DERSAÂDET YAZILARI- 13
Dr. Hasan YILDIZ
Gazeteci Ahmet Emin Yalman, “Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim” isimli hatıratında kendisinin de içinde bulunduğu bir grubun İtalya seyahati hakkında önemli bir itirafta bulunmaktadır.
İtalyanlar, 1910 senesinin İlkbaharında yüz yirmi kişilik bir Türk grubunu İtalya’ya davet ederler. Davetlileri almak üzere gayet güzel ve rahat bir yolcu vapuru İtalyanlar tarafından İstanbul ve Selânik’e gönderilir. Davetliler arasında her meslekten ve çevreden Osmanlı vatandaşı bulunmaktadır.
Yalman, Yeni Gazete adına seyahate katılanlardandır. Bir liman şehri olan Bari’den başlanarak İtalya’nın her köşesi kısmen vapurla, kısmen trenlerle dolaşılarak ziyaret edilir. Seyahatin her ânında yolculara pek çok ikramlarda bulunulur. Türk kafile neredeyse el üstünde taşınır. Gezilen her yer II. Meşrutiyetin ilanına atfen “Yaşasın Genç Türkiye!..” nidâlarıyla çınlar. Seyahatin ev sahibi ve düzenleyicisi ise ‘İtalyan Müstemlekeler Enstitüsü’ isimli kuruluştur.
Binbir gece masallarını andıran bu seyahatin kötü niyetle tertip edildiğine dair aklına en ufak bir şüphe düşmediğini belirten Yalman, seyahat nihayete erdiğinde diğer yolcular gibi gafil avlandığını üzülerek itiraf eder. İtalyanların sürekli olarak “Biz müstemleke istemiyoruz, Habeşistan’la olan harpte boyumuzun ölçüsünü aldık. İsterseniz elimizdeki müstemlekeleri de size verelim,” şeklindeki propaganda içerikli sözlerine kanan kafiledeki diğer yolcular gibi Yalman da İtalyanlarla dostluk kurmanın ve anlaşma yapmanın gerekliliğine cân-ı gönülden inanır. Bu inancını bir yazı dizisi halinde kaleme aldığı makalelerine yansıtır. Hatta ziyaret ettiği ve gördüğü yerlerin etkisiyle o kadar çok abartılı övgü içerikli yazılar kaleme alır ki; gazete sahibi Abdullah Zühtü bu yazılardan bıkıp usandığı için bir kısım yazılarını yayınlamaz.
İtalya seyahatinin arka planında yatan niyet ise çok geçmeden açığa çıkar. Hiçbir masrafın esirgenmediği bu seyahatin Türklerin basiretini bağlamak ve kamuoyunu yönlendirmek maksadıyla gerçekleştirildiği, İtalyanların Trablusgarp’a tasarladıkları hücumu rahatça yürütmek maksadıyla tertip edilmiş olduğu çok geçmeden anlaşılır. İtalyanlar bu tertipte o kadar ustaca hareket etmişlerdi ki Osmanlı Devleti’nin Roma nezdindeki sefiri (eski Babıâli hukuk müşaviri ve eski Devletler Hukuku profesörü) İbrahim Hakkı Bey bile arka planındaki niyeti sezememiştir. Ancak İtalya seyahatinin ağır faturası Osmanlı Devleti’ne “Trablusgarp” adıyla kesildiğinde hakikat ortaya çıkar.
Gerçekleştirilen tertip gayet açık ve nettir. İçinde gazetecilerin de bulunduğu Osmanlı toplumunun üst düzey devlet ve fikir adamlarından oluşan yüz yirmi kişilik grup herhangi bir masraf yapmaksızın İtalya seyahatine çıkarılmıştır. Günler süren seyahat ve ziyaretler esnasında yeme, içme, eğlenme adına her türlü etkinlikle birlikte ilgi ve iltifat had safhada gerçekleşmiştir. Organizasyonun görünen yüzü dönem itibarıyla masraflı ve külfetli olan bir gezi programıdır. Ancak arka planda yatan asıl niyet Osmanlı toplumunda beşinci kol faaliyetini yürütecek eğitimli ve entelektüel insanları devşirmektir. Bu devşirme faaliyeti sadece kültürel ve siyasi boyutta kalmamış, aynı zamanda 1910 senesinde Trablusgarp’ta yaşandığı üzere coğrafyaların kaybıyla sonuçlanmıştı. Her bir kayıp, pek çok kayıpların ardı sıra gelmesine yol açmış; Bahr-i Sefid, Balkanlar, Hicaz, Filistin ve hatta Anadolu işgal ve talana maruz kalmıştı.
