Henüz ilk okulda idim. Okul dönüşü evimizin bulunduğu sokakta oyalanıyordum. Karşı apartmanda olduğunu tahmin ettiğim şık giyimli elinde siyah evrak çantası olan bir amca beni çağırdı.
- Mahallemizin yiğit çocuğu bir gelir misin?
- Buyur amca geldim.
- Geçerken unuttum şu parayı alıp arka caddedeki fırından bana ekmek getirebilir misin? Ben çok yorgunum geri dönüp oraya gidemeyeceğim.
- Tabi amca getiririm.
Koşar adım fırına gittim. Ekmeği aldım, getirdim. Amcaya verdim. Tam uzaklaşıyordum ki Amca: “dur uzaklaşma sana bir şey vereceğim”, dedi.
Amca çantasını açtı içinden hiç kullanılmamış bir kurşun kalem çıkardı ve bana verdi.
Sevindim. Zira benim kurşun kalemim de bitmek üzereydi. Bu kaleme ihtiyacım vardı.
Kalemi çantama koydum eve geldim.
Anneme
- Anne: Kelemimin ucunu açar mısın derslerimi yapacağım.
- Annem bıçakla kalemin ucunu sivriltti. Bende ödevlerimi yazmaya başladım ve tamamladım.
Derken akşam oldu. Babam eve geldi. Ben kalan ödevlerimi yaparken, Babam;
- Yusuf ödevlerini yaptın mı?
- Yaptım Baba.
- Beraber bir bakalım
- Olur Baba.
Babam elimdeki kalemi görünce kaleme dikkatle baktı. Sonra kelemi elimden aldı. Üzerindeki yazıyı fısıldayarak okudu. DMO, sonra bana döndü.
- Bu kalemi nereden aldın. Bu devletin kalemi. Bu şahsa ait olamaz. Ancak resmi dairedeki görevliler kullanabilir.
- Baba şu karşı apartmanda oturan şık giyimli amca verdi. Ona fırından ekmek getirdim. Oda bana bu kalemi verdi.
- Senin bu kalemi kullanman doğru değildir. Üzerinde DMO (Devlet Malzeme Ofisi) yazıyor. Yani Devletin kalemidir. Bu kalemi sadece devlet görevlileri resmi işlerinde kullanabilirler. Yarın bu kalemi götür o amcaya ver. Babam kabul etmedi de.
Ertesi gün o amcanın gelişini takip ettim ve gittim kalemi geriverdim. Onun sebebini sormasına fırsat vermeden,
- Amca bu kelemi kullanmamı babam doğru bulmadı dedim. Eve döndüm.
Başka Bir Hikâye:
Babam Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı idi. Birgün okul çıkışı babamın bürosuna gittim. Babam işlerini yaparken bende okul ödevlerimi yapmaya başladım. Bir ara kırmızı kaleme ihtiyacım oldu. Babam o sırada dışarı çıkmıştı. Babamın masasındaki kâğıt, kalem her şey ona ait diye düşünüyordum. Kalemlikteki kırmızı kurşun kalemi aldım. Ödevimi yaptım. Sonrada çantama koydum. Akşama eve geldim. Kalan ödevlerimi yapıyordum ki. Elimdeki kalem babamın dikkatini çekti. Zira kalemin üzerinde DMO yazıyordu.
- Oğlum bu kalemi nereden aldın.
- Baba sizin büronuzda ödevimi yaparken kalemliğinizden aldım. Kalem sizin diye de çantama koydum.
- Hayır oğlum, o kalem benim değil Devletindir. Bak üzerinde DMO yazıyor. Bu kalemi sen alamazsın. Ben de şahsi işlerimde kullanamam. Şimdi bana ver çantama koyayım. Yarın büroma götürürüm.
…
Gerçek hayatta, yani yaşanmış, iki hikâye. Bu hikayeleri yaşayanların bizzat naklettikleri hatıralarından derledim.
Birinci hikâye Prof. Dr. Kemal Bıyıkoğlu (Atatürk Üniversitesini 1969-1976 yılları arasındaki Rektörü) ile oğlu Yusuf Bıyıkoğlu arasında yaşanmıştır.
İkinci hikâye ise, Diyanet İşleri Başkanı ve Milletvekili Lütfi Doğan ile oğlu Yahya Doğan (Prof. Dr.) arasında geçmiştir.
Prof. Dr. Kemal Bıyıkoğlu: Atatürk Üniversitesini şahlandıran ve Türkiye’nin Üniversite tarihinde model bir şahsiyet. Bıyıkoğlu “Üniversiteler Kuran Üniversitenin, Muhteşem Rektörü” dür.
Lütfi Doğan: Gerek Diyanet İşleri Başkanlığındaki gerekse TBMM’de Milletvekilliği görevinde hizmetleri ile izler bırakan, herkesin saygı duyduğu büyük Alim’dir.
Her iki hikâye farklı zamanlarda farklı mekanlarda farklı kişiler tarafından yaşanmış. Ancak adata biri diğerinin aynısı. Bu davranış şekli Hz. Ömer’in Devlet işlerinde devletin mumunu, kendi işinde kendi şahsi mumunu yakması menkıbesinin onların hayatlarındaki yankısı değil mi?
Demek ki model şahsiyetlerin her hali hikmetli ve ders veren nitelikte oluyor. Tarihe geçmek te kolay olmuyor, en küçük fiilleri dahi ibretlik oluyor. Onlar bu dünyadan ebedi aleme göçtüler. Mekanları Cennet olsun. Onların halleri ile hallenmek de bize miras olmalı değil mi?
Prof. Dr. Ömer AKBULUT, Kasım 2025.