17 nisan Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü olarak kutlanıyor. Çok sayıda mesajla karşılaşıyorum. Mesaj yayınlayanlar cehaletlerini daha baştan ortaya koyuyorlar. Enstitü’yü Atatürk’ün kurduğunu sanıyorlar. Enstitü, 1940’ta İsmet İnönü devrinde açılmıştır. Bir de Enstitü’nün köylüyü aydınlatmak için kurulduğunu iddia ediyorlar. Enstitü’nün birinci amacı tek parti ideolojisini köylülere benimsetmekti. Bunun için köklü değerlerimizle, dinimizle mücadeleyi esas aldılar. Hasan Ali Yücel, Britiş Konsül temsilcisine, Köy Enstitüleri sayesinde Türkiye’de din diye bir şey kalmayacağını söylemiştir.
Bu vesile ile Köy Enstitüleri ile ilgili eski bir yazımızı tekrar sunuyoruz.
Türk edebiyatının en büyük romanı hangisi?” sorusunun bendeki cevabı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’dür.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkiye örneği üzerinden müthiş bir bürokrasi tasviri yapar ki, aynı zamanda cihanşümuldür, evrenseldir. Türkiye Cumhuriyeti bürokratik bir cumhuriyet. Osmanlı bürokrasi geleneği, Cumhuriyet’te zirve yaptı. Memurların yükselebileceği son makam, sadrazamlıktı. Cumhuriyet’le devlet başkanlığına da sahip oldular, böylece son noktaya vardılar.
Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü bir eleştiri ihtiva ediyorsa, ki durup dururken yazılmamıştır, bunun temel bir Cumhuriyet eleştirisi olduğunu bilmek zorundayız.
Türkiye’yi teslim alan bürokrasi, ayakta kalabilmek ve kendi varlığını bütün topluma kabul ettirmek için ideolojik bir eğitim ve iletişim sistemi meydana getirdi. Bu eğitim ve iletişim sistemi o zamanın şartlarında şehirlerde bir zemin bulabiliyordu. Fakat nüfusun büyük bir çoğunluğu köylerde yaşıyordu. Şehirlerde yaşayan nüfus toplam nüfusun ancak yüzde 25’ini teşkil ediyordu.
Onun üç katı köylerde yaşıyordu ve köylere ulaşmak öyle kolay değildi.
Birçok sebeple değildi. Önce yol meselesi, sonra araç meselesi. Bunlar halledilse bile, mekân meselesi, yani okul binası. Ve en önemlisi öğretmen ihtiyacı. Köylerde camiyi, imamı dışarıda bırakarak bir sistem kurmak gerekiyordu. Din şehirlerden kovulmuş, köylere henüz ulaşılamamıştı.
“Köy”le “enstitü” kelimesi işte bu sebeple bir araya getirildi.
Türkçede bir kelimede üç sesdeş (sessiz) harf asla bir araya gelmez, millet de o yüzden bu kelimeyi bir türlü doğru telaffuz edemez. En yaygın söyleyiş “esdidü”dür!
Peki “enstitü” nedir? Fransızca “institut”u Hasan Bedreddin 1928’de yayınlanan Küçük Kamus-ı Fransevî’de şöyle açıklıyor: 1. Darülfünun (yani üniversite). 2. Encümen-i dâniş. 3. Tarikat-i ruhaniye. 19. Yüzyılın sonunda Şemseddin Sami Kamus-ı Fransevi’sinde, “1. Ulum ve fünuna müteallik encümen. 2. Darülfünun, mekteb. 3. Tarikat, cemaat-i ruhaniye.” Açıklamasını yapıyor.”
Bunlardan hangisi “Köy Enstitüsü”ne uyar?
Uysa uysa, sonuncusu. “Tarikat, ruhanî cemaat!”
Belki, kendine mahsus bir lügatçi olan Mehmed Bahaeddin (Toven)’in Yeni Türkçe Lügat’indeki açıklama daha kullanışlı gelebilir: “Herhangi bir hususî maksadın (bilhassa edebî veya ilmî) terakkisine hizmet etmek için tesis edilen cemiyet, divan.”
Diyeceksiniz ki, burada bir eğitim-öğretim kurumu mânası çıkmıyor. Zaten, Köy Enstitüleri öğretim kurumu olmaktan çok, “hususî bir maksad”ı yerine getirmek için kurulmuş, tarikatımsı yapıda bir kurumdu; kesin inançlı misyonerler yetiştiriyordu. Yani bir inanç telkini, ideoloji benimsetmek için kurulmuşlardı. Nedir bu inanç? Bu inançsızlık inancıdır. Dine, İslâma karşı olma inancıdır. Bir esdidülü üç cümle kurarsa, ikisi din düşmanlığı üzerinedir.
Birçok Köy Enstitü’lü tanıdım. Hepsinde iman kat’iliğinde din düşmanlığı vardı. İstisnalar yok mudur? Tek tük vardır, fakat bu istisnalar kaideyi asla ve kat’a ihlal etmez. Mesela Bahaeddin Karakoç bu nadir istisnalardan biridir. Dininine, milletinin değerlerine bağlı bir enstitülü idi, fakat bunu ilan etmezdi.
Bu tip inanç telkinine dayanan kurumlar üst seviyede insan yetiştirmez. Onlar bir an evvel köyleri ideolojilerine kazanmaktan başka bir şey düşünmemişlerdir. Enstitü kataloğunda görülen meslekler, işler, sanatlar, geniş ölçüde katalogla sınırlı kalmıştır. Bu sanatlarda, işlerde yükselmiş, zirve yapmış bir esdidülü var mıdır? Ben bilmiyorum.
Ha, esdidünün bir da yazarları var. “Edebiyatçı” diyemiyorum “yazıncı”ları var. Belli başlılarının eserlerini okumak için çok çaba sarf ettim. Hiçbiri ortanın üstüne çıkamamıştır. Kısaca, bir tane esdidülü birinci sınıf yazar yok! Yine söylüyorum eğer enstitülülüğü öne çıkarılırsa, rahmetli Baheddin Karakoç büyük sıfatını hak etmiş bir edebiyatıçı idi. Ben hiçbir enstitülü yazar sıralamasında onun adını görmedim. Çünkü onların skolastiğine uymayan bir isimdir!
Zaman geçiyor, bizim okur yazarların en büyük zaafı doğru dürüst okumamaları, hafızalarını sağlam tutmamaları. Bakıyorum, bazıları gözlerini yummuşlar “ah enstitü, vah enstitü” diye ağlaşıyorlar. Eğer enstitüler kapatılmasaydı, bu ağlaşanların çoğu enstitülülerin elinde bugünkünden farklı bir kimliğe sahip olacaklardı.
Nedense, bu sonradan esdüdü hayranlarına Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek romanını tavsiye etmek istiyorum.
İnşaallah okurlar!
Kaynak: TYB 17 nisan 2023