1991 senesiydi…
Bir Tokat’lı olarak Konya’da ikametimizin 6. Yılıydı.
O yıllarda Ramazan oruçları yaz sıcağında tutuluyordu.
Konya’nın 4 direğinden birisi olan Sadreddin Konevi’denismini alan Şeyh Sadreddin Mahallesi’nde öğrenci evinde oturuyorduk.
Gurbette olan dört öğrenci olduğumuzu bildikleri için komşular bizim üzerimizde titriyordu.
Evimiz Konevi Camii ve türbesinin tam karşısındaydı.
Komşular ve caminin kurra hafız imamı Mehmet hoca bizi “Geleneksel Konevi Camii İftar Buluşması” na davet etti.
Sadreddin Konevi, Sultan Mehmet’i “Fatih” yapan ve savaş ve barışta sürekli cönkünde taşıdığı dört kitaptan biri olan “Miftah’ul Gayb” kitabının müellifi çok kıymetli bir zattır.
Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmak için öne geçtiğinde ona olan aşırı muhabbeti dolayısıyla ölümüne üzüntüsünden bayılmış, namazı Konya’nın diğer büyük ismi Anadolu Selçuklu Devleti’ne 25 yıl kadılık yapmış Siraceddin Urmevi kıldırmıştı.
Konya’nın manevi dinamiklerinden başka bir isim olan Lâdikli Ahmet Ağa’ya göre; Konya’nın manevi anahtarının sahibi Sadreddin Konevi’dir.
“Geleneksel Konevi Buluşması” için herkes gönlünden ne kopar, imkânı neye yeterse yiyecek-içecek hazırlıyor ve iftara bir saat kala Konevi Camii ve türbesine maile gelmesi gerektiğini Kurra Hafız Mehmet hocamızdan öğrendik.
Biz talebe olduğumuzdan bize bir şey getirmememiz hususu hocamız ve komşularımız tarafından şiddetle ihtar edilmiş ise de biz de içecek hurma gibi iftariyeliklerle iştirak etme kararı aldık.
Bir saat kala Konevi Camii ve türbesine gittiğimizde hayatımın en anlamlı tablolarından birini gördüm.
Küçük-büyük herkes camii ve türbenin etrafına açılmış sofralarda sanki hepsi akraba imiş gibi sevgi ve samimiyeti ile bir arada idi.
Konya mutfak kültürünün zenginliğini ve gönül genişliğinin derinliğini ilk defa Konevi’nin gölgesinde, yanı başındaki o iftarda yaşadım ve gördüm.
İftariyelikler, çorbalar, sarmalar, börekler, tatlılar, içecekler…
Her şey gerçekten geleneksel ve Konya’ya özgüydü.
Sofra, birlik, beraberlik, sevgi, muhabbet, tanışma, kaynaşma, halleşme, samimiyet ve hürmetin zirvesini yansıtıyordu.
İftara doğru derin bir tefekküre daldım.
Bu sofra dip Asya’dan batıya hareket eden yolda gördüğü her değerli birikimi kendi kültürüne entegre eden ve Miryakefalon’u kazanarak Konya’da bağdaş kurup burayı yurt belleyen Müslüman Türk milletinin zenginliğinin fotoğrafı gibiydi.
Ehli beytten aldığı İslam’ı kendi kültürüyle yoğuran ve Hanefi-Maturidi-Yesevi çizgide gergef gergef işleyen Anadolu Müslümanlığı bütün renkleriyle Konevi’nin yanı başında bir iftar sofrasında kendini anlatıyordu.
Mehmet Akif Ersoy’un “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, Sönmeden yurdumun üstünde en son ocak” beytinde bahsettiği ocaklar bu ocaklardı.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bir başkent daima başkenttir”sözünü bu tablo ile bir kez daha anladım ve bu muhteşem tabloya şahit olma lütfu için Rabbime şükrettim.
Cemil Paslı