Mahir Hoca, yaşayışının her yönü ile bir ideal insan numunesi idi. Örnek bir insandı. Örnekliğinin en güzel süsü bir edep timsali olmasıydı. Hoca’nın ‘Mahmud’ül Mahal’ diye sevdiği Prof. Dr. Mahmut Çamdibi, hocanın bu halini şöyle anlatır: ’’Tam bir terbiye adamıydı Mahir Hoca. Bir edeb adamı, adâb adamı. Oturması kalkması, yürümesi konuşması bile belli bir edeb içinde olurdu hep. Öyle sereserpe,(…) oturduğuna rastlamadım hiç. Hep bir edeb-i daim içindeydi, sanki namazdaymış gibi.’’
Mahir İz’in gençliği Abdülhamit’in son senelerine denk gelir. O devri hissederek ilmiye ve Osmanlı bürokrasisine mensup bir aile muhitinde adım atar, gençlik çağlarına. Neslin, oda kültürü ve sohbetle yetiştiği/yetiştirildiği ortamlarda şahsiyeti teşekkül etmeye başlar. Sohbet kültürüne dayalı bir sosyal muhitte yetişir Mahir İz. Arkasından gelen İttihatçılar Devri, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları, Mütareke dönemi, Milli Mücadele ve peşi sıra gelen yeni Cumhuriyet Dönemi. Kavramları, uygulamaları, dünyayı algılama biçimleri birbirinden oldukça farklı dönemleri iç dünyasında yoğurarak ait olduğu münevver zümreden de kopmadan bir taraftan iç dünyasını mukavim hale getirmiş. Diğer yandan da oldukça güçlü aurasının çekimindeki sohbet ve dersleriyle, çevresine ışık vermeye devam etmiştir.
Abdullah Mahir İz Hoca’nın hayatı da, uygulamaları da; kendinden sonraki neslin hayatının her aşamasına tatbik edilebilecek, model olabilecek örnekler barındırmaktaydı.
Mahir Hoca bir edep timsaliydi. Hoca’nın ‘Mahmud’ül Mahal’ diye sevdiği Prof. Dr. Mahmut Çamdibi, hocanın bu halini şöyle anlatır: ’’Tam bir terbiye adamıydı Mahir Hoca. Bir edeb adamı, adâb adamı. Oturması kalması, yürümesi konuşması bile belli bir edeb içinde olurdu hep. Öyle sereserpe,(…) oturduğuna rastlamadım hiç. Hep bir edeb-i daim içindeydi, sanki namazdaymış gibi.’’(202Ö)
Hoca, inanç dünyasını yaşamayı direkt hayatından başlatarak temellendirir. Maaşının yüzde iki buçuğunu zekat olarak fakirlere veren birisidir. Talebelerinden birisi de maaşa geçtiği zaman, hemen yüzde iki buçuğunu direkt fakirlere vermesini isterdi. Böylelikle Allah’ın merhamet tecellisinin fakirler üzerine diğer durumu yeterli olanlarca zuhuruna kapı açılacağını düşünür Hoca. Bunun da üzerinde zayıfa merhamet edenlere de, Allah’ın merhameti celbedilmiş olur. Hocanın fikriyatı da yaşayışı da bu istikamettedir. Kızı Sema Üstünel’in dilinden hocanın zekâta bakışı: ‘’Babam, ‘’Zekâtını düzgün veren insanın, hayatta başı ağrımaz’’ derdi’ şeklinde dile getirilmektedir.
Hoca’nın hayatı, içinden geçtiği dönemler, dönemlere yön veren şahıslarla hesaplaşma/mücadele şeklinde değil, olan hali ile inancını belli prensipler dairesinde yaşamak istikametinde zuhur eder. Zihni ve ruhu, hayatını ölçülerine/Kur’an ölçüsüne göre yaşamaya odaklıdır.
Mahir Hoca’nın hayatını iki kelime ile ifade etmek gerekirse ‘hak ve hakikat’ üzerine örülmüş/kurulmuş bir hayat ve yaşama çizgisi şeklinde özetlenebilir. Tüm yaşayışına ve şahsiyetine yön veren işte bu iki temel prensiptir: ’Hak ve hakikat’ düşüncesi. Hocanın hayatında şikâyetin yeri yoktur. Şekvacı değildir. Hadiseleri ve içindeki figürleri, tabii seyir içinde görmektedir. O aşkını kuşanmış aşkın birisidir. Hal ve ahvalin icabını yapandır. Halin icabının şartları içinde, inancını yaşayandır. Hem zamanın ruhunu okuyan, hem de zamanın ruhunu yazandır. Hem ‘ibnül vakt’tir. Hem ‘ebul vakt’tir. Cereyan eden hadiseleri, ilahî kudretin bir eseri olarak görür ve Cenab-ı Mevla’nın tecellilerini arar.
Hak ve hakikati kendisine yol ve dava edinen bir şahsiyet olarak yetişir. Ömrünün sonraki yıllarına yön verecek olan dünya görüşü bu hayat çizgisi üzerinden yürümek, yaşamak şeklinde olmuştur.
