eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
18°C
Ankara
18°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
18°C
Perşembe Az Bulutlu
18°C
Cuma Az Bulutlu
16°C
Cumartesi Çok Bulutlu
13°C

Prof. Dr. Ahmet TANYILDIZ

1981 yılında Adıyaman Kâhta’da dünyaya geldi. Orta öğrenimini Manisa’da tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yerleşti. 2003 yılında buradan mezun oldu. Klasik edebiyatımızdaki edebî münazaralarla ilgili teziyle Hacettepe Üniversitesi, klasik edebiyat kürsüsünden yüksek lisans derecesiyle mezun oldu (2005). Daha sonra Erciyes Üniversitesi’ne atandı. Burada İsmâîl Rüsûhî Efendi’nin Şerh-i Mesnevî’si üzerine hazırladığı tezle doktor unvanı aldı (2010). Erciyes Üniversitesi’nde bir süre araştırma görevlisi ve Türk Dili okutmanı olarak görev yaptıktan sonra 2011’de Dicle Üniversitesi’ne atandı. 2014’te doçent, 2019’da profesör olan yazar, hâlen Dicle Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Çeşitli edebiyat dergilerinde yazıları yayımlanan Tanyıldız’ın kültür ve edebiyat tarihimize ilişkin 9 kitabı bulunmaktadır. İletişim: ahmettanyildiz@gmail.com

    Akademisyeni Kim Okur, Kim Dinler!

    Meramı ifade etmenin türlü yolları vardır. İmayla, mimiklerle, hareketlerle, ses kalıplarıyla, sözlü ifade biçimleriyle ve nihayet fizikî temasla… Zihnin süzgecinden geçmiş, kalemin terbiyesiyle yola gelmiş yazılı ifadeler de var tabii. Yazılı ifade, meramı daha tertipli bir şekle büründürmeye vesile olabilir. Zira yazan kişi meseleyi önce zihninde ölçüp biçer, belli bir olgunluğa kavuşturduktan sonra satıra dökmeye başlar. Yazma fiili sırasında da konu şekillenmeye devam eder. Böylece yazar, fikirlerini damıtılmış bir surette okuyucusuna aktarma imkânı bulur.

    Talihsiz bir camiayız biz

    Yazar çizer camiası içerisinde en talihsiz olanı kanaatimce akademisyendir. Niye mi? Anlatayım… Bir defa üzerine kalem oynattığı konular toplumda pek karşılığı olmayan teorik meselelerdir. Bu yüzden yazdıklarını bir kendisi okur bir de benzer konulara kafa yoran diğer akademisyenler. Tabii bu, yazdıklarının değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Hassaten vurgulamış olayım.

    Farkındayım, akademik yazılar normal okur kitlesine hitap etmiyor. Aynı şekilde okur da bu tür yazılardan pek hazzetmiyor. Şöyle bir talihsizlik var: Akademisyen, ilmî anlamda bir boşluğu doldurmak için çabalar. Ve nihayet okunmak/anlaşılmak için yazar. Buna rağmen kendisi ve bazı meslektaşları dışında pek okuru olmaz.

    Hocaların bir kısmı bu cendereden çıkabilmek için popülizme kaymak zorunda kalır. Kalemini serbest bırakır, meramını daha basit ifadelerle aktarmaya çalışır. Bu sefer de kendi meslektaşlarının diline düşer. İlmî bir meselenin suyunu çıkarmakla itham edilir. Gel de çık işin içinden…

    Farklı Okumalı

    Farklı disiplinlerden yazı ve kitap okumayı severim. Bu okumanın bakış açımı zenginleştirdiğine ve ufkumun açılmasına vesile olduğuna inanırım. Ayrıca bu okuma tercihi, meşgul olduğum akademik sahanın dışındaki ilmî konuları ve popüler çalışma alanlarını da anlamamı sağlar. Memleketin maarifi ile ilgili yazılar daha bir ilgimi çeker.

