Eğitim alanında Batı aleminin ya da küresel sistemin egemenliği eskiden olduğu gibi savaşlarla, fiili işgallerle, özgün düşünen entelektüellerin yok edilmesiyle temin edilmemektedir. Küresel sistemin çekiciliği söz konusu egemenliğin istenmesine yol açmakta; toplumlar, “ilerlemek, gelişmek, kalkınmak, ekonomik refah” için eğitim sistemlerini gönüllü olarak küresel eğilimlere “uydurmaktadır. Cemil Meriç’in oryantalizm hakkında yapmış olduğu “emperyalizmin keşif kolu” saptaması başka bir tarzda eğitimde küresel standardizasyon, uluslararası testler, ranking’ler gibi mekanizmalar için de söz konusudur. Ancak burada keşif kolu olmanın ötesinde “ayartıcı“ bir kolluk gücü işlevinden bahsedilmelidir.
Bu noktada Türkiye kendine özgü ve önemli bir kavşakta bulunmaktadır. Sömürgecilerin kalıcı bir fiili işgaline uğramamış ve bir sömürge haline getirilememiş bir ülke olarak Türkiye, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına da yol açan sömürgeci müdahaleler karşısında birçok topluma ilham kaynağı olan İstiklal Harbi ile Batı karşısında siyasi bağımsızlığını koruyabilmiştir. Kültürel açıdan ise Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında şekillenmeye başlayan dönüşüm ise gücünü artırarak etkili olmuş, Cumhuriyet ile birlikte sistemli bir varlık kazanmıştır. Bütünüyle Batı aleminin gerektirdiği bir eğitim sistemi kurulmuştur. Osmanlı ile birlikte başlayan Batılılaşma çabası öncelikle eğitimde söz konusu olmuş ve giderek birçok alanda etkisini göstermiştir. Osmanlı döneminin aydınları ve bürokratları Batılılaşmayı bir ayakta kalma stratejisi olarak benimsemiştir. Aynı zamanda yetersiz entelektüel birikim kendine özgü fikri alternatiflerin ortaya çıkmasını engellemiş, Batı karşısındaki öğrenilmiş çaresizliği perçinlemiştir. Osmanlı Dönemi’nde açılan Batı tarzı okullarla hayatımıza giren yeni pedagoji yeni insanı da yetiştirmeye başlamıştır. Ne var ki bu dönemde yeninin karşısında durabilecek bir eski de mevcut değildir. Geleneksel terbiye ocaklarının ruhunu kaybettiği bir dönemdir bu. Ne medreselerde ne dergahlarda genel anlamda söylenecek olursa kendi öz kültürünün bilincine sahip insan yetiştirecek bir feyz kalmamıştır. Öyle olmasa idi bu ocakları ortaya çıkaran feyz-i ilahinin yetiştirdiği insanların sömürgeci kurumlar karşısında yenilmesi mümkün olamazdı demek yanlış olmayacaktır. Eskiye özlem duyanları serhoş eden nostalji belirli bir tarihten önceki eskinin tamamen mükemmel olduğunu ve o eskiyi olduğu gibi şimdide var etmenin yegane kurtuluş olduğunu zannetmeye yol açmaktadır. Günümüzde eğitim bahsinde de bu tür fikirleri fazlaca görmek şaşırtıcı değildir. Oysa bu düşüncenin kendisi bile Batıcıdır çünkü yine Batının icat ettiği “ilerlemeci” düşüncenin ürünü olan bir eski-yeni ayrışmasına dayanmaktadır. Sadece bu ayrışmayı tersyüz etmeye yönelme yanılsaması söz konusu olmaktadır. Oysa bizim medeniyet dünyamızda “an” esastır. Ne geçmiş övgüsüyle avunmak ne gelecek kaygısıyla yerinmek bize göre değildir. Töreli Eğitim olarak ifade ettiğimiz anlayışın temelini oluşturan “töre” esasen “zaman dışı”dır. Ne geçmişin olduğu gibi kalmasını ne de ilerleme kaygısıyla geçmişin terkedilmesini gerektirmez. Töre, her anı şekillendirir. Her an ve daimi olarak düşünülmeli, yorumlanmalı ve uygulanmalıdır. Böylece dondurulmuş bir hal yaratmaya yönelmez. Dolayısıyla ve böylece küresel sistemin yegane alternatifi “Töreli Eğitim” olabilir. Ancak yine de bu başarılı bir alternatif olmayacaktır. Çünkü başarı anlayışımız küresel eğilimlerce öyle dönüştürülmüştür ki töreli eğitim başarıya götürmez nafile bir çaba olarak görülecektir.
Jean Baudrillard, “her yer batı olduğunda güneş nereden doğacak” diye sormuştu. Doğuda henüz bu sorunun cevabı olmadığı gibi bu sorunun kendisi de yoktur. Çünkü artık doğu da yoktur, bir coğrafya olarak bile. Doğu ve Batı ancak duvarda asılı bir haritada gösterilebilir. Küresel dünyada bu imkansızdır. Fikir ve kültür olarak bakılacak olursa zaten her yer artık Batıdır.
Eğer varsa, bir zamanlar coğrafi Batıya da coğrafi Doğuya da ruhunu vermiş bir kaynak, bu kaynak her toplumun geleneksel bilgeliklerine ve kültürlerine yön vermiş ve giderek belirsizleşmiş fikirlerdedir. Bu fikri kaynağı ancak Töreli Eğitimin temeli olarak işaret etmiş olduğumuz anlayışın üç boyutunu oluşturan Ezeli Hikmette; İnsanlığın yeryüzündeki serüvenine işaret eden umranda ve bu bağlamda hayata yön veren Terbiyede bulabiliriz.
Aksi takdirde, nicel performansçı, standardize testlere dayalı değerlendirmenin yapıldığı, eleme ve sıralamalarla okulların kademelendirildiği, teknolojik aygıtların doluşturulduğu ve her şeyden önemlisi ekonomik kalkınma odaklı bir eğitim sisteminde geleneksel değerlere ilişkin bir şeyler yapılabileceğini zannetmek beyhudedir. bugün eğitimde Batının testini, rankingini, standardizasyonunu alalım ancak kendi geleneksel değerlerimizi öğretelim demenin Batının tekniğini alalım kültürünü almayalım demekten hiçbir farkı yoktur. Bu, yüzyıllık deneyimden hiçbir şey öğrenmediğimizi itiraftan başka bir anlam taşımamaktadır.