“Maarif demek, muallim demektir. Millî Eğitim Bakanlığı sadece onu düzenleyici bir cihazdan başka bir şey değildir. Kitap, program, imtihan ve bütün öğretim meselelerini çözümleyecek olan bir milletin muallim ordusudur…”
“… Bugün talebelik artık ilim yolculuğu değil, diploma avcılığıdır. Muallimlik ise ne bir iman ve irşat yolu, ne de fikir ve kültürün otorite merkezidir. Hatta bir meslek bile değildir. Sadece küçük bir memuriyettir. …”
Bu ifadeler mütefekkir Nurettin Topçu Üstadın “Türkiye’nin Maarif Davası” kitabından aktarılmıştır. Bu kitabın ilk baskısı 1960 yılında yapılmıştır. Merhum Topçu bugün yaşasa idi acaba bu konuda mevcut hali nasıl dile getirirdi?
Öğretmen Yetiştirme Sürecimiz
Çok kısa özetlemek gerekirse: Kadim tarihimizde okuma-yazma ve hesap yapma; medreselerde hoca, molla veya müderrisler marifeti ile öğretildi. Tanzimatın ilanından sonra ilk mektepler için erkek muallim mektebi “Darülmuallimîn” (1848), ve kız muallim mektebi Darülmuallimat (1870) açıldı. Daha sonra liseler için öğretmen yetiştiren Darülmuallimin-i Ali (1891) okulu açıldı.
Cumhuriyeti’nin kurulmasını takiben Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde eğitimde önemli bir dönüşüm yaşandı. Önce Muallim Mektepleri ve Köy Muallim Mektepleri (1930) açıldı. Köy Muallim Mektepleri Köy Enstitülerine dönüştürüldü (1940). Daha sonra bu Mektepler ve Köy Enstitüleri kapatılarak ilk okuldan sonra 6, orta okuldan sonra, 4 yıl süreli eğitimle, ilk okullara öğretmen yetiştirilen Öğretmen Okulları açıldı. Öğretmen Okulları 1974 yılında kapatılarak Öğretmen Liselerine dönüştürüldü (*). İlkokullar için öğretmen yetiştirmek için lise eğitiminin üzerine “İki yıllık Eğitim Enstitüleri” açıldı.
Darülmuallimin-i Ali Cumhuriyet döneminde önce Yüksek Muallim Mektebi sonra Yüksek Öğretmen Okulu olarak adlandırıldı. Önce Ankara’da sonra İstanbul ve İzmir’de açılan bu okullara daha çok öğretmen okullarında başarılı olan öğrenciler arasından not ortalaması yüksek öğrenciler sınavla seçilerek alındı. Fakat maalesef bu okullar da 1978 yılında kapatıldı.
Cumhuriyet döneminde uzun süre ortaokul ve liselerin öğretmen ihtiyacı, Yüksek Öğretmen Okulları, Üç Yıllık Eğitim Enstitüleri ve Üniversitelerin ilgili fakülte mezunları ile karşılandı.
Nihayet 1982 yılında yürürlüğe giren YÖK yasası ile tüm yüksek öğretim kurumları YÖK çatısı altında toplandı. İki ve Üç Yıllık Eğitim Enstitüleri de Eğitim Fakülteleri altında bölüm olarak yapılandırıldı. Eğitim Fakülteleri 1989-1990, 1997-1998 ve 2017- 2018 yıllarında yeniden yapılanma süreci geçirdi. Günümüzde Eğitim Fakülteleri okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerin tüm sınıfları veya dersleri için 8-9 bölüm ve bölümler içinde anabilim dalları altında öğretmen adayı yetiştirmekte. **
Tarihsel olarak öğretmen yetiştirme süreci hem değişen hem de gelişen bir süreç olarak görülebilir. Ancak bu süreçteki değişimleri daha iyi anlamak için “sürecin arka odalarında” yaşananları da bilmek gerekir.
Bizi Öğretmen Yapmadılar
Yıl 1975. Ortaokul son sınıfta “devlet parasız yatılı” sınavlarına girdim ve Gümüşhane Mareşal Fevzi Çakmak Öğretmen Okulunu kazandım. Erzurum’da tam teşekküllü hastaneden sağlık raporu aldım ve kayıt yaptırdım.
