Abdulbaki Değer
Basına yansıyan haberlere göre atama bekleyen bir öğretmen adayının sorusuna Milli Eğitim bakanımız “Mühendisler de atanamıyor ama böyle ağlamıyorlar” şeklinde cevap veriyor. Sözlerinin çarpıtıldığını, bağlamından kopartıldığını belirtti bakan. Olabilir, medyanın bu tarz çarpıtan taraflarının olduğunu biliyoruz. Ancak bu vesileyle bakanın açıklaması üzerinden bir kaç hususa değinmekte fayda görüyorum. Çünkü bu bakış, meseleyi bu şekilde ele alış genel bir bakışa dönüşümüş durumda. Özellikle öğretmenliği, öğretmenleri dolayısıyla eğitimi ve eğitimin niteliğini konuştuğumuz bir dönemde bu mevzunun gündemimizde olması önemli. Burada mevzuya çok genel hatlarıyla iki boyutta değinmeye çalışacağım.
Birincisi bakanın, bakanlığın söyleminde de gördüğümüz dile ikincisi de bu dilin içeriğine. Öğretmenlik, öğretmenler ve şüphesiz bağlantılı olarak eğitim ve eğitimin niteliği konusunda belirleyici unsurlardan birisi olan cari dil, üslup, tarz konuya ilişkin önemli bir gösterge. Bütün art niyetlerden, yanlış anlamalardan muaf tutulduğunda dahi “mühendisler de atanamıyor ama böyle ağlamıyorlar” dediğinizde kullandığınız dil, muhataplarınızı hangi zaviyeden gördüğünüzü ve ne tür pozisyonda konumlandırdığınızı gösteriyor. Sadece bir açıklama üzerinden dile getirmiyorum bunları. Tam da Öğretmenlik Meslek Kanunu üzerinden uzman öğretmenlik, başöğretmenlik tartışmalarını yaptığımız bu günlerde MEB’in ve sayın bakanın açıklamalarını da göz önünde bulundurarak konuşuyorum. Bürokratik dil, sembolik gün ve etkinliklerde kullanılan retorik dışında, yapısı, kurgusu ve mantığıyla öğretmeni, öğretmenliği, eğitimi çok da ciddiye almadığını, çok da önem atfetmediğini layıkıyla gösteriyor. Bu sadece belirli bir döneme, belirli kişilere özgü değil. Genel bir durumdan, genel bir sıkıntıdan bahsediyoruz. Peki, bu dil, bu tarz, bu üslup durup dururken mi karşımıza çıkıyor yoksa bu dili, bu üslubu, bu tarzı besleyen bir ekosistem mi var? Eğitim konuşmamız eğitim ortamlarından, eğitim bürokrasisisnden, öğretmenlerin mali ve özlük haklarından, ait oldukları sosyo-ekonomik gerçeklikten bağımsız ele alınabilir mi? Bu yazının sınırlılıkları içerisinde işin sadece bu boyutunun altını çizmiş olalım. Eğitimin niteliği, öğretmenin itibarı gibi eğitim-öğretim dolayımındaki bütün hikayemizi belirleyen şey bu gerçeklik değil mi? Nihayetinde sayın bakanın, bakanlığın diline yansıyan şey de bundan kaynaklı değil mi?
İkincisi dile gelen içerik. Somut olarak sayın bakanın ifadelerinden devam edelim. “Mühendisler de atanamıyor ama böyle (öğretmenler gibi) ağlamıyorlar” dediğinizde birincisi “biz yüksek öğretimde atanabilme, istihdam edilebilme koşullarından bağımsız şekilde öğrenci yetiştiriyoruz” diyorsunuz. İkincisi “yetiştirdiğimiz bu öğrencileri istihdam etmiyoruz” şeklinde itirafta bulunuyorsunuz. Üçüncüsü, “istihdam edilmemeleri bizim problemimiz değil” şeklinde bir de meydan okuyorsunuz. Bu izahı mümkün olmayan bir durum. Meseleyi bütüncül görmediğimiz gibi sorumluluk alanımızın ne olduğunu da bilmiyoruz galiba. Eğitim-öğretim kademelerindeki öğrencilerin nasıl bir eğitim alacağının planlamak şüphesiz MEB’in de dahil olduğu bir işleyişi gerektiriyor. Ancak MEB aynı zamanda bu işleyişin hayatla bağlantısını kurmak, istihdam süreçlerinin nasıl olduğunu, ne yönde değiştiğini görmek ve buna uygun bir yol haritası oluşturmak durumunda. Dolayısıyla okul öncesinden yüksek öğretime kadar bütün sistemi Türkiye’nin insan kaynağını israf etmeyecek tersine en verimli kullanacak şekilde sevk ve idare etmekle yükümlü olan MEB ister özel ister kamu da olsun hiçbir ferdinin durumunu görmezden gelemez. Atanamayan öğretmen de mühendis de MEB’in, hükümetin, devletin sorumluluğundadır. Bu sorumluluğu görmezden gelmek, ortada bir problem yokmuş gibi davranmak kabul edilemez.
Eğitimdeki planlama hatasına, MEB’in ve bakanın duruma ilişkin yanlış yaklaşımına değindim. Ancak verdiğimiz eğitimin içeriğine, nasıl olduğuna ve nasıl olması gerektiğine ilişkin hiç bir şeye değinmedim. Bu şartlar içerisinde zaten bu yönde konuşmanın bir zemini olmadığı açık. Çünkü sayın bakanın ifadesinde somutlaştığı üzere mevcut dil, yaklaşım ve genel işleyiş bu tarz bir konuşma selahiyetinden yoksun olduğumuzu gösteriyor. Öğretmenler atanamadıkları için sayın bakanın ifadesiyle ağlıyorlar. Sayın bakan ise ağlanacak halimizi görmek yerine umutlarını kesmiş mühendislerin halinde keramet aramamızı salık veriyor. Eğitimdeki, eğitim yönetimimizdeki hali pür melalimiz bu!