1967 yılında doğdu. 1990 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1998 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalında, 2005 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Bilim Dalında yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi bölümünde “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesinde Eğitim ve Öğretim” isimli teziyle doktorasını tamamladı. Osmanlı eğitim tarihi alanında çalışmalar yapan yazarın, “Osmanlı Eğitim Modernleşmesinde Dârü’l-hilâfeti’l-Aliyye Medresesi” isimli eseri ile ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır.
Uluslararası öğrenci değişim programları, zorunlu olarak kültürel ve zihinsel değişimi de içinde barındıran programlar bütünüdür. Farklı kültür ve medeniyetlere mensup ülkeler arasındaki öğrenci değişimi, bir taraftan farklı kültür ve medeniyetleri tanımayı sağlarken diğer taraftan bireysel ve zihinsel boyutta değişime de kapı aralamaktadır. Süreç önce tanımayla başlamakta, ardından uyum sorunları ve çatışma yaşanmaktadır. Uyum sorunlarıyla mücadele, bir müddet sonra önce şekilsel, ardından zihinsel açılardan uyum sağlama çabalarına dönüşmektedir.
Aynı medeniyete mensup farklı ülkeler ve milletler arasındaki öğrenci değişiminin geliştirici ve yükseltici yönü daha etkin iken, farklı medeniyetlere mensup ülkeler arasındaki öğrenci değişiminin büyük oranda kültürel ve zihinsel dönüşüme evrildiği gözlenmektedir. Bu süreçte ibre hep baskın kültürden yana çalışmaktadır.
Yine II. Meşrutiyet dönemi meşhur gazetecilerinden Ahmet Emin Yalman’ın hatıratına göz atılacak olursa; kendisinin de içerisinde bulunduğu beş Osmanlı öğrencisinin eğitim için Amerika’da bulundukları dönem, görünürde Amerikan kültürü; gerçekte ise Hristiyan Batı medeniyetinin dönüştürücü gücüyle karşılaşılan bir süreç olmuştur. Buna dair bir örneği yine Yalman’dan dinliyoruz.
Hepiniz Hasta mısınız?
Columbia Üniversitesinin jimnastik salonu müdürü bir gün Yalman’ı odasına çağırır ve üniversite öğrencilerinin tamamının beş kişilik Türk öğrenci grubundan şikayetçi olduklarını, jimnastik salonunda ve özellikle yüzme havuzunda kendilerine yaklaşmaktan ürktüklerini söyler.
Yalman “Hayr olsun, biz ne yaptık, kusurumuz ne?” diye sorunca salon müdürü: “Daha ne yapacaksınız. Belli ki beşiniz birden bir gençlik hastalığına yakalanmışsınız, bunu gizlemeye ihtiyaç duyuyorsunuz. Bunun için de havlularla şuranızı, buranızı gizlemeye çalışıyorsunuz. Normal bir halde bulunan arkadaşlarınızdan bambaşka bir manzaranız oluyor.”
İşittiği sözler karşısında şaşkına dönen Yalman’ın dili tutulur. Bir müddet sonra kendine gelince kahkaha atar ve salon müdürüne şunları anlatır: “Bizim memleketimizde tenasül organlarını başkalarına göstermek ayıptır. Hepimiz bu inanç içinde büyüdük. Havlularımızla şuramızı, buramızı örterken sadece gördüğümüz terbiyenin icaplarına uyuyoruz. Aksine biz, (diğer) öğrenci arkadaşlarımızın en basit ar ve terbiye icaplarını ayaklar altına aldıklarına inanıyoruz, onlardan şikayetçi bulunuyoruz. Fakat onlar birlik ve kesif bir çoğunluk halinde oldukları için ağzımızı açmaya cesaret edemiyoruz. Çok şükür hiçbirimizde ne bir hastalık var ne de gizlenecek bir şey…”
Yalman’ın açıklamaları bitince salon müdürü kahkahayı basar ve kendileri hakkında yersiz şüpheye düşen öğrencilerin düşüncelerine katıldığı için Yalman’dan özür diler. Şikayetçilerin temsilcisini çağırtır ve şikâyete konu ettikleri hususa ilişkin olarak özetle; ortaya çıkan durumun “Yeni Dünya ile eski dünyanın uzak bir köşesi arasındaki” terbiye anlayışı farkından kaynaklandığını, aslında Türk öğrencilerin almış oldukları terbiye gereği Amerikalıları ayıpladığını söyler. Bunun üzerine hep beraber gülüşürler ve şikâyetçi öğrencilerin temsilcisi ile Yalman kucaklaşarak barışırlar.
Değişimin Havlu Attıran Gücü!
Yalman, başından geçenleri akşam yemeğinde diğer dört arkadaşına anlatır. Yaşadığı bu olayın kendisinde ve arkadaşlarında gerçekleştirdiği değişim ve dönüşümün işaretlerini ele veren şu satırları hatıratına şu şekilde kaydeder:
“Ar ve hicapta ifrat ve îtinânın, âdetleri farklı olan yabancı bir memlekette ne kadar çirkin ve iğrenç bir tesir uyandırdığını hep birden tasdik etmeye mecbur olduk. İçinde yaşadığımız memleketin huy ve ölçülerine uymaktan başka çaremiz olmadığını; ar ve hicabı mesele yapmakla Amerikan terbiye ve hicap kaidelerinin dışına çıktığımızı kavradık ve herkese uyduk. Ondan sonra ne biz göze battık ne de diğerlerinin kendilerince normal hareket tarzlarını ayıpladık.”
Görünen o ki “ar ve hicap” mesele olmaktan çıkarılmış, havlular atılarak jimnastik salonuna ve yüzme havuzuna tüm öğrenciler gibi Türk öğrenciler de üryan girmişlerdir. Bu sahne bir taraftan değişimin görünen gücünü göstermekle birlikte diğer taraftan Batı kültürüyle karşılaşan farklı kültürlere mensup öğrencilerin maruz kaldıkları kültürel çatışmayı ve karşı karşıya kaldıkları bu krizi boyun eğerek ya da benzeşerek çözüme kavuşturmak zorunda kaldıklarını göstermektedir.
Hatıratta geçtiği şekliyle bir tarafta “Yeni Dünya” patentini kendisi için uygun gören Amerikan/Batı kültürü, tüm gücüyle beş Türk öğrencinin ahlâkî, insânî ve kültürel değerlerini yok sayarak ezip geçmekte, diğer tarafta ise “eski dünyanın uzak bir köşesi” olarak tanımlanan ve Osmanlı’nın da içinde bulunduğu medeniyet dünyasını “eski” ve “dünyanın uzak bir köşesi” olarak basit, küçük ve ilkel gösterilmektedir.
Kurucu unsuru Batı olan Yeni Dünya’nın, Batı Medeniyetinin bir parçası olduğu açıktır. Kızılderililerin cesetleri üzerine inşa edilen ve “Yeni Dünya” tanımlamasıyla kanlı geçmişlerini perdelemeye çalışan Batı Medeniyetinden, bırakın diğer medeniyetlere yaşam hakkı tanımasını hoşgörüyle yaklaşmasını beklemek dahi safdillik olur. Bu durumun sağlamasını, 2022 yılının Amerika’sına bakarak yapmak mümkün.
Bir sonraki yazıda “gönüllü devşirmeye çanak tutmak” yazımızla devam etmek dileğiyle…