Okulumuz çok mükemmeldi. Derslikleri, laboratuvarları, yatakhanesi, yemekhanesi, reviri, spor salonu, müzik ve resim salonları ile tam bir külliye idi. Öğretmenlerimizin çoğu tecrübeli veya başarılı oldukları için bu okulda görevlendirilmişti. Yatılı arkadaşlarımız merkezi sınavda başarılı olmuş kişilerdi. Tüm ihtiyaçlarımız karşılanıyordu. Bizden istenen çalışmak, öğrenmek ve başarılı olmaktı. Bizde gündüz derslerde, akşamları etütlerde öğrenmek derece yapmak için adeta yarışıyorduk. Çünkü öğretmen olacaktık.
Okulda Türkiye’nin birçok şehrinden gelen üst sınıf abilerimiz vardı. Hatırladıklarım: Urfa’dan Ramazan, Malatya’dan Koçer, Siirt’ten Şehmus, Eskişehir’den Melik, Bingöl’den Mikail … farklı illerden gelen öğrenciler vasıtasıyla ülkemizin farklı yerel kültürlerini tanıma fırsatını da buluyorduk. Fakat bizim dönem arkadaşlarımız Erzincan, Tunceli, Gümüşhane ve Bayburtlu idi. (Yatılı Öğretmen Okullarının atmosferini Memiş Okuyucu Hoca’nın “Yatılı Okul Günlüğü” yazısından da okumak gerekir.)
Bizler bu heyecan ve azim içindeyken bir duyuru yapılır. “Bugün öğlenden sonra birinci ve ikinci sınıf öğrencileri için ders yapılmayacak. Okul Müdürümüz önemli açıklamalar yapacak”. Toplantı başlar. Müdür bey bir kanun maddesi okur (1973 yılında yürürlüğe giren 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 43. Maddesi). Sonra bize hitaben “Evlatlarım bu durumda Öğretmen Okulları, Öğretmen Liselerine dönüştürüldü. Siz Öğretmen Lisesini kazandınız, öğretmen olamayacaksınız. Artık bundan sonra öğretmen olabilmek için iki yıllık “Eğitim Enstitüsü” okunacak. Siz birinci ve ikinci sınıflar öğretmen lisesi öğrencisiniz. Üçüncü ve dördüncü sınıflardaki abileriniz öğretmen okulu öğrencisi, onlar öğretmen olacak. Ancak size güzel bir haberim var. Eğitim enstitülerine öncelikle siz yerleştirileceksiniz. Kontenjan kalırsa diğer liselerden mezun öğrenciler yerleştirilecek. Ayrıca öğretmen okulu mezunları fark derslerini vermeden üniversitelere giremiyorlar. Siz lise mezunlarının tüm haklarından da yararlanacaksınız”. Halbuki biz okula kayıt için geldiğimizde okulun tabelasında “T.C. Mareşal Çakmak Öğretmen Okulu” yazıyordu.
Liseyi bitirip diplomalarımızı aldığımızda eğitim enstitülerine öncelikli girme hakkımızın olmadığını öğrendik. Peki Müdür Bey niçin böyle konuşmuştu? Meğer diğer öğretmen liselerinde bu değişiklik üzerine yapılan boykot veya öğrenci hareketlerinin bizim okulda vuku bulmaması içinmiş. Bizim ağzımıza bir parça bal çalınmıştı!
Eğitim Enstitülerinde Öğretmen Yetiştirme
Eğitim Enstitülerine her türlü liseden (Ticaret, Endüstri Meslek, Düz Lise…) mezun olmuş öğrenciler alınıyordu. Liseyi bitirmiş, öğrenimine yıllarca ara vermiş ve öğretmenlik için hiçbir alt yapısı olmayan bu kişiler öğretmen olacaktı.
Enstitülere dönemin siyasi konjonktüre göre veya bazı yönleri ile tanınırlığı olan kişiler öğrenci olarak alınıyordu. Öğretmen okuluna öğrenci alınırken tam teşekküllü hastaneden sağlık raporu alınırken, bu öğrencilerde sağlık, asabiyet, yaş gibi hiçbir kriter aranmadı.
Halbuki öğretmen yetiştiren okullara öğrenci alınırken “1931 Muallim Mektepleri Talimatnamesinde” ifade edildiği gibi aday öğrencilerde T.C. vatandaşlığından sonra; bedensel kusurlu olmamak (pepeme, kekeme, kör, sağır, şaşı, topal, çolak, çarpık yüzlü, kambur olmamak) ve trahom, verem gibi bulaşıcı ve kronik hastalıklar bakımından sağlıklı olmak şartları aranıyordu. Sonra bu öğrencilere temel bilgiler ve öğretmenlik bilgileri veriliyordu. Özellikle öğretmen adaylarına, öğretmenlerde aranan hitabet, etkili anlatım, materyal ve düzenli tahta kullanımı gibi yetkinlikler eğitimle kazandırılıyordu. Sıkı ve ciddi bir eğitim söz konusu idi.