    Derdimiz memleketin maarifi olduğu için eğitimci akademisyenlerin yazdıkları bizim için biraz daha önemli tabiatıyla. Ama bu sahada kaleme alınan yazıları anlayabilene aşk olsun. Teorik çıkarımlarla kurulmuş uzun cümleler, dipnotlar arasında nefes alamayan fikirler, neredeyse birbirinin aynısı olan anket uygulamaları. Bol yazarlı ve bol “gönderge”li makaleler. Batılı “eğitim dâhileri”ne sıkça yapılan atıflar… O şunu demiş, bu da şöyle söylemiş derken yazarın ne dediğine sıra gelmez bir türlü. Tam bir şeyler söyleyecekken yazı biter. Sonuç kısmında yazara ait birkaç cümle bulabilirseniz ne âlâ.

    Fikrin Doğulusu Batılısı olmaz da…

    İşin bir de şu tarafı var: Bir yazı Batılı kaynaklara referansta bulunmuşsa garip bir şekilde dokunulmazlık zırhına bürünüyor. Onu tenkit etmek, -haşa huzur- kutsal kelama çatmak gibi algılanıyor. Onların fikirlerini tenkit etmeye kalkan biri için “Sen ondan iyi mi bileceksin!” gibi kınama cümleleri hazır zaten.

    Hâlbuki fikir, fikirdir. İsabetli olanı da var, yanlış olanı da. Batılı ilim adamlarının her dediğini doğru kabul etmek zorunda değiliz. İsabetli ve makul fikirleri başımızın tacıdır. Ama ya yanılıyorsa veyahut bilerek yanıltıyorsa… O zaman ne yapacağız? Geçen zaman içerisinde kimi Batılı ilim adamlarının edebiyat ve eğitim tarihimize dair sergiledikleri kötü niyetli çabalarını gördükten sonra bu cümleleri daha rahat kurabiliyorum. Kendisi Doğu’nun en doğusundan olan ama zihni Batı’da kalmış bir akademisyenin kültür tarihimiz hakkındaki düşüncelerini okumuştum da toplum olarak kabullenilmiş çaresizliğimize üzülmüştüm.

    Sandıklarda pamuklara sarılı fikirler

    Eğitim serüvenimizle ilgili kimi değerli yazıların ve fikirlerin “akademik mahfaza” içerisinde saklı kalması insanı mahzun ediyor. Çoğu zaman iyi niyetle okumaya başladığın yazıyı, yukarıda saydığım sebeplerden ötürü yarıda bırakmak zorunda kalıyorsun. Hâlbuki o yazılarda, toplumun eğitim meselelerine çare olacak nice merhemler var. Yeter ki doğru zamanda ve zeminde doğru muhatapla buluşsun. Mevzuyu bir hikâye ile bitireyim:

    Ünlü şairlerimizden Şeyhî, belirli zamanlarda Germiyan Beyi’nin huzurunda aruzla yazdığı müstesna şiirlerini okur, caize alırmış. Günün birinde beyin huzuruna bir ozan gelmiş ve sazıyla şu şiiri okumuş:

    Benim devletlü sultânım âkıbetin hayır olsun

    Yediğin bal ile kaymak, gezindiğin çayır olsun

    Bu sade şiir, beyin epey hoşuna gittiği için Şeyhî’ye verdiği caizenin birkaç misli hediyeyi ozana bağışlamış. Bu davranışının sebebini sorduklarında ise: Şiir dediğin böyle olur! Bizim Şeyhî gelir, söyler söyler durur. Anlamam ki ne söyler! Bir de üstüne benden hediye alır.” cevabını vermiş.

    Şair Şeyhî, beyinin bu davranışı karşısında gücenmiştir muhtemelen. Nitekim kaynaklar da öyle diyor. Sen kalk, uğraş didin, en mutantan şiirlerini hazırlayıp arz et. Sonra ozanın biri gelsin, sade bir beytiyle senin şairlik tahtını sallasın… Bizim akademisyen camiasının değerli fikirleri, Şeyhî’nin şiirleriyle aynı kaderi paylaşıyor dersem, yanılmış olmam sanırım.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Mücahit PEHLEVEN dedi ki:

      Her hafta farklı bir konuya farklı bir bakış acısıyla bakar, masaya öyle yatırırsın. Bize de farklı pencerelerden bakma imkanı sağlarsın. Kalemine sağlık değdi hocam. Bu yazdığınız ikilem hayatta da her zaman karşımıza çıkmıştır. Ben buna sahidim. Devamini bekliyorum.

    2. FAHRETTİN AKMAN dedi ki:

      Maalesef öyle…