bu, çocukluk çağındaki yetişme tarzıyla, anne babalık tarzıyla çok alakalıdır. Eğer anne ve baba bu çocuğa yeterince sevgi, şefkat ve merhamet verebildiyse o çocuk güvenli bir bağlanma dediğimiz bir hâl üzere büyür. Anne ve babasından dünyanın o kadar da korkulacak bir yer olmadığının, dünyanın yerleşilecek, sevilebilecek, insanlara istinat edilebilecek, emniyet edilebilecek bir yer olduğunun bilgisiyle büyür. Çevresiyle iletişime geçmeye başladığı andan itibaren de ailesinden aldığı bu eğitimin gereği gibi davranır. Fakat tam aksine ailede merhamet duygusuyla büyütülmeyen çocuklar kendilerini hep tehlike içinde hissettiklerinden merhamet duygusu içinde olmaya yönelemezler.
Bir kişinin merhamet eğitimine ve merhametin bir ahlâk olarak yer etmesine ilk önce kendi nefsine karşı merhametli, şefkatli ve nezaketli olmasıyla başlamak gerekir. Kendisine merhameti olmayanın, başkasına şefkat göstermesi beklenmez. Kişinin nefsine karşı merhametinin en güzel tezahürü, onu şirk, küfür, isyan, günah, zulüm gibi helak edici tehlikelerden uzak tutması; iman, İslam, güzel ahlâk, amel, başkalarına yardım gibi güzel vasıflarla mücehhez kılmasıdır. Gerisi laf-ı güzaftır.