Türk edebiyatının en muteber eserlerinden biri olan Dede Korkut, kaleme alındığı dönem itibarıyla yansıttığı dil özellikleri ve zengin muhtevasıyla hazine değeri taşır.
Fuat Köprülü’nün “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar.” sözü eserin değerinin anlaşılması için mühim bir kaynak teşkil eder.
Manzum ve mensur biçimdeki eser, Oğuz boylarının kendi içlerindeki siyasi ve idari mücadelelerini anlatan hikâyelerden oluşur. Bu anlatılar Türklerin yaşayışını, örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini, kültürünü ve medeniyetini en iyi şekilde yansıtarak pek çok bilgiyi günümüze aktarır. Dede Korkut, eserde hem manzume dizdiği hem de hikaye anlattığı için “soy soylayan ve boy boylayan” kişidir. Her şeyi tastamam bilen, gaipten türlü haberler söyleyen, Oğuz kavminin müşkülünü halleden keramet sahibi önemli bir şahsiyettir. Oğuzların yol göstericisi ve türlü akıllar vericisi olduğu için eserde ona “Korkut Ata” şeklinde hitap edilir.
Eserin giriş kısmında yer alan Dede Korkut soylamaları, onun üstün bir akıl hocası olduğunu destekler. Bu soylamalardan özellikle bazıları genelgeçer ifade niteliğindedir ve özdeyiş olarak adlandırılır. Dede Korkut, her ne kadar Oğuzlara yol göstermek ve akıl vermek için yazılmış olsa da çağının ötesine geçerek tüm insanlığı nemalandırmıştır.
Dede Korkut, sözlerine “Allah Allah demeyince işler düzelmez, kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez.” şeklinde başlayarak dinine olan bağlılığını ve inancını tasdik eder. İnsanlara verilen zenginliğin yani kısacası tüm nimetlerin menbaının Allah olduğunu belirterek sözlerine “Ezelden yazılmasa kul başına kaza gelmez, ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez.” şeklinde devam eder. Dede Korkut’un kaza ve kaderi tayin eden ilahi kaynağa son derece bağlı ve teslimiyet içinde olması, Oğuzların onu toplumun önderi olarak seçmelerinde önem arz eder.
“Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, toplar, talep eyler, nasibinden fazlasını yiyemez.” diyen Dede Korkut, insanın ne kadar malı mülkü olursa olsun, sadece ona taksim edilen miktar kadarından faydalanabileceğinden söz ederek nasip ve kısmete vurgu yapar. İnsanoğluna bahşedilen maddi varlığın üst düzeyde olması, kişinin hepsini kullanabileceği anlamına gelmez. Nitekim bize düşen pay, yalnızca Allah’ın takdir ettiği ölçüdedir.
“Kibirlilik eyleyeni Tanrı sevmez, gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz.” diyen Dede Korkut, kibrin nahoşluğuna ve alçak gönüllü olmanın erdemine değinir. Kişi bünyesinde her türlü güzel huyu barındırsa da eğer kibir gibi kötü bir mizaca sahipse kendi içinde tutarsızlık yaşar. Her iyi davranışa karşılık bir kibir baltası indiren insan, yaradılışına ters düşer. Bunun üstesinden gelmek ve tıynet gereği uygun mertebede olmak için alçak gönüllülük elbisesini giymek gerekir.
“Kız, anadan görmeyince öğüt almaz; oğul, babadan görmeyince sofra çekmez.” diyen Dede Korkut aile değerlerine, insan eğitiminin ve alışkanlıklarının ailede başlamasına vurgu yapar. Bu ifade “Ağaç yaşken eğilir.” atasözünün yazılışta farklı, anlamda ise aynı olduğunu gösterir. Eğitim önce ailede başlar, çoğu etik değerler ve alışkanlıklar öncelikle bu aşamada edinilir. Bundan sonra ise okulda alınan eğitim ve kazanılan bilgiyle bir bütünlük yakalanarak uyum sağlanır.
“Gittikte yerin otlaklarını geyik bilir. Yeşermiş yerlerin çimenlerini yaban eşeği bilir. Ayrı ayrı yolların izini deve bilir. Yedi dere kokularını tilki bilir. Geceleyin kervan göçtüğünü çayır kuşu bilir. Erin ağırını, hafifini at bilir. Ağır yüklerin zahmetini katır bilir. Nerede sızılar var ise çeken bilir. Gafil başın ağrısını beyni bilir. Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini, erin cimrisini ozan bilir.” diyen Dede Korkut, her işin ve alanın ayrı bir ustası ve bilirkişisi olduğunun altını çizer. Buna göre otlak yerleri otlayan hayvanlar, yeşil çimenlerin yerlerini eşekler, yol izlerini develer, dere kokularını tilkiler, göçen kervanları kuşlar, insanın ağırlığını atlar, ağır yükleri katırlar, ağrı ve sızıyı çekenler, baş ağrısını beyinler, insanın cömert ve cimrisini ise çokça gezip dolaşan ozanlar bilir. Hülasa, insan sadece vâkıf olduğu alanla ilgili konuşmalı; bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamalıdır.
Dede Korkut, derin anlamlar ve düşünceler barındıran soylamalarıyla belleğimizde saygın bir yer edinmiştir. Oğuzların birbirleriyle olan siyasi mücadelelerini anlatırken aynı zamanda günümüze, hatta her zaman dilimine atıfta bulunan özdeyişler aktarmıştır. Türk dili, tarihi ve edebiyatı için ihtişamlı bir konumda bulunan Dede Korkut, hikâyelerde naklettiği cenk ve savaşlarda ölenler için aşağıdaki sözleri sarf eder:
Hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Onlar da bu dünyaya geldi, geçti
Kervan gibi kondu, göçtü
Onları da ecel aldı, yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Âhir son ucu ölümlü dünya!
Dede Korkut, Oğuzlar arasında verilen mücadeleler sonucunda aynı ifadeyi söylemeyi tercih etmiştir. Yukarıdaki kalıplaşmış ifade, bir hikâyenin bitişinin ve diğerinin başlayacağının habercisidir. Dede Korkut hikâye sonlarında, doğan her insanın günün birinde bu dünyayı terk edeceğini hatırlatır. Bu durumu bir kervanın konup göçmesine benzeterek ecel, fani dünya ve gelimli-gidimli dünya kavramlarıyla hayatın döngüsüne de gönderme yapar.
“Âhir son ucu ölümlü dünya”yı hatırdan çıkarmamak dileğiyle…