Sonra neler oldu
İki yıllık enstitülerin oluşturulduğu o yıllar (1976-1980) sağ-sol olarak adlandırılan siyasi kutuplaşmanın gün be gün arttığı yıllardı. Eğitim enstitüsü öğrencileri arasında önce sağ-sol tartışmaları ve tacizler sonra kavgalar başladı. Öğretmen Lisesi öğrencileri olarak bizde bu kutuplaşmadan nasibimizi aldık. Çünkü aynı binanın farklı katlarında öğrenim görüyorduk. İletişim ve etkileşim kaçınılmazdı. Zaman zaman başka enstitülerden de öğrenciler (sürgün) geliyordu. Enstitü de kavgalar nedeniyle çoğu kez derslere ara veriliyordu. Öğretmen olamamanın yanında şimdi de eğitim öğretim düzenimiz bozulmuştu.
O yıllar siyasi istikrarsızlığın da olduğu yıllardı. Demirel Hükümeti gitmiş, Ecevit Hükümeti gelmişti. Ecevit Hükümeti daha önce enstitülere müracaat etmiş ancak kayıt hakkı verilmeyen öğrencilerin mağdur edildiğini varsayarak, onlara kayıt hakkı tanıdı. Bu arada kayıt için ön şartları sağlamayan kişiler de enstitülere kaydedildi. Söz konusu öğrencilerin güya mağduriyetini önlemek için yaklaşık 45 günlük “hızlandırılmış eğitim” adı verilen ucube bir eğitimle on binlerce öğretmen mezun edildi.
Öğretmen okullarındaki öğrenci seçme, öğretmen atama ve alt yapı birikimi bir anda yok edilerek tüm lise mezunlarının kabul edildiği iki yıllık bir eğitimle, güya yüksek öğretim görmüş, öğretmen yetiştirme yoluna gidildi. Hem de böyle bir eğitimle!
Bu yıllarda öğretmen yetiştirmede başka uygulamalarda devreye sokuldu. Dursunoğlu’nun (2003) verdiği bilgilere göre Gece Öğretimi” ile 15 bin, “Mektupla Öğretim” ile 42 bin ve hızlandırılmış eğitimle 70 bin olmak üzere yeterli eğitim almayan yaklaşık 130 bin öğretmenin ataması yapıldı.
Bu öğretmenlerden yaklaşık 30 bini 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra usulsüz ve hakları olmadan öğretmenliğe atandıkları için görevden uzaklaştırıldı. Ya tespiti yapılamayanlar?
İşte o yıllarda bir nesil bu öğretmenlere teslim edildi. Bizi öğretmen yapmadılar, ama hiçbir vasfı dikkate alınmadan formalite eğitimlerle binlerce kişiyi öğretmen yaptılar. Halbuki öğretmen okullarının son sınıfında aday öğretmenler dönüşümlü olarak gün boyu farklı ilkokullarda staj (öğretmenlik uygulanası) eğitimi alıyorlardı.
Kanaatim şu dur ki: Öğretmen okullarının devamı olarak iki yıl enstitü eğitimi vermek varken, öğretmen okullarının kapatılması ve her tür liseye (sonra da ideolojiye ve siyasete) kapısı açık 1976-1980 dönemi iki yıllık eğitim enstitüleri öğretmenlik mesleğine ve doğrudan eğitimimize yapılan en büyük darbedir.
Sonraki yıllarda kimler ilkokullarda öğretmen olmadı ki. 1989-90 öğretim yılında iki yıllık eğitim enstitüleri dört yıla çıkınca ilköğretim de öğretmen ihtiyacı dört yıllık fakülte mezunlarına (Ziraat, Veteriner, Su Ürünleri …) kısa bir formasyon eğitiminden sonra öğretmenlik hakkı verildi. Benzer uygulama sekiz yıllık kesintisiz eğitim kararı alındığı dönemde öğretmen açığını kapatmak için de yapıldı. Haklarını yemeyelim bunlar arasında çok başarılı olan öğretmenlerin olduğuna da şahidim.
