DERSAÂDET YAZILARI-8
Dr. Hasan YILDIZ
TBMM Dönemi (23 Nisan 1920-3 Mart 1924)*
Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesinin kuruluş aşamasının Birinci Dünya Savaşının hemen öncesine denk gelmesine ve Balkanlardan Kafkaslara, Çanakkale’den Irak’a, Galiçya’dan Filistin’e, Hicaz’a ve Yemen’e kadar pek çok cephede can pazarı yaşanmasına rağmen ıslahat düzenlemelerinden sarf-ı nazar edilmediği; mümkün mertebe ve imkanlar dahilinde eğitim cephesinin tahkimine çaba ve gayret sarf edilerek pek çok düzenlemenin hayata geçirilmeye çalışıldığı hususuna daha önceki yazılarımızda değinmiştik.
Bu yaklaşımın TBMM döneminde de devam ettiği, hatta öncelikli ve hassas bir konu görülerek medreselerle ilgili yeni mevzuat düzenlemelerinin hayata geçirildiği müşahede edilmiştir. Bu hassasiyet, Anadolu halkının, kendi memleketlerindeki medreselerin de Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi çatısı altına alınması yönündeki yoğun taleplerinden kaynaklanmaktaydı.
Desteğini halktan alan ve kendini halkın isteklerini yerine getirmeye mecbur hisseden Meclis, bu yoğun talepler nedeniyle 8 Mayıs 1921 tarihli Medâris-i İlmiyye Nizamnâmesi’ni hazırlayarak yürürlüğe koymuş, bir yıl sonra ise Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi Tâlîmâtnâmesi’nin yayımlanmasını sağlamıştı.
Her iki mevzuat metnini hazırlayanların, İstanbul’un işgali üzerine Anadolu’daki milli mücadeleye katılan ilmiye sınıfından olması Osmanlı medrese tecrübesinin ve müktesebâtının TBMM ve Cumhuriyet dönemine taşınmasında önemli bir rol oynamıştı. Bir taraftan vatan savunmasına koşuluyorken diğer taraftan medreselerin ayağa kaldırılması için çaba sarf ediliyor; istiklâl ve istikbâl mücadelesinin eş zamanlı yürütüldüğü bir döneme tanıklık ediliyordu.
Anadolu coğrafyasının her bir köşesinde ölüm-kalım mücadelesinin verildiği bir aşamada medreselere duyulan ihtiyaç TBMM tarafından icrâ mevkiine konulan Medâris-i İlmiyye Nizamnâmesi’nin gerekçe kısmında şu şekilde ortaya konulmaktaydı: Anadolu’nun birçok yerinde imam yokluğundan dolayı farz namazlar cemaatle eda edilememekte, hatta yıkama ve tekfin işlemleri gerçekleştirilmeksizin cenazeler defnedilmekteydi. Yerleşim birimlerinin çoğunda halkın zarurî dinî ihtiyaçlarını giderecek ve dinî meselelerini çözecek bir âlim dahi bulunamamaktaydı. Bu nedenle cehâletin yaygınlaşarak dinî esasları ve sosyal hayatı kökten sarsacağı endişesinin yayılmakta olduğu belirtilmekteydi.
Bahse konu nizamnamenin tasvir ettiği bu manzara, Birinci ve İkinci Balkan Harplerinin ardından Birinci Dünya Savaşının zorlu yıllarında muvazzaf ya da büyük çoğunluğu gönüllü olarak cephelere koşan medrese öğrencilerinin ve din adamalarının cepheden geri dönmemelerinden kaynaklanmıştı. Nitekim nizamnâmede bu durum teyit edilmiş; imam, hatip ve kadıya varıncaya kadar toplumun her türlü dinî ihtiyaçlarını devlete yük olmaksızın karşılayan medreselerdeki talebe ve müderrislerin seferberlik nedeniyle silah altına alınması üzerine medreselerin kapalı kalarak yok oluşa sürüklendiği hususuna dikkat çekilmiştir. Böylece Anadolu’da halkın dinî ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli düzeyde ve sayıda ilim merkezinin varlığını devam ettirmesine imkân kalmadığı ifade ediliyordu.
Bu olumsuz tabloya ilaveten, TBMM’nin yönetimi altında bulunan Eskişehir, Uşak, Manisa, Tire, Ödemiş, Konya, Kayseri, Karahisâr-ı Sahip, Amasya, Maraş, Harput, Kastamonu, Sivas ve Balıkesir olmak üzere toplam 14 şehir merkezindeki Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin de yıllardır süren seferberlik hali nedeniyle toplumun ihtiyacını karşılayacak düzeyini muhafaza edemediği, hatta yok hükmünde bulunduğu ifade ediliyordu.