Mahir Hoca, mevcut şartlar içinde en iyiyi ‘yapabilmek’ derdindedir. Fert planından hareket eder. Bu konudaki görüşlerini çevresine, ‘Birinci olmak oyalanmaktır. Muvaffakiyet ve şeref ikinci olmamaya bakmaktan geçer’’ diye ifade ederdi.
Bütün hayatı boyunca hocanın davranış ve düşüncelerine yön veren biricik ölçüsü olmuştur ‘hak ve hakikat’.
Mahir İz Hoca, daha on beş yaşında:
Buna razı değil akıl elbet,
Haktadır, haktır en büyük kuvvet.
beytini not alarak zihin dünyasını oluşturmaya başlamış birisi olacak şuura ulaşmıştır.
Hoca, erbab-ı ilimdendir. İlme meraklıdır. İlme meraklı olanlara da meraklıdır. İlmî hakikatlere hevesli ve aşk derecesinde bağlıdır. Bu sebeple muhitinin ağırlıklı bir kesimini, ilim ve fikir adamları teşkil etmektedir.
Talebelerinden Prof. Dr. Saadettin Ökten ise Mahir Hoca’yı: ‘’Mahir Hoca; yeni bir üslup, tavır, tarz ve yorum getirdi.’’ şeklinde değerlendirir. Çünkü onun yorumları olmasa yeni dönemin yeni dünyası, bizim perspektifimizin anlam alanından çıkmayacak, batılı yorumlar ile anlaşılmak durumunda kalınacaktı.
Süleyman Nazif’in ‘’derya gibidir’ şeklinde hüsnü şehadette bulunduğu, Hüseyin Kazım Kadri’nin ‘’ne içilir, ne geçilir’’ diye mukabelede bulunduğu Müderris Ömer Ferid Kam, ilmi ve yaşayışı hocaya tesir eden ve hocanın da çok değer verdiği şahsiyetlerdendir. Bunların dışında devrinin ilim muhitleriyle ünsiyet ve dostluk kurmuş. Fikir alışverişinde bulunmuştur. Elmalılı Hamdi Efendi, sevgi ve muhabbet beslediği şahsiyetlerden bir başkasıdır. İsmail Saib Sencer, Oskar/Osman Reşer ilmen istifade ettiği başlıca isimlerdi. Bir Fuad Şemsi Bey vardır ki, hocanın ‘’fikren bana bu kadar yakın kimseye rast gelmedim.’’(H.s. 237) diyerek ruhen yakınlığını anlattığı, ‘karaktere, ilimden önce değer verir’ diye tanımladığı birisidir. Fuad Şemsi Bey, tek cümlelik maarif reformu teorisinin o yıllarda ortaya koyan isimdir. Buna göre ‘’Maarif teşkilatı mülgadır(kaldırılmıştır);mektepler kendi işlerini kendileri göreceklerdir.’’ şeklindeki maarif reformu tezi ile bu alandaki meselelerin kökünden çözüleceği görüşünün, o yıllardaki sahibidir.
Ders ve tedrisiyle, sohbetleriyle, duruşuyla, kalemiyle, kelamıyla, çalışmalarıyla bir model muallim olarak yaşadı. Muallimliğin de ‘heyecan yüklü’ idi. Hafızasında yüzleri, binleri bulan sayıdaki beyitlerle ders anlatımını süslerdi. Derslerde güçlü hitabesiyle talebelerine yaptığı konuşmalarıyla ‘ruh veren’ hoca idi. Coşkulu ders anlatırdı.
Talebeleri onu dinlerken hem ‘öğrenir,’ hem ‘duygulanır,’ hem de ‘heyecanlanırdı.’ Konuşmalarının neticesi en sonunda, ‘toplum, mahalle, komşu, insan’ eksenine dayanırdı.
Hoca; bazen gözlemci, bazen yakın şahit, kimi zamanda hadiselerin içindeki bölümlerden birinde ‘oyuncu’ olmuştur. Özellikle hatıralarını yazarken biyografik bir eserden ziyade, tarihi, kültürü, insan medeniyet ilişkisini inceleyen taraflarını, yeni kavramlarla yeni bir devirde, yeni bir zihin inşasını görmekteyiz. Zihin, fikir ve yaşayışla birlikte terkip halinde bir ihya ve inşa dönemidir bu yeni dönem. Gösterişsiz ve nümayişsiz bir adanmışlık ile yapar bunu Mahir İz. Diyalektik ve muhakemesi ile oluşturduğu sosyoloji, medeniyetimizdeki üst kimliğin inşası anlamına gelmektedir. Muallimlik hayatı boyunca yürüdüğü yol, fikren ve inanç olarak toplayıcılığı ve toparlayıcılığı tahkim eden bir çizgidir.