Ne var ki; Batı, öteki sınıfına yerleştirdiği tüm milletlerin eğitimli bireylerini kendine hayran bırakıp içinden geldiği toplumu her yönüyle eleştiren, küçümseyen, aşağılayan, hor ve hakir gören zihniyetle yetişmelerine yönelik faaliyetlerine devam etmektedir. Batı’nın genlerinde mündemiç bu sömürgeci vasfına rağmen ülkemizde eğitimli genç kuşakların neredeyse tek hedeflerinin Avrupa ve Amerika’ya giderek eğitim görmek olduğu müşahede edilmektedir. Asıl tehlike, beden gücü gerektirecek zor işlerde çalışmak pahasına da olsa kalabildiği kadarıyla oralarda yaşayabilmek hayalini kuran gençlerimizin Batı’nın zihinsel sömürü tezgahına gönüllü talip olmalarıdır.
21’inci asrın ilk çeyreğinin son yıllarını yaşadığımız bu günlerde dahi Batı’nın müstemlekeci zihniyet yapısını terk ettiği söylenemez. Batı, her zaman iki yüzünden birini “bilimsellik, modernlik ve hümanizma” makyajıyla göstermekte; diğer yüzünü ise daima gizlemektedir. 20’nci yüzyıla kadar başta Müslümanların yaşadığı Uzak Doğu, Orta Doğu, Asya ve Afrika’daki coğrafyalar olmak üzere “Batı” tanımı dışında bırakılan tüm dünya, bu iki yüzlü yaklaşıma maruz kalmıştır. Geçmişte fiilî sömürgelerle yüzünü gösteren bu yaklaşımın, günümüzde beşerî ve zihnî sömürge yöntemleriyle devam ettiği açıkça görülmektedir.
Avrupa Birliği projelerinden “Erasmus + Programı” adıyla anılan ve 1980’li yılların sonlarından bu yana Avrupa Birliğinin yükseköğretim düzeyinde eğitim, gençlik ve spor alanlarındaki hibe desteklerini kapsayan projenin Türk gençleri için bir “İtalya Seyahati” arka planı söz konusu olabilir mi? Geç ergenlik dönemindeki gençlerimizin tam da kimlik duygularının geliştiği ve şekillendiği bir yaş aralığında çok yönlü etkiye maruz kalacağı bir proje olan “öğrenci değişim programına” dahil edilmesi ya da diğer bir ifadeyle “Batı seyahatine” çıkarılmasının getirisi götürüsü doğru hesap edilebilmiş midir?
Değişim programları sayesinde, yurtdışı tecrübesi yaşamaları, farklı kültür ve yaşam tarzlarını tanıma ve öğrenme imkânı bulmaları amaçlanan gençlerimizin ne kadarı kendi ülkelerini tanımaktadır? Gençlerimiz, Türk Milletini ayakta tutan kök değerlerini, kültür ve yaşam tarzlarını tanıma ve öğrenme imkanına sahip midir? Yurt dışı deneyimi kazanacak olan gençlerimizin ülkemize sağlayacağı kazanım söz konusu mudur? Bu programlara katılan öğrencilerimizin ne kadarı bedenen ve zihnen ülkemize dönüş yapmaktadır? Bu konuda yapılmış kapsamlı çalışmalar mevcut mudur?
Tüm bu sorular cevabını aramaktadır. Öğrenci değişimi programı sayesinde sağlanacak hareketliliğin ekonomik ve kültürel boyutuna dikkat çeken yaklaşımlar söz konusu olmakla birlikte programın asıl amacının “Avrupa’da yükseköğretimin kalitesini artırmak ve Avrupa boyutunu güçlendirmek” olduğu hususuna dair açıklamalar ilgili tanıtım kitapçıklarında yer almaktadır. Erasmus öğrencilerine yüklenen misyonun “kültürler arası diyalogun Avrupa boyutunu desteklemek” ve “Avrupa Birliği vatandaşlığı” kavramını hayata geçirmek olması dikkat çeken en önemli husustur.
Lisansüstü düzeyde gerçekleştirilen öğrenci değişimi ve hibe programları istisna tutulduğunda, temel eğitimden lisans düzeyine kadarki eğitim süreçlerinde planlanan Erasmus programlarının, geleceğimizin teminatı gençlerimiz üzerindeki etkisinin sağlıklı bir analize tabi tutulması ülkemizin ve milletimizin istikbali açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle henüz rüştüne ermemiş ve kişiliği şekillenmemiş gençlerimizin, bahsi geçen projelerle Batı’yı tanımaktan çok Batıcılık büyüsüne kendisini kaptırmış hayran bireyler haline dönüşme ihtimali ve hatta gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Netice itibarıyla önümüzde, “kazan-kazan” ilkesine dayalı bir iş birliği mi mevcuttur, yoksa 1910 senesi “İtalya Seyahati”nin arka planında yatan niyetin çağdaş versiyonu “modern devşirme” yöntemlerinden biriyle mi karşı karşıyayız?