Yüksek Öğretmen Okulları kapatıldığı gibi, Yüksek Teknik Öğretmen Okulları ve Turizm ve Ticaret Öğretmen Okulları da YÖK’ün kurulması ile Teknik Eğitim Fakültelerine dönüştürüldü. Bu fakülteler 2009 yılında kapatılarak, Duman (2014) tespitiyle, 80 yıllık meslek öğretmenliği birikimi de yok edildi. Bugün dört yıllık fakültelerde eğitim gören herkes eğitimlerinin dördüncü yılında eş zamanlı olarak iki yarıyıl süreli pedagojik formasyon alarak öğretmen adayı olabilmekte. Böylece teknik öğretmen ihtiyacının karşılanması düşünülmekte.
Sonuç:
Öğretmen yetiştirmede etkili bir model oluşturulamadığı gerçektir. Bu nedenledir ki Eğitim Fakülteleri her on yılda bir yeniden yapılanma süreci yaşadı. Gelinen noktada başta Eğitim Fakülteleri olmak üzere pedagojik formasyonla aday öğretmenlik hakkı kazanan Fen, Edebiyat, İlahiyat ve diğer fakülte mezunlarını MEB öğretmenlik için yeterli görmemektedir. Bu nedenle öğretmenler için özel bir akademi hayata geçirme sürecindedir. Öğretmenlik veya Milli Eğitim Akademisi hizmet içi eğitim veren kurum olarak gereklidir. Ancak okul öncesi eğitimden sonra, 16 yıl eğitim alan ve “Öğretmenlik KPSS” engelini aşmak için genel kültür, alan bilgisi ve öğretmenlik bilgisi ve üzerine mülakat sınavlarında başarılı olan öğretmen adayları öğretmenlik için hala yeterli görülmediğine göre bu kifayetsizliği tekrar tekrar düşünmemiz gerekir.
Öğretenler mi öğretemiyor, öğrenenler mi öğrenemiyor. 16 yılda yetkinlik kazanamayanlara bu akademide iki yılda nasıl bir sihirli değnek dokunacak?
Kanaatim şudur ki, süreç boşuna uzatılıyor. Çünkü ağaç yaş iken eğilir. Zira öğretmenlik bir meslektir. Hem de çok önemli bir meslektir. Öğretmen olacak kişilere yeni sistemde sekizinci sınıftan sonra öğretmenlik alanının yolu açılmalıdır. Nitekim bu konuda deneyimleri ile tanınan Prof. Dr. İsa Eşme (YÖK üyesi 2005-2009), Mustafa Altınsoy (Öğretmen Okulları Eski Genel Müdürü) ve Abbas Güçlü (Eğitim alanında uzman köşe yazarı) ve Mustafa Kır (Eğitimci-ilahiyatçı yazar) gibi çok sayıda otorite kişi yatılı olarak Öğretmen Liselerinin yeniden açılmasını önermektedir. Benimde naçizane düşüncem de bu yöndedir. Bu sese kulak verilmelidir.
Ayrıca öğretmen yetiştiren kurumların öğrenci kontenjanı; nüfus artışı ve eğitim kademelerindeki öğrenci sayısı istatistikleri dikkate alınarak belirlenmeli. Aday öğretmen enflasyonuna fırsat verilmemelidir. İhtiyaç düzeyine göre aday öğretmen yetiştirerek, adayların öğretmenliğe atanma şansları yükseltilmelidir. Böylece öğretmen yetiştiren kurumlar; öğretmenlik idealine sahip, yetenekli, zeki ve çalışkan öğrenciler tarafından tercih edilir konuma getirilmelidir.
Ancak şu çıkmaz sokağı nasıl geçeceğiz? Mevcut durumda 400 binin üzerinde öğretmen atama beklemektedir. Hiç öğretmen adayı mezun edilmemesi şartıyla, bu yıl olduğu gibi her yıl 20 bin öğretmenin ataması yapılsa 20 yıllık potansiyel öğretmen adayına sahibiz. Bu potansiyel nerede istihdam edilecek? Gençler yetki sahiplerinden çözüm bekliyor.
Herkes hemfikirdir ki gelecek; öğretmenlerin yoğurduğu hamur ile inşa edilecektir.
Notlar:
(*) Öğretmen Liseleri 2014-2015 eğitim öğretim yılındaki kapatılarak, Anadolu, Fen veya Sosyal Bilimler Liselerine dönüştürüldü.
**(Öğretmen yetiştirme tarihimiz konusunda detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler kaynaklar listesindeki 2-9 numaralı makaleleri okuyabilirler. Şüphesiz bu makalelerden başka çok sayıda çalışma da mevcuttur.)
Kaynaklar: