Mahir İz Hoca’nın hatıraları, Yılların İzi adı ile yayınlandı. Kitabın en önemli özelliklerinden birisi, çokça değerlendirmelerin yer almasıdır. Yerine göre kişiler, yer yer hadiseler, bazen de devirler, dönemler bu kitapta sıkça değerlendirmeler yoluyla bir anlamlandırmaya tabi tutulmuştur.
Sentez, analiz, yer yer tenkitler yoluyla şahıs ve hadiseler değerlendirilmiş.
Akıl, ilim ve feraset süzgecinden geçirilerek, bir devrin ilim, idare ve kültür dünyası oldukça güçlü sezgiler ile ‘tasvir’ edilmiştir.
Bu tasvirler bizi bazen ipin ucuna, yer yer hadiselerin merkezine, kimi zaman da büyük Türkiye fotoğrafındaki parçalardan birine götürmektedir. Her haliyle kitabın başından sonuna kadar, anlamlı yorum ve değerlendirmelerle devam eden bir anlamlandırma çabasını görmemiz gerekmektedir.
Bir tarafıyla anlamayı da içinde barındıran bu anlamlandırma çabası kitabın başından sonuna dek, her bölüme ayrı bir okuma merakı katmakta. Bu duruma aslında bir anlam arayışı diyebiliriz.
Anlatılan zaman dilimi, değişimin, dönüşümün hızlı yaşandığı bir devri içine almaktadır.
Hayatın gündelik kısmından başlayarak, tüm evrelerini kapsayan bir değişim yaşanmaktadır.
Başlıca iki ana akım görüş üzerinden yürüyen değişimin, yeni sistemle yeni düzen üzerinde, kimlik ve kültürel köklerden yeni bir dil inşa edebilenlerden birisidir Mahir İz.
Mahir İz’ in içinde olduğu, kökleri üzerinden doğup, Türkiye’ nin fikir hayatına atılan ve açılan münevverlerin tutumu ve durduğu yer, her kesim ve isimde olduğu gibi arayışla birlikte, inşayı da barındıran bir çizgiyi temsil etmektedir.
1924 sonrasında halifeliğin kaldırılıp, Tevhid-i Tedrisat kanunu ile başlayan yeni dönemde geliştirilen tutumlar, bu münevver zümre için şahıs şahıs, isim isim farklılaşma göster/ebil/mektedir.
İdbar ve ikbalin fırtınalı gidiş gelişler yaşattığı manevi, ilmî sıkışmışlık dönemiyle birlikte yaşanan nüvelenmeler, hemen arkasından filiz vermeye başlamıştır.
Bu nüvelenmeler yaşayış, teori ve fikir sahasında anlam arayışı şeklinde kendini göstermektedir.
Bu anlam arayışında üst kimliği inşa eden çaba sahiplerinden biri de Mahir İz Hoca’dır.
Elli dokuz yıllık muallimlik hayatı; talim-terbiye hocalığının yanında fikri ve ilmî çalışmaları da içine alan bir hayat hikâyesinden oluşmaktadır.
Hayatının son demlerinde kaleme aldığı hatıralarının olduğu Yılların İzi kitabı; edebi, ilmi, insanî islamî yönleri olan bir eser. Yazar bu eseri kaleme alırken, meslek hayatına tesir eden psikoloji ve sosyolojiye çokça yer vermiş.
Eser okunurken, bu durum özellikle dikkat çekmektedir. Tasvir, adeta edebî bir sanat şeklinde bu esere baştan sona yön vermiş.
Yazarın hayatına bir tarafından giren hemen her isim ve resim bir tasvir ve tahlile tabi tutulmuştur.
Tasvirler, bir tarafı ile devrin psikolojisini ve cemiyete hakim sosyolojiyi bize yansıtmakta.
Bir başka yönü ile yazarın durduğu yerden hadiselere bakışını görebilmekteyiz.
Bir başka cepheden ise, yazarın hakimiyet alanının genişliğini, ilmi kritik ve tahlilleri ile birlikte öğrenebilmekteyiz.
Nihayetinde yazarın reflekslerine yön veren insiyaklarının ipuçlarını bu tasvirlerden öğrenebilmekteyiz.
