Başlığı biraz sadeleştirirsek “Terbiyede Tevhid – Tedrisatta Tefrik” şekline dönüştürebiliriz. Daha da sadeleştirerek anlaşılır kılmak istenirse “Terbiyede birlik, eğitim-öğretimde çeşitlilik/farklılık” diyebiliriz. Bu fikir, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin önemli şahsiyetlerinden eğitimci, arşivci ve tarihçi Muallim Cevdet’e aittir.
Cevdet’e göre Maarif Nezareti, bütün Türkiye için terbiyede birliği; ortaöğretim düzeyindeki eğitim-öğretimde ise yerel ihtiyaçlara göre çeşitliliği sağlaması gerekmektedir. Eğitim tarihimizde bunu başarmış devlet adamının Mithat Paşa olduğunu hatırlatan Cevdet, paşanın nereye gittiyse o mahallin ihtiyacına uygun sanatların ve mesleklerin öğretildiği eğitim kurumları açtırdığından bahseder. Ancak Mithat Paşa’dan sonra gelenler aynı düşüncede olmadıkları için bu uygulamanın devamı mümkün olamamıştır.
Bizde “takip fikri” bulunmadığı için arzulanan neticelerin hiç elde edilemediğini vurgulayan Cevdet, hatanın usulde değil takipsizlikte olduğu düşüncesine sahiptir. O, hedefe ulaşma konusunda “vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” görüşü yerine vusülsüzlüğün takipsizlikten kaynaklandığı görüşüne sahiptir.
Osmanlı eğitim tarihi bunun örnekleriyle doludur. Her gelen hükümetin ya da nâzırın, bir önceki uygulamayı herhangi bir gerekçe göstermeksizin kaldırdığına, değiştirdiğine, hatta hiç olmazsa isim değişikliğiyle kendine mâl etmeye çalıştığına tanık olunuyor; dolayısıyla istikrarlı bir uygulama sürecine imkân kalmıyordu. Diğer bir açmaz ise Osmanlı eğitim modernleşmesi sürecinde Batı’dan alınan eğitim programlarının millî ve mahalli ihtiyaçlara uygun şekle dönüştürülmeden ve üstelik eksik tercümelerle nakledilmiş olmasıydı. Her gelenin, bir önceki uygulamayı beğenmediği, eksik ya da yetersiz gördüğü bir yaklaşım söz konusuydu. Bunu tam manasıyla skolastik bir yaklaşım olarak değerlendiren Cevdet, eğitim sistemimizin ve okulların mahalli ihtiyaçlara göre değil, hayalî sistem üzerine kurulan istikrarsız programlara dayandırılmasının ıstırabını içinde taşıyordu. Elbette ilmî metotların en gelişmişini dünyanın neresinden gelirse gelsin almak insanlık mirasının doğal paylaşım sürecinin bir gereğidir. Bu tür ilmî gelişmelerden toplumu mahrum bırakmayı hoş karşılamak ise mümkün değildir.
Cevdet, bu olumsuz yaklaşımın önüne geçmek için atılacak ilk adımın öncelikle toplumun eğitimsel ihtiyaçlarını tespit etmek ve bu ihtiyaçların nasıl giderileceğine yönelik çeşitli uygulama örneklerinden esaslar belirlemek olduğunu vurgulamaktadır. Maarif Nazırı Emrullah Efendi ve Şükrü Bey zamanında her vilayetin yerel ihtiyaçlarına uygun okulların açılması kararlaştırılmış ancak bu karar uygulamaya geçirilememişti. İşte bu olumsuz durum, bizde “takip fikri” olmamasına; sonra gelenlerin önceki dönemlerde alınan kararların ve uygulamaların devam ettiricisi olmamalarına dayanmaktaydı. Cumhuriyet döneminde de benzer yaklaşımların devam ettirildiği aşikârdır.
Tevhid-i Tedrisat’ı “tekdüze” ve “tek tip” eğitim diye algılayan zihniyetin yakın tarihimizde eğitim sisteminde yaşattığı hercümerç, hafızalarda tazeliğini korumaya devam etmektedir. Eğitim-öğretimde çeşitliliğin ana havzası konumundaki meslekî eğitimin bir takım ideolojik ve keyfî yaklaşımlarla nasıl tarumar edildiğine Türk toplumunun büyük bir kısmı 90’lı yılların ortalarında yakinen tanıklık etmişti.
Her ne kadar yaşanan fetret döneminin ardından meslekî eğitimde toparlanma sağlandıysa da, bu kez Batı’dan ithal kapsayıcı eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim hakkı, toplumsal cinsiyet rolleri, cinsiyetsiz mekânlar, homofobi, transfobi vb. kavramlarla sınır tanımaz özgürlük söylemlerinin yaygınlaştırılmaya çalışıldığı bir döneme girildi. Böylece Türk Milletinin milli, ahlaki, insani manevi ve kültürel değerleriyle bağdaştırılması mümkün olmayan yoz değerler, bazı uluslararası kuruluşların desteği ve dahilî sivil paydaşlar eliyle okulöncesi eğitim çağından başlanılmak suretiyle körpe dimağlara boca edilmeye çalışıldı.
Toplum olarak gözlem ve tecrübelere önem vermeyen bir yapıya sahip olduğumuz bilinmektedir. Yetki elimize geçtiğinde yılların tecrübesi uygulamaları kar-zarar muhasebesi yapmaksızın kaldırarak, kendi aklımız ve hayalimizce ürettiğimiz planları hayata geçirmeye yatkın olduğumuzdan ilerlemek yerine her defasında fasit bir dairenin içerisinde dönüp durmaktayız.
Bu fasit dairenin kırılması ancak terbiyede birliğin sağlanmasıyla mümkün olabilecektir. Toplumun kök değerlerinin esas alındığı öğrenme hedeflerinin sürekli güncellenerek hayata geçirilmesiyle toplumsal birlik ve dirlik sağlanabilecektir. Bu bağlamda belirlenecek öğrenme hedeflerinin bilgi, tutum ve beceri düzeyindeki kazanımlara nasıl dönüştürüleceğine dair plan ve programların ivedilikle okulöncesinden yükseköğrenime kadar basamak basamak planlanması ve uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.
Başta özel okullar olmak üzere bütün örgün eğitim kurumlarında terbiyede birliğin sağlanması amacıyla uygulanacak eğitimin ölçme-değerlendirme araçlarıyla geribildirimleri alınarak, uygulamanın geliştirilmesine ve öğrenme hedeflerinin gerçekleşme düzeylerinin tespit ve takibine yönelik çalışmalar hassasiyetle yürütülmelidir. Süreç içerisinde öğrenciler üzerinden ailelerin ve dolayısıyla toplumun ihtiyaçlarına göre öğrenme hedefleri ve eğitim planları revize edilerek geliştirilmeli; böylece terbiyede birlik, teorik ve uygulama boyutlarıyla koordineli olarak yaygınlaştırılmalıdır.
Dr. Hasan YILDIZ