Prof. Dr. Ahmet YILDIRIM
Yeni bir heyecan ve solukla bir eğitim sitesi oluştu. Adı maarifin sesi. Hedefinin yeni bir medeniyet perspektifi ve medeniyet tasavvuru inşa etmek ve ülkemizin eğitim felsefesi, paradigması alanında düşünceler üretmeye yardımcı olmak olduğu anlaşılıyor. Daha özelde ise gayesinin Türkiye’yi dünyanın merkezi haline getirecek heyecan, vizyon ve çalışma aşkı taşıyan, geleceğe güvenle bakan, bütün insanlığa adalet götürme idealini kuşanmış, hak ve hakikat davasına sahip bireylerin yetişeceği bir milli maarif sistemi inşa etmek olduğu görülüyor. Bu kutlu yolda ve davada bir nebze katkı olur mu diye bu yazıyı kaleme aldık.
İsim maarif olunca İslâm Medeniyetinde bilgi, ilim ve marifet konusunda yazmayı uygun bulduk. Konuya bilgi, ilim ve marifete düşkün Hocam Çaykaralı Hanecizâde Hacı Yusuf Bilgin’in bir anekdotuyla başlamak istiyorum: “Trabzon/Çaykara’nın en önde sayılır âlimlerinden Kargarzade Müslim Efendi, Paçanlı Hacı İlyas Efendi, Şur’lı (Şahinkaya) Mahnidazâde Müslim Efendi ve diğer arkadaşları hocam Hacı Yusuf Bilgin’i ziyaret etmek üzere evine gelmişlerdi. Beraber öğlen namazı kılmışlar, öğle namazından sonra orada bulunan bir hocanın Aşr-i Şerif okumasını emretti. O hoca Kur’an’dan bir aşr-i şerif okudu, dinledikçe duygulandı ve gözleri doldu da doldu. Ziyaretçi hocalara hitaben:
Sizlere ikindi vakti öleceğiniz bildirilse, bu aradaki zamanınızı hangi ibadetle geçirmeyi düşünürdünüz? diye sordu. Kargar Müslim Efendi:
Derhal abdest alır, namaza dururum; kimisi abdest alır, Kur’an okurum dedi ve herkes farklı farklı şeyler söyledi. Halinden, verilen cevapları beğenmediği anlaşıldı. Bu kez Kargar Müslim Efendi:
Ya siz ne yapardınız? diye sordu. O da: Derhal kendime ya bir hoca veya bir talebe bulur; ya okurken, ya da okuturken can vermeyi tercih ederdim, diye cevap verdi ve şöyle devam etti:
“İlim, Allah’ın en önemli sıfatlarından biridir. O sıfatla süslenir halde ölmek, en gıpta edilecek şeydir.”
Bilgi, insan şuuruna konu olan her şeydir. Malumat, ilim ve mârifet sözleriyle ifade edilir. Zihin bilgiyi iki yoldan kazanır: Ya sezgi yolu ile; ya da istidlal yolu ile. İslâm ulemâsı bilgiyi “ilim, mârifet” sözleriyle ifade ederler. En çok kullanılan tanım: “İlim, bilen ile bilinen arasında tahakkuk eden ilişkidir. Bu noktada, sadece dinî bilgiye ulaştıran değil, insanlığa faydalı olan her türlü bilgi ve yönteme götüren yol kıymetlidir. Esasen insan bilmekle yücelir. Âlim, bilgin bilgisi ile çevresini aydınlatır. Âbid de ibadetiyle ışık verir. Ancak âlimin âbide üstünlüğü, aydınlatma bakımından ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Zira bilginin, bireyin sınırlarını aşan ve etrafını aydınlatan bir ışığı vardır.
Dinlerin ve Peygamberlerin mesajının özü bilgidir. Nübüvvet geleneğinin son temsilcisi olan Hz. Peygamber’in (s.a) öğretisinin temelinde de ‘bilgi’ vardır. Bu yüzden İslam medeniyetini var eden unsurların en önemlisi bilgidir. Dolayısıyla, İslam Medeniyeti bir ‘ilim’ medeniyeti olduğu kadar, aynı zamanda bir ‘irfan’ medeniyetidir. Çünkü İslam Medeniyetinin en önemli kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in bilgiyi ifade etmede bizlere sunduğu en temel iki kavram olan ‘ilim’ ve ‘irfân’ anlamına gelen ‘marifet’, birbirinden ayrı ve bağımsız olarak düşünülemez. İlimsiz bir irfân, tek başına bizleri maksada ulaştıramayacağı gibi, irfana dayanmayan bir ilim de her zaman eksik kalmaya mahkûmdur. Bu yüzden bilginin içselleştirilmesi, insan derununda bir mana kazanması, hazmedilmesi, pratiğe aktarılması, kısaca ilmin irfâna dönüşerek gönüllerin kemale erdirilmesi gerekmektedir. Nitekim Rasûlullah’ın (s.a) ‘Allah’ım faydasız bilgiden sana sığınırım’ (Nesai, İstiaze, 64.) hadisi, irfân
geleneğimizde ‘İlim, ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır?’ şeklinde karşılık bulmuştur.
Günümüzde bu noktada insanoğlunun muhtaç olduğu en önemli hususlardan biri, yaradanına ve mahlukata karşı nasıl davranacağını öğreten ve hayata geçiren irfânî (tecrübî/içselleştirilmiş) bilginin eksikliğidir. Bugün insanoğlu çokça bilgi sahibi olmasına rağmen maalesef mutlu ve huzurlu değildir. Aslında olmayan şey bilgi değil, bilginin özünü oluşturan irfân veya marifet bilgisinin eksikliğidir. Günümüzde eksik olan Allah’ın rahmeti, şefkati ve azameti karşısında insanın kendi çaresizliğini ve eksikliğini bilme bilgisidir. Bu yönüyle irfân veya ma’rifet bilgisi nefsi tanımaya ve bilmeye yönelik bilgidir, denebilir. İrfan bilgisi demek olan bu bilgiyle, insan önce nefsini bilir ve tanır nihayetinde de Rabbini bilir ve tanır. Dolayısıyla bu geleneğe sahip olan birey, o geleneğin öğrettiği “önce kendini, nefsini bil” anlayışıyla hareket eder ve hayatını bu göre şekillendirir. İslam Medeniyeti hem bu anlayışı benimsemekte hem de bunun örnekleriyle doludur. İnşallah maarifin sesi olan sitemiz bu konuda ufkumuza rehberlik eder ve nesillerimizin bununla bezenmesine vesile olur.