Kitabın bize gösterdiği bir başka şey de klasik ifadesiyle, ‘umman–ı derya’ olan yazarımız, vokabüleri oldukça yüksek yazı yazabilmektedir.
Konuştuğu talâkatle yazabilmesi ve münevverliğine dair oldukça nitelikli yazı kapasitesi kitapta bize kendini göstermektedir.
Bu girizgahtan sonra kitaptaki tasvirlere geçelim.
Kendisi: Kendisi
‘’Zabıt kaleminde zabıt katipliği, grup şefliği ve zabıt mümeyyizliği ile vazife görmüş olduğumuzdan…’’ Merdümgiriz fıtratım.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde, Tasavvuf Tarihi dersine girebilecek yeterlilikte hoca bulamadığından şekvacı olan okul müdürü Prof. Dr. Celal Saraç’a bu derse girecek hocanın niteliklerini tarif eder: ‘’Şeriat ve tarikatin ‘fasıl ve vasıl’ noktalarını iyi bilmesi lazımdır.’’ ‘’Mesleğin erbab-ı dânişini(Bilgi sahibi, aydın kimse, entellektüel) az çok biliyorum.’’ der. (s.347) Bir kaç hafta sonra Bakanlıktan Mahir İz Hoca’ya bir yazı gelir:’’Yüksek İslam Enstitüsü Tasavvuf Tarihi derslerinde görevlendirildiniz.’’
Enverî Bey
Bir Osmanlı dönemi bürokratı olan kazasker Enverî Bey’in kişilik özellikleri tasvir edilmekte: ’Zekî, şair tabiatlı, alıngan, hadid’ül mizaç(keskin mizaç, çabuk hiddetlenen), nüktedan bir zattı.’ Bu taasvirler aynı zamanda bir karakter tahlili anlamına gelmekte. O dönem şahsiyetlerinin halini anlatan ve yansıtan.
‘’Şükrü Bey’ in merdümgiriz(insanlardan uzak) ve münzevî(kendi halinde) hali.’’
Refik Şevket İnce
Dönem bürokrat ve devlet adamlarını tasviri de kısa ve özlüdür. Şahsiyetinin temizliğine ve dürüstlüğüne dikkat çeken bir tasvir.:’’Refik Bey’ in safveti, zekâsına galebe çalmakta.’’
Süleyman Nazif
Kalemi gürz gibi kullanıp, önüne geleni kırıp geçiren Süleyman Nazif gibi üslup dahisi olan bir adam bile ‘’Memleket kurtuldu, fakat kurtulan toprağın üzerinde yapılanlara şapka ile tüy dikildi’’ diyordu.(s.84)
Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey,
‘’Meclisi galeyana sevkedebilecek muhakeme, mantık ve talâkate(Serbest söyleyiş. Düzgün, akıcı ve güzel konuşabilme.) sahipti.’’
İttihatçılık ve İttiahatçı Mebuslar
Kitabın daha başlarında ve yer yer karşı olduğunu söylediği ‘İttihatçılar’ ve ‘ittihatçılık’ ile ilgili görüş ve tespitleri özgün gözlemlere dayanmaktadır. Bu cemiyete mensup isimlerin ortak özelliklerini ve ruh dünyasını yansıtır mahiyettedir:
‘’Çok dikkate şayandır, İttihatçılar birbirlerine o kadar bağlıydı ki, bir sarıklı dindar ile bir mason İttihatçı birbirleriyle pek çabuk birleşebilirdi.Meselâ Erzurumlu Naibzade Raif Efendi, Tal’at Paşa dahil hemen bütün İttihatçıların hürmet ettiği bir hoca idi.’’ (s.95)
‘”Mecliste sırf İttihatçılık saikasıyla Mustafa Kemal Paşa’yı sevmeyenler vardı. Ziya Hurşit Bey bunlardan biri idi. Ateşli bir hatipti. Eskişehir Lisesinde Almanca muallimiydi. Mebus olmuştu. Eski Maarif Nazırı Şükrü ve İsmail Canbolat gözlerinden gayz şerareleri etrafa yayıldığı halde Mecliste tek kelime muhalefette bulundukları görülmemişti. İttihatçı fedailer idiler. Yaşları gençti. İttihat ve Terakkinin ikbaline doyamamışlardı. (s.99)’’
Kara Kemal, Küçük Tal’at ve Abdülkadir Beyler gibi ‘”Ricalül Gayb’’ dedikleri kimseler vardı: ‘Üçlerden ve Kara Kemal’den direktif alırlardı.’
