SERDAR BİLER
Dil, gündelik hayatımızda sadece ihtiyaçlarımızı karşılamak için kullandığımız bir iletişim aracı mıdır? İhtiyaçlarımızın derinliği ve acilliği nispetinde mi önemli ya da değerlidir?
Bu sorulara “Evet” de diyebiliriz belki, ancak sadece “Evet” diyemeyiz. Çünkü dil dediğimiz sistem, bu gündelik ihtiyacı karşılamanın çok ötesinde bir işleve de sahiptir. Dile cep telefonu ya da mutfak aletleri gibi bir işlev yüklersek onun milletler için hayati önemini de ıskalamış oluruz.
Peki, dilin bu milletler için “hayati önem”i nedir ? Her şeyden önce milleti oluşturan ve yekvücut yapan en önemli unsurlardan biridir dil, en önemlisidir de diyebiliriz pekala.
Bu önemi, onun geçmişten bugüne milletin ortak değerlerini, kültürünü taşıması ve sonraki kuşaklara aktarmasında yatar. Aynı zamanda bir taşıyıcıdır dil, toplumun kültürüne dair ne üretilmişse önce dil ürünlerinde belirir, onlarda anlam ve değer kazanır.
Bir anlamda dil, kültürün evidir, sığınağıdır. Kültür de dili besler, geliştirir, zinde olmasını sağlar. Dil-kültür ilişkisinin önemini kavrarsak dile sadece bir iletişim aracı muamelesi yapmaz, milletin varoluşunda bir temel taşı vazifesi gördüğünü de idrak etmiş oluruz.
Türkçemiz de Türk milleti için asli bir değerdir. Bugün Türk milletinin güçlü varlığından, kültür ve medeniyet değerlerinden gururla söz edebiliyorsak bunu sağlayan temel unsurlardan biri de Türkçemizin gücüdür.
Türkçe, yüzyıllardır mecrasında coşkun akan bir nehir gibi kadim kültürümüzün birikimlerini, sözlü ve yazılı tüm edebi ürünlerimizi, ahlaki değerlerimizi bugünlere taşımış şüphesiz aynı coşkunlukla da geleceğe taşımaya devam edecektir.
Bir nehir nasıl ki dağlardan doğup kendisine bağlanan derelerle ve onların taşıyıp getirdiği minerallerle zenginleşirse Türkçe de yüzlerce yıldır farklı dil ve kültürlerle etkileşime girerek, kimi zaman da onları bünyesine katarak güçlenmiş, zenginleşmiş ve Nihat Sami Banarlı’nın deyimiyle “fetheden dil” seviyesine ulaşmıştır.
Büyük Alman şairi Wolfgang Goethe’nin dediği gibi “Bir dilin kudreti, yabancı olan şeyleri atmakta değil, onları yutup hazmetmekte kendini gösterir.” İşte, Türkçenin kudreti, bu fethetme anlayışının doğurduğu zenginlikte belirginleşir. Dolayısıyla Türkçe, dünyada büyük imparatorluklar kurup geniş coğrafyalarda konuşulan ve kültür dili olarak hala varlığını o coğrafyalarda devam ettirebilen üç beş dilden biridir.
Gerek Anadolu’da gerek Anadolu dışındaki kültür coğrafyamızda yüzlerce yıldır edebi ürünlerde işlenen, değerlenen ve nesillere değer katan bir dil olan Türkçenin zenginliğini, söyleyiş güzelliğini, ahengini her dönem türküler, ninniler, ağıtlar, destanlar, masallar, deyim ve atasözleri gibi sözlü ürünlerde; Göktürk Metinleri’nden Kutadgu Bilig’e, Yunus Emre’ye, Karacaoğlan’a, Fuzuli’den Nedim’e, Şeyh Galib’e, Yahya Kemal’den Sezai Karakoç’a, Neşet Ertaş’a kadar ve ismini burada zikredemediğim daha nice kelam ve kalem erbabının ortaya koyduğu şaheserlerde görebiliriz.
Mesela, Karacaoğlan’ın “ İncecikten bir kar yağar / Tozar Elif Elif diye” dizelerindeki aşkın deruniliği ve bunun doğal bir ahenkle dile getirilişi yüreğimizi titretmedi mi yıllarca? Yine Yahya Kemal’in “ Ya şevk içinde harab ol ya aşk içinde gönül / Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül ” dizelerindeki ahenk, Türkçenin söyleyiş ve ritim imkanının ne derece yüksek olduğunu göstermiyor mu bizlere?
Neşet Ertaş’ın “ Gönül dağı yağmur boran olunca / Akar can özümden sel gizli gizli” dizelerindeki söyleyiş ve mana inceliği bizi can özümüzden vurmuyor mu? “ Gölgede olanın gölgesi olmaz.” atasözündeki “özgünlük” vurgusu ve bunun ifade ediliş biçimi bizi hayran bırakmıyor mu?
Bunlar aklıma ilk gelen birkaç örnek Türkçemizin güzelliğini, ışıltısını, zenginliğini, şavkını anlatan.
Gelin hep birlikte bu güzelliğe, ışıltıya sahip çıkalım. Daha da parlatalım onu, ışığını söndürmeyelim.
Geçmişten gelen bu zengin birikimi günümüzün duygudan uzak, mekanik söyleyişine kurban etmeyelim. Okuyalım, okutalım, yazalım. Çocuklarımıza, gençlerimize ninnilerimizdeki ahengi ve saflığı, türkülerimizdeki duygudaşlığı, ozanlarımızdaki samimiyeti, deyim ve atasözlerimizdeki yaşamı, kültürü, tecrübeyi aktaralım. Bunu kendimize bir vazife addedelim. Çünkü bunlarda geleceğe yön verecek geçmişimiz gizli.
O zengin geçmişi kaybedersek pusulasız ve yelkensiz bir gemi gibi bir o yana, bir bu yana yalpalayıp dururuz. İşte bunun için diyorum ki Türkçenin şavkı vursun gönlümüze, dilimize, kalemimize… Muhabbetle…