Cumhuriyetin ilanı sonrası geleneği süpüren kasırgada, alt kimliklerin siperlere çekildiği, üst kimliklerin de nadasa bırakıldığı bir dönemde; duruşu, yaşayışı ve fikirleri ile derin mevziler inşa eden ve mevcut düşünce ve yaşama alanlarını da ihya eden büyük tefekkür kalelerinden birisidir Mahir İz. Bütün muallimlik ve idarecilik hayatı, İmam Hatip Okullarındaki muallimliği, Yüksek İslam Enstitüsündeki hocalığı bu fikriyatı, inşa eden bir çizgi izlemiştir. İçlerinde pek çok akademisyen, hoca ve farklı alanlarda hizmet ehli olmak üzere yüz kadar önemli ismi bizzat yetiştirmiştir Hoca.
Türkiye’ nin yaşadığı zor bir dönemin ardından açılan İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslam Enstitüsünde hocalık, müdürlük ve muallimlik yaparken, hep araştırmacı ilim ruhunu aşılardı. Talebelerine, ‘’kafanızın içindekileri sınıfa girerken, kapıdaki hayalî zenbile bırakın’’ derdi. İlim zihniyetinin saf bir zihinde oluşacağının bilincinde bir muallim olarak ders yapardı.
Talebelerinin içinde akademi, fikir ve iş alemi başta olmak üzere her kesimden pek çok kimseler bulunmaktadır. Prof. Dr. Mehmet Çavuşoğlu, Prof. Dr. Osman, Öztürk, Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, Tayyar Altıkulaç, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Cevat Akşit talebelerinden bazılarıdır. Okul derslerinin dışında geniş bir sohbet halkası vardı. Muallimliğini, dersleri dışındaki sohbetlerle de devam ettirirdi. Muallimlik hayatında talebeliği de hiç bırakmadı. Odaklandığı ve çözmek istediği bir ilmî meseleye zihninde cevap buluncaya kadar tahkik eder, cevap bulmak için uğraşırdı. Eğer cevap alabileceği bir üstad hocaya ulaşmak gerekiyorsa semtler arası yolculuklar yapardı. Daha uzakta olanlara mektuplar yazardı. Kendisine Türkiye’nin her tarafından yazılan mektuplara da, muhakkak surette cevap
Mahir Hoca’nın yol açtığı çizgi, eski ile yeniyi birleştirip yeni bir dünya inşa eden ihlas ve samimiyet yüklü bugünkü şehirli dindarlığın temellerini oluşturan çizgidir. Bu çizgiden yetişen nesilde; bugünkü toplumun; dini inanç, ibadet ve yaşayış perspektifini inşa etmiştir diyebiliriz.
Mahir Hoca, şahsiyette efendi, cemiyette beyefendidir. Aileden, atadan gelen bir (son) İstanbul Efendisi olarak konuşmalarını, Türkçe’sini kaydetmek üzere 1960’larda !970’lerde o zamanın İngiltere’sinden, Amerika’sından müsteşrikler gelir. Konuşmalarını kayda alır. Ablası Bihin Hanım’ın konuşmalarını da, İstanbul Hanımefendi’lerinin Türkçesi olarak kayda alır. Götürüp İngiltere’de talebelerine dinletilmek üzere.
‘Değerlerimizi’ tanırsak, ‘değerlerimiz’ artar. Mahir İz bu topraklardan yetişmiş alim şahsiyeti ile istisnaî bir hoca, müstesna bir muallimdir. İlmi, muallimliği müsellem bir şahsiyettir.
Mahir İz Hoca, bu toprakların binlerce on binlerce talebe yetiştirmiş derviş ruhlu muallim bir değeridir. İlim ve irfan yüklü hakikat davacısı, hakiki bir dava ve gönül adamı olarak hizmet vermiştir.
Mahir İz, hastane odasında yanına gelen talebesi Prof. Dr. Osman Öztürk’e, son gece rüyasında ”vezzalimûne ma lehüm min veliyyin vela nasîr” (zalimlerin dostu ve yardımcısı yoktur) ayetinin mütaalasıyla uğraştığını söyler. Talebesinden, yakındaki Paşabahçe Camine giderek, ayetin açıklaması hususunda, tefsire bakıp gelerek kendisini aydınlatmasını ister. Osman Öztürk, hocasının isteğini yerine getirir. Paşabahçe Camiisine giderek, bulduğu bir kaç tefsirden, o ayetin açıklamalarını öğrenir. Gelip, hocasına cevabını söyler. Mahir Hoca ”Elhamdülillah’ der ve arkasından ruhunu teslim eder. Tarih, 9 Temmuz 1974. Yer, İstanbul Paşabahçe Devlet Hastanesidir. Cenazesi 11 Temmuz 1974 günü Sahrayı Cedit mezarlığına defnedilir. Cenazesine, Ferruh Bozbeyli’den Vehbi Koç’a kadar geniş bir yelpaze ve kalabalık bir halk kütlesi iştirak etmiştir. Hoca’nın cenazesi, yaşarken oluşturduğu ilim ve inanç yüklü muhabbetin, öldükten sonra vücuda gelen sevgi kervanı şeklinde kaldırılmıştır.
Rahmet olsun.
Ruhu revanı şad u handan olsun.
Y.İSLAM ENSTİTÜSÜNDE hocamız idi.NURLAR İÇİNDE YATSIN.Size de teşekkürler üstadım