‘”On yıl keyfe ma yeşa ellerinde tuttukları şey.’’ (İttihat ve Terakki için)
Hüseyin Avni Bey’in ölümü üzerine taziye verdiği Selahattin Bey: ‘’Biz birbirimize değil, hep birlikte milleti taziye edelim.’’
Rauf Orbay
Hakkında tam bir kanaat edinemediğim halde, şuur altında kendisine derin bir muhabbet ve hürmetim vardır. Bu hal Bektaşi erenlerinin Hz. Ali’ye muhabbeti gibi bir şeydi: “Kim ne söylerse söylesin, sevdim Ali’yi kâr zarar.’’(s.111)
Ayaşlı Ali Rıza Bey (Ankara Sultanisi hocası)
Çok zeki, nüktedan, hazır cevap bir şahsiyetti. Hür fikirli, oldukça tok sözlü, bulunduğu mecliste kızışan bir münakaşayı, bir nükte ile yatıştıran, en soğukkanlı adamı güldüren, bir kelime ile ‘sühandan ve sühanşinas’ yani, söz ehli ve söz anlar bir hüviyetti. Şüphesi inancından evvel gelirdi. Yaptığı şiir tahlili hiç kimseye benzemezdi, herkesin göremediği incelikleri görürdü. (s.137)
Misafir geldiği mecliste kısa boylu biri için espirisi ’’Kim bu bayat bazlama?’’, babayiğit mebus için; ‘’Kim bu kıvamüddevle?’’ diye benzetme espirileri yapar.
Bir fıkra:
Bir gün meclisteki müzakerelerden heyecanlanmış olarak akşam evde toplantımızda çok hararetli bir tarzda konuşuyordum. Ali Rıza Bey, birden bire, ’’Azizim bakıyorum sen hep gölge ile uğraşıyorsun’’ dedi. Hiç birimiz bu sözden bir şey anlayamadık. Fakat ben bir kere durakladım; lakırdımı kestim. Arkadan dedi ki, ‘’Eğri olan gölgeyi düzeltmeye kalkıyorsun. Ağacın gövdesi eğiridir, tabii gölgesi de eğri kalacaktır’’ deyince kimde can kaldı!(s.119)
Akif Bey
Mahir Hoca’nın İstiklâl Marşına dair görüşü; ‘’İstiklâl Marşı sadece bir şiir değil ruhları coşturan bir hamaset ve belagat abidesi idi.’’ (s.129)
Akif Bey, Elmalılı Hamdi Efendi ve Babanzade Ahmet Naim için, ‘Bunlar sika’dandır.Ne derlerse doğrudur, öyledir. Sözleri senet teşkil eder.’’ Der.
Ferid Bey İzmirli İsmail Hakkı Bey için, ‘’Nakkal’ül ulüm, bakkal’ül ulüm’’ derdi. Şemsettin Günaltay için’’Makasla yazı yazar’’ derdi.
Erzurum Mebusu Raif Efendi ve Erzincan Mebusu Sabit Bey
İkinci Meclise Erzurum Mebusu olarak iltihak eden Raif Efendi, bir celsede Recep Peker’le tartışır ve ’’Ben, Paşa’yı Dersim dağlarından geçirerek Sivas Kongresine getirdiğim zaman sen neredeydin?’’ der. Ve arkasından onun etrafındaki ekip harekete geçer.
’’Meclis hareketlenmiş ve dışarı çıkan Raif Efendi’ nin etrafını Kılıç Ali, Kel Ali, Rize Meb’usu Rauf, Adana meb’usu Ali Saib ve daha bir kaç kişi bizim zabıt kaleminin önünde çevirmişlerdi; elleri ceplerindeki tabancalarının tetiğinde bir emir veya bir hareket bekliyorlardı. Fakat o anda Erzincan meb’usu Sabit Bey, Raif Efendi’nin önüne dikildi; yani ‘himayemdedir’ demek istedi.