İçinde bulunulan zor şartlar sebebiyle Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi modelinin her tarafa yaygınlaştırılmasına mâlî imkân bulunamadığı, bu nedenle geleneksel medreselerin zamana en uygun şekilde ihya ve ıslâh edilmek suretiyle buralarda asrî/çağdaş imamlar, âlimler ve vaizler yetiştirilmesinin daha uygun görüldüğü belirtiliyordu. Bu maksatla kapalı olan medreselerin yeni baştan ihya edilmesine teşebbüs edilerek bu medreselere “Medâris-i İlmiyye” ismi verilmesi kararlaştırılmıştı.
Nizamnâme, medreseleri iki gruba ayırmaktaydı. Birinci grup Dârü’l-hilâfe Medreseleri, diğer grup ise geleneksel medresenin ıslâhı sonucunda ortaya çıkan ve Medâris-i İlmiyye adıyla isimlendirilen İstanbul dışındaki medreselerdi. Birinci grup medreseler 1914-1915 ıslahatı kapsamında açılan medreseleri ihtiva etmekteydi. TBMM tarafından hazırlanan Medâris-i İlmiye Nizamnâmesi ise İstanbul’daki Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi ve bu medresenin 1915-1916 öğretim yılından itibaren Anadolu’da açılmış olan şubeleri dışında kalan diğer medreseleri kapsamaktaydı. Böylece bir taraftan İstanbul merkezli Darü’l-hilafeti’l-aliyye Medresesi ile bütünlük sağlanıyor, diğer taraftan ise 1914-1915 ıslahatı kapsamına henüz dahil edilmemiş olan Anadolu’daki medreselerinin tamamı yeni ve müstakil bir düzenleme kapsamına alınıyordu.
İlgili mevzuata göre Anadolu’da Dârü’l-hilâfe Medresesi, Şer’iyye Vekâleti’nin bünyesinde yer alan Tedrîsât Müdiriyet-i Umûmiyesi’ne bağlanmış ve bir önceki dönemde olduğu gibi İbtidâi Hâriç, İbtidâi Dâhil ve Sahn Medresesi ile birlikte Medrese-i Süleymâniye kısmından teşekkül ettirilmişti. Ayrıca İbtidâi Hâriç medreseleri bünyelerinde hazırlık sınıflarına da yer verilmişti. Önceki dönemden farklı olmak üzere her bir kısım medrese müdürünün yönetiminde oluşturulan bir idâre heyeti tarafından yönetilecekti.
TBMM tarafından yürürlüğe konulan 8 Mayıs 1921 tarihli Medâris-i İlmiyye Nizamnâmesi Osmanlı döneminde hazırlanmış olan mevzuat metinlerine göre daha kapsamlı bir metindi. Bu durum TBMM’nin medreselere gösterdiği ihtimamın göstergesi olarak görülmekteydi. Yine önceki programlara göre daha kapsamlı ve daha nitelikli bir müfredat program kitapçığının 10 Kasım 1923 tarihinde bastırılmış olması TBMM’nin medreselerle ilgili uzun vadeli ve sağlam düzenlemeler gerçekleştireceği inancını doğurmaktaydı. Ancak bu müfredat programının yaklaşık 4 aylık bir sürede yürürlükte kalabildiği, ya da diğer bir ifadeyle 1923-1924 öğretim yılının sadece birinci yarıyılında uygulanabildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisât Kânûnu ile medreselerin kapatılması üzerine bu müfredat programının uygulanmasına imkân kalmamıştı.
Mezkûr müfredat programının 22 Aralık 1918 tarihinden itibaren meşihat tarafından teşekkül ettirilen bir Program Encümeni marifetiyle yaklaşık yedi ay sürdüren “tetkikât ve müzakereler neticesinde” hazırlanan bir program olduğu ve TBMM döneminde de üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılarak matbu kitapçık haline getirildiği anlaşılmaktadır. Bir başka açıdan değerlendirildiğinde bahse konu müfredat kitapçığının 1914 yılından itibaren hazırlanmaya başlanan ve peyderpey geliştirilen müfredat programının son şekli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tarih sahnesinden 3 Mart 1924’de ayrılan Osmanlı medreseleri için TBMM tarafından icrâ mevkiine konulan bu özel ve özgün müfredat programına bir sonraki yazımızda değinmek dileğiyle…
* “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nde Eğitim ve Öğretim” isimli doktora tezinden yararlanılarak hazırlanmıştır. (Detaylı bilgi için: Bkz. Hasan Yıldız, age., İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017)