Bu muhterem zat bu mehabetiyle bir kerede Birinci Meclis’de şiddetle muhalefet eden Mersin meb’usu Selahattin Bey’in önüne dikilip siper olmuştu. Onu görenler çekilip gittiler. Çünkü Raif Efendi ile Sabit Bey şark vilayetlerinin adeta ruhu mesabesinde idiler.’’(s.96)
Ahmet Fevzi Kumbaracı için: ‘’Muallimlikte geçen yarım asrı aşan hizmeti esnasında vatanperverlikle birlikte aşıladığı millî hisler talebesinin amak’ı ruhuna hakkedilmiştir.’’
Muallim Naci’ nin kaybı üzerine kaimpederi Ahmet Mithat Efendi: ‘’Biliyor musun ne kaybettik?Hazine desem hazine yanında tam takır kalır.’’
Askerî Lisede Muhyiddin Raif Bey
Yaşayışı kalenderane, meşrebi şûhâne idi. Fakat bu halleri dostları arasında münhasır idi. Toplulukta vakur, ağır başlı azizün’nefs, fıkragûluğa mütemayil idi.
Hayatı onun mihver-i neşve idi. Evin haricinde cemal, evde ise her dem celal ile mütecelli idi. Hariçteki muhabbetinden insan kendisini düğün evinde surname dinliyor zannederdi. İnsana dış alemi o kadar unuttururdu. Evin içinde ise bir avuç ateşti. (s.209)
Recep Peker’ i Mustafa Kemal Paşa’ ya parti umumi katibi olarak Hüsrev Gerede önerdi.
Tebrizli Şair Remzi Baba:
Şebi güzeştebemen kerd tahta kehlel han,
Tatvülî ki babğdiyan Hülagü Han
‘’Geçen gece tahta kuruları, Hülagü’ nün Bağdat halkına yaptığı amansız zulümleri, bana yaptılar.’’(222)
‘’Feraset sahibi müminler hakkın nuru ile nazar ederler.’’ Hadis- i Şerif
Maraşlı Ahmet Tahir Efendi için. ‘’Çok latif ruhlu, beşûş, müsamahakâr, engin bir zattı.
Tevfik Fikret
Sınıfta devrin en mümtaz siması, şiirindeki kuvvetle Servet-i Fünun topluluğunu hürmet ve kuvvetle kendisine bağlamış bir kimse, fakat amme vicdanında suçlu bir hüviyetti. Gittikçe hidayetten uzaklaşıp, delalete splandı. Tevfik Fikret, Mehmet Tevfik Bey’i gömdü. (…) devrinin edebî şahikası(…) Servet-i Fünunun hürmetle takdir edilen otoritesi iken ‘’Tarih-i Kadim’’ ile manen intihar etmiştir. Cenazesi on beş kişi ile gömüldü.
Enverî Bey, tab’an(yaratılıştan) irtical yani düşünüp hazırlanmadan hemen söyleyebilecek karakterdeki bir şairdi.
Tahirül Mevlevî nüktegû, mükrim ve mültefit idi.
Fuad Şemsi Bey, çok dürüst karaktere ehemmiyet veren, ilmi daha sonraya bırakan, firasetli ve ileri görüşlü, çok asabî ‘ene’sine bağlı, mümtaz bir fıtrattı. Demir gibi olan karakterini çok sevdim ve bağlandım. Usûle ve nizama uymayan mafevkini de dinlemediği için devlet hizmeti yapamadı. Ben, fikren bana bu kadar yakın kimseye rast gelmedim. (s.237) Talebe terbiyesinde aradığı ilk meziyet doğruluk idi.
Sami Efendi’nin en mümtaz talebesi, azizünnefs, müstağnî ve müttakî salih bir zattı.
Muhittin Akçor Bey.(Mehmet Akif’in damadı.Kızı Feride ile evli)
‘”Seciyesindeki metanet, istikamet ve faziletperverliği ile tanıınmıştı. Bir fazilet ve karakter nümunesi. Ticarî ahlâkın iflas ettiğine inanıp ford mümessilliğini bırakmıştı.’’
‘’Doğruyu rehber eden muhakkak büyüklüğe kavuşur. Doğru ise akıl ile, nas ile ve tecrübe ile bulunur.’’(M.İz)
Fuad Şemsi Bey’in önerisi: Maarifin ıslahı bir madde-i kanuniye ile mümkündür. ‘’Maarif Vekaleti mülgadır. Mektepler kendi işlerini kendileri görecekler.’’ Esasen maarifin iki unsuru var:Muallim ve talebe. Program ve metot hocalar tarafından hazırlanır. (s.238)
‘Beynamaz yasakçısı’ ve mektep kapıcısı Mustafa Ağa. Vaktiyle ‘’Cuma ezanı’’ okununca dükkân sahiplerini namaz için camie gitmeğe sevk ve ikaz edenlere ‘Beynamaz Yasakçısı’ denirdi.
Edremit’te Yaşar Bey, gösterişe meraklı ve aristokrat ruhlu; fikren daima bâlâpervazdı(yüksektenuçan).(250)
Hafız Bey’in kendisini çok sevdiren bir şeytan tüyü vardı. Fakat o ‘’Rahmet feyzi’’ derdi. Karakulak suyu kadar hafif ruh idi.
Ali Rıza Efendi’de o berraklıkta hezarfen ve hafif ruhlu idi.
Hafız Bey, inancına kanaatine, ve memleket zararına olduğunu kabul ettiği, her hadiseyi, şahsı hicvederdi.
Yahudi komşusu altın yapma tarifini vermeyince bulduğu bir lügatle altı ayda kelimeleri, cümleleri çevirerek altı ayda sökmüş ve kendi başına altın eritmeye başlamış.
Oskar Reşer- Osman Reşer – Metot ve İlim Anlayışı
Bir gün derste(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) bana’ “Ben şaşıyorum öyle şeyler biliyorsunuz ki, nasıl bildiğinize hayret ediyorum.
Fakat öyle şeyler bilmiyorsunuz ki, nasıl bunu bilmediğinize şaşıyorum.’’Ben de ona ‘’İşte metotsuz şark usûlü’’ dedim. İstanbul’da yapılan bilmem kaçıncı müsteşrik konferansına dinleyici gitmiştim. Kendisiyle karşılaştım: ‘”Bu şark ilmi bilginleri arasında bir adam bana tanıtınız ki, edebiyatı-ı arabiyeden müşkil beyitleri kendisine sorayım’’ dedim.
Bunlar arasında ve garp metoduyla yetişmiş bilginler arasında öyle adam bulamazsın. Soracağın beytin kimin olduğunu söylersen, onlar sanan o zatın divanının kimler tarafından şerh edildiğini söylerler.’’(s.269)
Yahya Kemal Bey
Orjinal bir şairdi. Her şiirinin üzerine Akif Bey gibi damgasını basardı. Kendisine o kadar inanmıştı ki, devrinde yaşamış bütün şairleri istihfaf ederdi. Hakkındaki en büyük kadir şinaslığı Nihad Sami Bey yapmıştır. Devrinin ‘’ Abide-i şiir-ü edeb’’ diye kabul ettiği Yahya Kemal Bey’e sonsuz hayranlığını ifade etmişti.(s.282)
Nihad Sami Bey,
‘’Hakikatlere sadık kalarak, onların imhasına çalışanlar karşısında, yılmadan mücadele etmiştir.’’
Nihal Atsız ve Nurettin Topçu Bey
Nihal Atsız Bey, tarihî hakikatlerin inkâr edilmemesi, Nurettin Bey ise içtimaî bünyenin milliyete dokunmadan Avrupalılaşması fikrini müdaafa etmekteydi. Nihal Atsız Bey, tarihçiliği ve koyu Türkçülüğü ile, Nurettin Bey sosyolojinin içtimaî bünyeye içtihadî bir tarzda tatbikiyle şöhret kazanmışlardır.
İsmail Kemal Karabel
Gün görmüş, cemiyete daha çok karşıdan bakmış, kendisini takdir edenlerin arasına girmiş, lakayd kalanlardan uzak durmuş, azizünnefs bir varlıkdı. Hicve mütemayildi. Kıt’alar yazardı. Edebî tahlili çok kuvvetli idi. Şiirden ve sözden iyi anlardı. Topluluğu vücuda getiren bir şahsiyetti. Neş’e baş prensibi idi. Hayatı daima pembe tarafından görmeye çalışır, can sıkıcı hadiseleri tekrarlamak istemezdi.
Kartal Ortaokulu Müdürü Osman Kadam için,
Ben saadetle mukayyed adamım,
Sen uzaklardasın Osman Kadam’ım.
İsmet Paşa
“Gerek Başvekilliği zamanında, gerek devlet reisi olduğu zaman karargâhtan orduları sevk ve idare eder gibi devlet gemisini yürütmüştü.’’(s.316)
Celal Bayar kendisini sever ve sevmeyenleri hürmete mecbur eden bir vakara sahipti. Kürsüye çıkıp bir maddeyi müdafaya başladığı zaman muvafık ve muhalif herkes sükut ve hürmetle dinlerdi. Hiç bir zaman ne halen, ne kalen mütecaviz olmamıştır. Onun bu çok şayan-ı dikkat ve bütün hüviyetini taçlandıran ağırbaşlılığı, ikna kabiliyeti umumun muhabbetini celb etmişti. Birinci Meclisteki eski ittihatçi arkadaşlarının arasında hiç bir taviz ve siteme maruz kalmadan Mustafa Kemal Paşa’ya hüsnüniyetle bağlanmıştı. Kendisininde itirafı gibi, ‘ben onun mektebinde yetiştim’ diyordu(s.316)
Adnan Menderes
1950’ de Celal Bey, Devlet reisliğine yükseldiği halde, partinin hakiki başkanlığını bırakmadı. Adnan menderes merhum gibi bir âteşpare-i zekâyı hükümet başkanlığında serbest bırakmadı. (s.316) Çok zekî hatip, iyi niyetli hatip olan Adnan Menderes, 946’dan 950’ye kadar olan meclis ve bihassa bütçe müzakerelerinde kudretini dosta, dümana karşı isbat etmişti.(s.334)
Demokrat Parti ikinci senesini tamamlarken siyaseten iflas etti ve her yıl geçtikçe bir derece daha yıprandı. Partiyi Celal Bayar idare ediyordu. 14 Mayıs 1950 seçimleri o kadar sürpriz husule getirmişti ki, kendileri bile inanamadılar.
Siyasetin kapı aralığından görebildiklermiz bunlardan ibarettir.
Muallim arkadaşı İhsan Kaftangil için ‘’Daima sevgi, gürmet ve minnetle anarım. Kendisinde yaşadığım devirlerden bir çok hatıralar vardır. Kuvvetli hafızasında hepsi yaşar. 1919- 1923 arasını hepimizden daha iyi hatırlar. Hafızasının kronolojik serveti vardır.’’
Tabiiye hocası Musa Kazım Tolon Bey, saf, temiz, insaniyeperver, herkese ve her söze inanır, her arkadaşın müşkülünü halleder, harp senelerinde vesika ile alınan eşyadan, evli olan arkadaşlarına tercihan dağıtan, alicenap, büyük ruhlu bir ağabeyimizdi. Fakat ağabey görünmek istemez, akranmış gibi hareket ederdi.
Celalettin Ökten
İmam Hatip Mektebinde Celal Hoca demekle maruf arabi hocası Celalettin Ökten, sonradan çok kafadar olduğumuz bir hocamızdı. Bildiğini çok iyi bilirdi. Bir kelime hakkında şüphesini gidermeden gözüne uyku girmezdi. Ahlâk sahibiydi. (s.342)
Zeki Öğretmenoğlu Bey, toplantılarımızın erkân-ı asliyesinden idi. Ankara yaranı idi ki, zamanın germ ü serdini birlikte geçirmiştik.
Edremit’te iken Balıkesir Mebusu Mehmet Cavid Bey’in damadı Ruhi Naci Sağdıç Bey’ le tanıştım. Ruhi Naci Bey, eğer hezarfenliği bırakıp o cevval zekâsını bir cepheye sistemli bir şekilde sarfetseydi, fevkalâde neticeler elde ederdi.(s.245)